Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak / Hatıralarım - II -
Emek Volkan GÜRKAN
İkinci Bölüm:
- Kaçak yurt dışı: Sofya
- DDR Doğu Berlin
- Kopenhag’a iltica
- Siyasi mültecilik başvurusu
- Otelde göçmenlik
- Kardeşimle okula başladık
- Artık ailecek beraberiz
- Babam ve annem iş buldular
- Kopenhag’da devrimci faaliyetler
KAÇAK YURT DIŞI: SOFYA
30 Nisan 84'te Sirkeci'ye gittik. Bizim yurt dışına çıkacağımızı bir tek o kaçak evde birlikte kaldığımız Musa Amca biliyordu. Geldi bizi Sirkeci'de uğurlamaya. Barış çok konuşkan, küçük çocuk zaten. Annem dedi ki o gün, 'Biz bunu bütün gün parkta yoralım ki, uyusun.' Trende, Edirne'de sınıra gelince belli olmaz, sınır polislerinin ne soracağı. Onun için Barış'ı uyutacağız. Amaç o. 'Sen de uyumasan bile uyumuş gibi yaparsın.' dedi. Akşam üzeri çıktık İstanbul’dan, trenle. Bizim kompartımanda başkaları da vardı ama kimler vardı hiç hatırlamıyorum. Annem Barış'ı kucağına aldı. Barış yorulduğundan dolayı uyudu hemen. Sonra Edirne'ye geldik. Annem bana işaret yaptı, ben gözlerimi kapattım ama aranma var ve silah patlamaları var. Çünkü çok kaçak varmış trende. Yani trenden kaçanlar silahla vuruluyorlar. Dediler ki, 'Herkes dışarı çıksın. Arayacağız.' Annem dedi ki, 'Ben çıkamam. Benim kucağımda bir çocuk, karşımda da büyük oğlum uyuyor. Ben bu iki çocuğu kucağıma alamam.' Baktılar, 'Tamam sen kal.' dediler. İşte ne bileyim bavullar falan arandı. Ben uyuma numarası yaparken uyuyakalıyorum. Üç dört saat sonra uyanıyorum, annem gülümsüyor. 'Tamam' diyor, 'Çıktık'. 1 Mayıs'ta biz Sofya'ya geldik ama benim hatırladığım Sofya'ya gelmeden önce her tarafta kızıl bayraklar, 1 Mayıs hazırlıkları vardı. Benim çok hoşuma gitti. Sofya'da bizi partiden birisi karşılayacak, merkez istasyonda. Kimse gelmedi, bekle bekle… ama annem hazırlıklı. Hazırlık deyince, biraz yiyecek içecek, su falan işte. Baktık kimse gelmedi, tren istasyonunun hemen yanında park yeri vardı. Oraya çıktık. Orada biraz dolaştık. Sonra akşam olmak üzereyken bizi kimse almadı. Annemin elinde telefon numarası varmış. Oraya telefon etti, yok. Telefon mu etti, otelin yerini mi öğrendi onu da hatırlamıyorum ama biz taksiye biniyoruz. Bir otele gidiyoruz. Otelde bizi karşılıyorlar. Sonra oda veriyorlar. Nedense iki ayrı oda veriyorlar. Ben ayrı odada yatacağım, annemle Barış ayrı odada ama odalar yan yana. Arada kapı var. Yani birbirimizi görebiliriz. Sonra otelin restoranında güzel yemek yiyoruz. Tabi ben konuşanları anlamıyorum. Bulgarca konuşuluyor.
DDR - DOĞU BERLİN
Annemle saklanmadan sokakta yürümek.
3 gün sonra havaalanına gidiyoruz. Sofya Havaalanı'ndan DDR’a [1] eski Berlin'e uçacağız. Uçakla kısa bir yolculuktan sonra DDR’a geliyoruz. Orada bizi yine birisi karşılayacak. Karşılayacak kişi bu sefer geliyor. Berlin'de, havaalanından bizi alıyor. Komünist Partisi'nin 5 yıldızlı oteline yerleştiriliyoruz.
