Hem türcü hem solcu olamazsınız! Neden?

Hem türcü hem solcu olamazsınız! Neden?
Uygarlık dediğimiz süreç ayrı zamanda; insanın kapatılma, verimliliğe uygun haline getirilme, çitlenme sürecidir.

Gökhan KAYA


Herhangi bir ortalama tarih kitabını açıp okuduğunuzda, size insanlık tarihini bir ilerleme ve hükmetme tarihi olarak anlatacaktır. Hayvanlara hükmetme, doğaya hükmetme, birbirimize hükmetme.

Bu modelleme tarihi sanki sürekli yukarıya çıkan bir yürüyen merdiven gibi algılamanıza yol açar.


Bu sonuç açıkçası bu modelin neresinde konumlandığınıza oldukça bağlı.

‘Proceedings of the National Academy of Sciences’ adlı dergide yayımlanan bilimsel araştırmaya göre 7,6 milyar insan, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların sadece yüzde 0,01’ini oluşturuyor. Ancak buna rağmen ortaya çıktığı ilk günden beri insanlık, gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ünün, bitkilerin ise yarısının yok olmasına neden olmuş.

Mesela buradan bakarsanız dünyadaki 6. yok oluşun sorumlusu insanlardır ve yok olanlar açısından buna ilerleme demek pek mümkün değildir.

İlerleme ‘yok eden’ tarafta olduğumuz için bizim gördüğümüz kısımdır.

Eğer bundan 200 bin yıl öncesine dönersek, insan türü olarak geldiğimiz durum inanılmaz ve şaşırtıcı bir sürprizdir. Çünkü Homo Sapiens o sıralarda hala besin zincirinin ortalarında, büyük kedilere av olmamak, yaşamını sürdürmek için küçük gruplar halinde sürekli tetikte yaşamak zorunda olan bir başka kuyruksuz maymun türüdür.

Kendi fiziki varlığının sınırlarını aşarak besin zincirinin tepesine tırmanan tek canlı türü insandır. İnsan açıkça doğada bir anamoli, bir tuhaflıktır. Bir tekilliktir.

Tarih kitapları büyük kırılma dönemi olarak neolitik dönemi anlatır. Doğrusu tarım devrimiyle birlikte gerçekten her şey değişmiştir. Çok büyük miktarlarda insan nüfusunu besleyecek olanaklar ortaya çıkmıştır.

İnsanın diğer türler arasından, besin zincirinin ortalarındaki yerinden sıyrılıp doğaya ve diğer canlılara hükmetmeye başlamasının dönüm noktalarından birisi evcilleştirme ve ıslahtır.
Her ikisi de buz devrinin sona erip ılıman kuşak ve düzenli bir iklim döngüsünün oluştuğu 12-13 bin yıl öncesine tarihleniyor. Domuz, koyun, inek gibi hayvanlar suni seçilim yoluyla evcilleştiriliyor. Buğday, arpa, mısır, pirinç gibi başlıca tahıllar ıslah edilmeye başlanıyor. Evcilleştirme ve ıslah yerleşik hayata geçmenin ve nüfusun geometrik oranda artmasının önünü açıyor.

Evcilleştirme nedir? Özünde beden üzerinde uygulanan bir köleleştirme pratiğidir.

Evcilleştirme dediğimiz şey bir hayvanın kapatılması, bedeninin insan ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmesi, cinsel hayatının kontrol edilmesi, saldırgan taraflarının yontulması, bir meta ya da üretici güç olarak yeniden şekillendirilmesidir.

Doğal seçilimde sürüdeki en saldırgan erkek yaban koyunu ya da boğa çoğalırken, insan suni seçilimle en uysal, kapalı alanda yaşamaya uygun olanların hayatta kalmasını sağlamış ve türün niteliklerini değiştirmiştir.

Burada duralım.
Hayvanlar üzerindeki suni seçilimi hepimiz az çok biliriz. Fakat kendimizi hep hükmeden olarak konumladığımız için tarih anlatımı, sağ veya solda olsun bir şeyi hep atlar: Yukarıdaki evcilleştirme pratiklerinin hepsini insan kendisine de uygulamıştır.

İnsanlar evcilleştirme pratiklerini kendi topluluğunu da uygulamıştır. Bir alanda büyük nüfuslar halinde yaşamaya başlamış, her bireyi üretim odaklı ölçmek için verimlilik kıstasını oluşturmuş, kanunlar koyarak, silahsızlandırarak şiddet eğilimlileri yaşamda dezavantajlı hale getirmiştir. Tarım toplumu dinlerinin temel amacı da bu üretim sürecini sürdürmenin sağlanması olmuştur. Dinlerdeki iç uyum, barış, birlik vurgularının amacı budur.

Uygarlık dediğimiz süreç ayrı zamanda; insanın kapatılma, verimliliğe uygun haline getirilme, çitlenme sürecidir. İbadethaneler, hapishaneler, hastaneler, okullar, plazalar bizim ahırlarımızdır.

Doğurganlığımız, cinselliğimiz, bedenimizin şekillenmesi üretim sisteminin ihtiyaçlarına göre devlet ve ideolojik aygıtları tarafından düzenlenmekte, şekillendirilmektedir. Üretim sürecine uygun yaşamayanlarımız işten atılır, hapse atılır, uyumsuz olarak tıp tarafından etiketlenir. Böylece üretim sürecinin dışına düşenlerin üreme ve neslini devam ettirme şansı azaltılır.

Belki de şöyle denebilir. Nasıl bugünkü koyun, yaban koyunundan oldukça farklılaşmış bir tür ise, orman tavuğu ataları ile kümes tavuğunun pek ilgisi kalmamışsa bugün yaşayan insan türü de ‘evcilleşmiş insandır’ sanırım diyebiliriz.

***

Bütün bunları sonuç olarak aslında şunu söylemek için yazdım: Uygarlığımızın kökeninde üretim süreçleri boyunca yeniden üretilen bir olumsuzluk mevcut. Bu olumsuzluk öteki türleri-gezegenimizi yok ediyor ve tehdit ediyor. Uygarlığımızın bir sonraki aşamasına bu olumsuzlukla hesaplaşmadan geçemeyiz.

Ben bunun siyasi tercümesinin hayvan haklarından daha genel ve kapsayıcı bir tanım olan Türcülük Karşıtlığı olduğunu düşünüyorum. İnsanın diğer türler ve kendi türü üzerindeki köleleştirme pratiği özünde aynıdır. Türcülük Karşıtlığı mutlaka sol siyasetin, anti kapitalist mücadelenin ana başlıklarından birisi haline gelmelidir.

Öne Çıkanlar