Gayriresmi Futbol Tarihi’nin düşündürdükleri
Kerem GÖRKEM
Türkiye ve dünyanın pek çok ülkesinde futbol, bir sportif aktiviteden öte, toplumların geniş kesimlerini birbirine yaklaştıran bir kültürü işaret ediyor. Hem ülkelerin domestik lig ve kupalarının hem de başta FIFA ve UEFA olmak üzere uluslararası kurumların düzenlediği turnuvaların, milyonlarca insanın gündelik hayatında yeri küçümsenemeyecek bir önemi var. Durum böyleyken de, üstat Metin Kurt’un deyişiyle arsada daha güzel olan ayaktopu, borsanın konusu haline geliyor. Endüstrileşen futbol, pek çok yönüyle tu kaka edilebilir: Artık daha ruhsuz, kötü oyunla gelen şampiyonlukların iyi mücadeleyle elde edilen ikinciliklere yeğlendiği bir spor var. Fakat gerek görüntü teknolojisindeki gelişmelerin, gerekse yenilenen karmaşık bahis sistemlerinin etkisiyle istatistiği izlenebilir, artık daha matematiksel bir oyun bu. Bir yönüyle endüstrileşen futbola borçlu olduğumuz bu durum, on yıllar sonra bugünün futbolunu daha "doğru" konuşmamızı sağlayabilir. Öyle ki gelecekte futbol tarihinin, bugünden daha kolay yazılacağı kesin.
Futbola duyulan bu küresel ilginin yanında, özellikle Türkiye’de yazılı spor medyası ve futbol kitapları konusunda aşılamayan bir kısırlık söz konusu. Geçmişte kısa süreler için yayınlanmış bazı dergi ve gazeteler ile şimdi sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç nitelikli araştırma kitabı dışında futbol, "seyredilen bir şey" olmanın ötesine geçebilmiş değil. Oysa ayaktopu, günümüzde "görsel bir ürüne" dönüşmüşse de, gerek tarihi, gerek istatistiksel verileri ve taktik analizleriyle "yazılabilir bir şeydir" de.
Mehmet Şenol’un önemli emekleri ile hazırlanmış bir futbol tarihi kitabı, çiçeği burnunda yayınevi Mundi Kitap’tan geçtiğimiz Kasım’da çıktı: Gayriresmi Futbol Tarihi. Yazar bu araştırma metninin, Türkiye’de futbolun öncül dönemine ilişkin bir "mikro tarih çalışması denemesi" olduğunu belirtiyor. Tahtaperde Aleko’lar, Kulassızzade Galip’ler, Milo ve Pavle Bakıç’lar, Ali Sami Bey’ler… Gayriresmi Futbol Tarihi okura, artık çok eskide kalmış, birer "tarihsel figüre" dönüşmüş bu isimlerin, yirminci yüzyıl başı İstanbul’unda işgal askerlerinin getirdiği yeniliklerin hikâyesini sunuyor. Bu yönüyle Şenol’un mikro tarih ifadesi oldukça isabetli görünüyor.
Kitaptan ilgi çekici bir alıntı sunalım: "Futbolun başlangıç dönemlerine ilişkin hemen her anlatıda kahveler yer alır. Futbolcuların buluştukları, toplantı yaptıkları, maçlardan önce toplandıkları, soyunup giyindikleri, stat yakınlardaysa devre arasında gidip ısındıkları, nefeslendikleri, belki de bir sıcak çay-limonla enerji topladıkları mekanlar olarak kahveler. (…) Aslında kahvelerin futboldaki merkezi rolünü sadece 1900’lerin başına bağlamak doğru olmaz. Bugün bile kahveler –artık Süper Lig kulüpleri için olmasa da– hâlâ futbolun konuşulduğu, kulüp yöneticilerinin buluştuğu mekanlar olmaya devam ediyor. Akmerkez’de endüstriyel futbolun buluşma mekanı, postmodern futbol kahvesi Paper Moon’a gelmeden uğrayacağımız hâlâ çok durak var." Bu ve bunun gibi, futboldan "görünürde" bağımsız duran bazı mekan ve kavramlar üzerine düşünmek hayli zihin açıcı. Onlardan biri de politika şüphesiz: Kitapta futbolun, ilk yıllarından beri politikayla olan ilişkisini ortaya koyması adına önemli anekdotlar yer alıyor. Fenerbahçe, Galatasaray ve bugün bir alt ligde mücadele eden İzmir kulüpleri Altay ve Altınordu’nun doğuşundaki bağı öğrenmek, Papazın Çayırı’nın "kombineli" Union Club Sahası’na ve sonraları İttihat Spor Sahası’na dönüşümünü izlemek, "futbolun sadece futbol olmadığı" tezini de kuvvetlendiriyor. Örnekse, Fenerbahçe’nin, Kadıköy’deki bugünkü kompleksine sahip oluşunun hikayesi ilgi çekici: "Aydınoğlu Raşit Bey’in karşısında artık İtilafçılar değil, Ankara’daki yeni iktidar sınıfının en önemli isimlerinden biri vardı: Şükrü Saracoğlu! 1927’de Maliye Bakanı olan Saracoğlu’nun 1934-1950 yılları arasında, tam 16 yıl boyunca Fenerbahçe başkanlığı görevini de yaptığını biliyoruz. Elinde tuttuğu sahanın kullanım hakkını geri vermemek veya Fenerbahçe’ye devretmemek için direnmeye çalışan Aydınoğlu Raşit Bey’e uygulanan çözüm kesin ve netti: Kanun çıkarmak! Meclis’ten tek maddelik bir yasa çıkarılmasını sağladı Saracoğlu. Yasaya göre, spor tesisleri ve semt sahalarının nasıl kullanılacağı belirleniyor, aynı semtte faaliyet gösteren takımlardan üye sayısı fazla olana imtiyaz sağlanıyordu. İttihat Spor’un üye sayısı düşük olduğundan, arazinin kullanım hakkı artık "yasa gereği" Fenerbahçe’nin olmuştu."
Kabul, futbol bugün bir oyundan çok endüstri. Ama hala hikayesi olan ve yeni hikayeler de yazdırabilecek bir endüstri. Futbolu seyretmek şurada dursun, yirmi iki adamın peşinden koştuğu bir topun üzerine daha çok düşünmek, o işi daha anlamlı kılabilir. O zaman bir tüketim nesnesi olma yolundaki bu eski oyun, "yeni" bir şeyler üretmemizi de sağlar belki.