Çok garip geldi. Sofya'da üç gün kaldım, orayı tam anlayamadım ama Almanya'da garibime giden, sokaklar bomboştu. Çünkü herkesin işi vardı. O zaman komünistin ne olduğunu falan bilmiyordum ama belirli kavramlar vardı. Yani herkesin işi gücü olduğunu, ne bileyim, herkesin evi barkı olduğu biliyordum. Annemle ve Barış'la yürüyüşler yapıyorduk. Çok fazla da uzaklara gitmiyorduk. Çünkü elimizde harita yoktu. Yani göz hafızasıyla, ev ve oteli kaybetmeden öyle yavaş yavaş etrafı dolaşıyorduk. Orada zaten sokakta sadece polis, ne bileyim ben, çöpçüler falan vardı. Onun dışında normal insan çok azdı. Olanlar da böyle sürekli toplu araçlarla bir yere gidip geliyordu, onları görüyorduk. O dönemi biz daha çok otelde geçirirdik. Çünkü otelde havuz vardı, otelin odasında küvet vardı. Küvette oynuyorduk Barış'la ben mesela, zaman geçirmek için. İşte yemek yiyorduk. Yani güzel yemekler yeniyordu. Onlar da çok hoşumuza gidiyordu, farklı yemekler…
Annemle saklanmadan sokakta yürümek güzel bir duyguydu. 24 saat beraberdik.
Ben İstanbul'da hele de annem ile görüşmeden döndükten sonra tedirgindim hep. Beni izleyen var mı? Annem tembih ediyordu buluşmalardan önce veya yanına gittiğim zaman: 'Oğlum, bak birisi izlerse buluşmaya gelme.' veya 'Birisi izlerse yolunu değiştir. Kalabalık yerlere git, izini kaybettirmeye çalış.' O tedirginlik mesela yoktu Berlin'de. Tek oteli kaybetme korkusu vardı. O başka bir korku. Yani o daha hoş bir duyguydu. Öbür türlü çok tedirgindim. Ben minibüslerde her tarafı görürüm diye mesela hep önde oturmayı severim. Berlin'de benim hafızamda kalan güzel anılardı. Barış'la çok mutlu zaman geçirdiğimi hatırlıyorum orada. Onunla sürekli oynaştığımızı, gülüştüğümüzü, şakalaştığımızı hatırlıyorum. Çünkü haftasonları annemin onu getirip bırakmasıyla Barış'la çok iyi bir ilişkimiz oldu. Yani 6 yaş büyüktüm ama o da 5-6 yaşında olunca konuşma diliyle kendi duygularını ifade edebiliyordu. Barış'ın en büyük oyun arkadaşı bendim o zaman. Onu da kontrol altında tutuyorduk. Yani çok bırakmıyordu annem sokağa gider, konuşur diye. Konuşkan bir tipti. Onun için annem baya tembih ediyordu yani 'Barış'la biraz sen uğraş.' diye. Ben de ilgileniyordum Barış'la.
Beş gün Berlin'de kaldık ama o beş gün bizim için çok iyiydi. Çünkü illk defa beş yıldızlı bir oteldeyiz. Lüks bir otel. İstediğimiz yemekleri yiyoruz. Birinci gün bana soruyorlar, 'İngilizce var mı?' 'Yok.' 'Almanca var mı?' 'Yok.' 'Fransızca var mı?' 'Yok.' Baktılar bizde dil yok. Garson bir kadın vardı, ona dedik ki, böyle el haretleriyle 'Ne varsa getir.' Birinci günden sonra hep aynı garson kadın menüyü getirdi bize.
Babam istasyona gelmiyor.
Babamın nereye gittiğini bilmiyoruz. O bizden 10 gün önce kaçıyor. Bizim geldiğimiz yollardan, yani Sofya ve DDR’dan gelecek. Babamın ilk seçtiği yer Stockholm. Çünkü oraya 2-3 arkadaşı iltica etmiş. Demiş ki, 'Ben en azından yalnız kalmayayım.' Babam da DDR’dan eski Berlin'den Stockholm'e uçmak üzere biletini almış. Ama İsveç'ten haber gelmiş. İsveç hükümeti o sırada 3 Devrimci Yolcu mülteciyi Türkiye'ye geri göndermiş.
KOPENHAG’A İLTİCA
Bu haberin üzerine Kopenhag'a iltica etmeye karar vermiş. Kopenhag'a tren bileti almış, merkez istasyonuna gelince inmiş. Orada bir arkadaşına telefon etmiş.
Bu arada biz beş gün otel çevresinde dolaştık, cevap bekliyorduk babamın nereye gittiğini öğrenmek için. Öğrenince biz de trene binip 8 Mayıs 1984 akşamı Kopenhag merkez istasyonuna gittik, bizi Türkiyeli birisi karşıladı. Babam Aladdin'le Zülal diye siyasi arkadaşlarının evinde kalıyor. Bizi karşılıyorlar. Orada güzel yemekler hazırlamış. Babam istasyona gelmiyor, evde karşılıyor bizi. Biz oraya gidiyoruz. Benim hatırladığım, babama sarılıp ağlıyorum. Annem tabi ağlıyor. Aladdin Amca, Zülal...Herkes birbirine sarılıyor. Ben Aladdin ve Zülal'i tanımıyorum. Onlarla ağlaştığımız böyle bir karşılaşma oldu. Barış kabakulak geçiriyor geldiğimiz gün. Doktor falan çağrılıyor.
Ertesi gün babam 'Hadi gel, beraber markete gidelim. Alışveriş yapalım.' dedi. Sonra markete giderken yolda, 'Artık' dedi 'Sen bana Hasan diyebilirsin. Hiç korku duyma.' Onu çok iyi hatırlıyorum ve orada çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Yani ilk defa babamı doğru dürüst Hasan diye çağırabilirim. Süpermarkette dolaşıp Danimarkaca bilmediğimiz için birbirimize bakıyorduk, 'Bu nedir sence? Bu nedir?' Öyle bir ortak anımız var orada. Ufak tefek şeyler aldık.
SİYASİ MÜLTECİLİK BAŞVURUSU
Hafta sonuna denk geldi bizim gelişimiz ve gene önceden tembih edildi bize. İltica için polise başvurmamız lazım ailece. Babam bizden 10 gün önce geliyor. İlk 8-9 gün bir Danimarka Komünist Partilinin evinde kalıyor. Yani ona iltica ediyor ama polise başvurmuyor. Polise, biz gelince, hep beraber başvuruyoruz. Bize de tembih ediyorlar, 'Siz uçakla geldiniz.' Çünkü biliyorsun, herhangi bir ülkeye mülteci gidersen uçakla en son hangi ülkeye gelmişsen seni oraya gönderiyorlar. Almanya'dan geldiğimizi öğrenirlerse bizi Almanya'ya geri gönderirler. Onun için bizim hikayemiz uçakla İstanbul'dan direkt Kopenhag Havaalanı'na geldik. 'Pasaportları ne yaptınız?' diye sorarlarsa 'Pasaportları uçakta tuvalete attık. Çünkü üzerimizde bir şey yok, belge yok nereden geldiğimize dair. Hikayemiz, İstanbul'dan uçakla direkt Kopenhag'a geldiğimiz.
Bu tembih edildi polise gitmeden önce.
OTELDE GÖÇMENLİK
Polise tercüman aracılığıyla iltica başvurumuzu yaptık. 84’te mülteci kampları az vardı Danimarka'da. Kopenhag'da, merkezde bir otele yerleştirdiler bizi ama 1,5 odalı bir oteldi. 4 kişi 1,5 odada kaldık. 2 haftada bir Danimarka Mültecileri Derneği belli bir para veriyordu. Yani yeme içmen için. Bence çok bir hoş dönemdi. Çünkü mayıs ayında Danimarka'ya bahar gelmişti. Tam merkezdeydik. Bizi okula yazdırmadılar. Çünkü okullar haziranda kapanıyor Danimarka'da, ağustosta açılıyordu. Onun için biz okula ağustosta başladık. Okula başlayınca dil öğrenmek gerekiyor. İlk 3 ay dil öğreniyorsun okulda. Babamın Türkiye'den tanıdığı ahbapları bir veya bir buçuk aylığına tatile gitmişler. Bize dairelerini verdiler. Biz onların dairesinde kaldık. Kopenhag dışında bir yerdeydi. 1,5 ay da orada kaldık. Sonra otele geri döndük ama oteldeki hayat da fena değildi. Çünkü otelde büyük bir mutfak vardı. Kendi yemeğini kendin yapacaksın orada. Beraber alışverişi de öyle. Yani şöyle düşün: annemle, ailemle 24 saat beraberim. Gece gündüz. Beraber uyuyoruz, beraber uyanıyoruz, beraber dolaşıyoruz. 3 ay, mayıstan ağustosa kadar böyle geçti.
KARDEŞİMLE OKULA BAŞLADIK
Sonra ağustosta biz yavaş yavaş Barış'la okula başladık. Burada mültecilerin entegrasyonu için 1,5 yıllık bir program var. Dil öğrenmekle başlıyor kültürel şeylerini tanımak için. Annemle babam o programa başladılar. Sonra eylülde bize oturma ve çalışma izni çıktı. 14 Eylül 84'te benim yaşgünümde ilk evimize taşındık, yeni evimiz bomboş bir ev. Hiçbir şeyimiz yok. İlk işimiz eşya almaktı. Burada hafta sonları bit pazarlarına gidip eski eşyaları çok ucuza alabildiğin yerler vardı. Annemle babamla oraları dolaştık işte bir koltuk ve bir yatakla başladık. Sonra gene mültecilerin derneğinden iki büyük kutu evin gereksinimleri geldi. Yani tabak, çatal, bıçak, saat ve battaniye, çarşaf öyle şeyleri verdikleri iki büyük kutuydu. Ve böyle başladık Danimarka'da yeni hayatımıza.
ARTIK AİLECEK BERABERİZ
Eylülde oraya taşındık. 84'te ben 14 yaşıma giriyorum. 14 yaşımda tekrar bir aile olduk. Yani bilmiyorum bu eylül ayları hep hayatımda büyük bir iz bırakmıştır. Ben eylülde doğdum. Darbe eylülde oldu, 12 Eylül 1980'de. 14 Eylül'de, 84'te ben tekrar aileyle birlikte oldum. Yani eylül ayının benim hayatımda büyük yeri vardır.
Bende şöyle bir şey vardı: ailemle birlikte olmanın sevinci her şeyin üstündeydi. Zaten başarılı bir öğrenciyim. Yani kendime okulda güvenim çoktu. Dil olmamasına rağmen ben Danimarkacayı 3 ayda söktüm. Çünkü ilk geldiğimizde yabancı çocukları topluyorlar, onlara ayrı bir sınıf veriyorlar. Orada dil öğreniyorsun. Belli bir süre sonra dil öğrenmeye başlayınca hem Danimarkaca sınıfında hem o yabancılar sınıfında oluyorsun. Bir 6 ay ben öyle karışık okudum ve 8. sınıf yani orta 3'e Danimarka sınıfında başladım. Sonra 8. sınıfın ikinci döneminde bütün dersleri Danimarkaca almaya başladım ama işte-dediğim gibi-3 ayda dili söktüm. Sonra 8. sınıfın sonunda yaz döneminde iki hafta burada yaz okulları dediğimiz, yani okuldan isteyenlerin gittiği bir yaz programı var. Oraya gittim. Orada tamamen Danimarkaca konuşacaksın 24 saat. Burada okuldan gelince anneyle babayla Türkçe konuşuyorsun ama orada 1-2 hafta tatilde olmak beni geliştirdi dil bakımından. Ve çabucak arkadaş edindim, Danimarkalı arkadaşlarım oldu hemen. Futbol oynamaya başladım bir amatör futbol kulübü'nde. Yani çabucak adapte oldum. Benim için hiçbir sorun olmadı. Çünkü yaşamamın sebebi: aileyle birlikte olmam, babamın evde bize yemek hazırlığı, ne bileyim, hafta sonları başkalarının bizi ziyaret edip beraber hoş vakit geçirmemiz... O zamanlar Türk filmleri çok popülerdi. Video kiralardık. Hafta sonu aile boyu 5-6 video izlerdik. Yani beraber bir şeyler yapmanın mutluluğu, sevinci çok büyüktü bende.
Bu arada kardeşim de okula başladı. O da çabuk öğrendi. 6 yaşındaydı Danimarka'ya geldiğinde. Sorun yoktu. O da çabuk adapte oldu okula, arkadaşlar buldu. Oturduğumuz evin büyük oyun bir parkı vardı. Orada oynuyordu. Ben Barış'ın ilkokul zamanında iyi bir, mutlu bir çocukluk geçirdiğini düşünüyorum.
BABAM VE ANNEM İŞ BULDU
Annem de babam da 1,5 senelik mülteci programını bitirdiler. Babam çok iyi Danimarkaca öğrendi. Hala da Danca bilir. Babam bence Danimarkaca'yı Türkçe'ye çeviren en iyi 3 kişiden biri diyebilirim. Çünkü babamın Türkçesi çok iyi. Babam orada-nasıl diyeyim-kreşte sorunlu olan iki dilli çocuklara, pedagoglara yardımcı olarak bir dönem çalıştı. Annem, öğretmenliğe başladı ama tam anadil öğretmenliği değildi. Bazı okullarda iki dilli çocukların fazla olduğu sınıflara iki öğretmen-hem Danimarkalı hem Türkiyeli öğretmen-giriyordu. Annem öyle bir okula başladı. Sonra tamamen anadil öğretmenliği yapmaya başladı çeşitli okullarda. Çünkü haftada bir defa anadil dersi veriliyordu Kopenhag Belediyesi'nde. Annemin de işte farklı günlerde farklı okullarda dersleri vardı.
Bizim gittiğimizde 50 bin Türkiyeli vardı. Şu anda da zaten 70-80 bin Türkiyeli var. Büyük kısmı, %80'i, %90'ı 60 sonlarında iş sebebiyle gelmiş tabi. O zaman Türkiye Komünist Partisi'nin yurtdışında da faaliyetleri vardı. Babam da bu işin içindeydi. Aladdinler de Komünist Partisi'nden dolayı buraya gelmişler. Böyle bir 4-5 kişi, babam gibi, Türkiye Komünist Partisi'den Danimarka'ya politik göçmen olarak gelenler var. Babamlar toplantıları devam ettirdiler. Yani bizim evde, orada burada. İşte Almanya'ya turlar, konferanslar, ne bileyim ben, dayanışma gezileri falan düzenlediler. Yani babam aktifti ama Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi içinde muhalifti. Onun için bir süre sonra ayrılmaya başladı. Yani çekildi biraz. Ama hiçbir zaman politikadan %100 çekilmedi. Yani şu son döneminde çekildi ama o dönemlerde yani 80'lerin ortasından 90'lara, duvar yıkılana kadar bayağı aktifti. Duvar yıkılınca herkes, biliyorsun, başka bir psikolojik bunalıma girdi. O başka bir hikaye ama o döneme kadar bayağı aktiftiler. Annem de öyle. Burada kadınlar gene toplandı. İKD'nin eski genel başkanı, TİP milletvekili Behice Boran da buraya geldi. Mülteciydi. Onlar da bir ekip kurdular. Annem de oradaydı
KOPENHAG’DA DEVRİMCİ FAALİYETLER
Burada bir dernek vardı Türkiye İşçiler Derneği. Babamlar oraya katıldılar. Sonra faaliyetler düzenlemeye başladılar. Ne bileyim 1 Mayıs faaliyetleri, Deniz Gezmiş anmaları... Oraya Türkiye'den sanatçılar veya politikacılar geliyordu. Konuşmalar oluyordu, konserler düzenleniyordu. Bizim gibi mülteci olanlarla ilişkilerimiz vardı.
Bu arada Türkiye'de babamın hakkında dava vardı. Detaylarını bilmiyorum ama üç nokta var: birisi Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi olması. İkincisi Barış Derneği kurucularından olması. Üçüncüsü de Töb-Der Yönetim Kurulu’nda olması. Hem Türkiye'deyken hem buraya geldikten sonra babamın çevresinden bir sürü arkadaşı tutuklandı, işkence gördü. İşte o Musa dediğimiz arkadaşı biz kaçtıktan sonra yakalandı. 3-5 sene yattı. Hapiste işkence gördü. Babamın en yakın arkadaşlarından üç dört kişi vuruldu sokakta. Yani biz cenazelere çok katıldık. Hem 80 döneminde hem de burada. Yurt dışına çıktıktan sonra gidemediğimiz cenazeler de oldu. Yani babam bunun vicdan olarak kendi üzerinde bir rahatsızlık yarattığını söyler. Çünkü geldikten sonra babam hep dönmek istedi ve hemen dönmek istedi. 91'e kadar yani 7 sene Danimarka'da kalınca Danimarka vatandaşı olabiliyorduk. Danimarka vatandaşlığına başvurduk ve olduk. Aynı zamanda ben, annem ve Barış, Türkiye Konsolosluğu'na gidip Türk pasaportu aldık ama babama vermediler davaları düşmediği için. O dönemde Türkiye Komünist Partisi ile Türkiye Birlik Partisi birleştiler. O iki başkan geri döndü. 91'de onların dönüşü Türkiye'de büyük bir yankı yarattı.
[1] Deutsche Democratische Republik - Doğu Almanya