Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak / Hatıralarım - I -
Emek Volkan GÜRKAN
Birinci Bölüm
- Ben ve ailem
- Küçük kardeşim Barış
- İlkokuldayım
- Kulaklık kullanmaya başladım
- 77 1 Mayısında ben de vardım
- 12 Eylül darbesi
- Annem be babam kaçak
- Antalya: Şükran teyzem
- Kaçak pazarcılık
- Kütahya: İhsan dedem
- İhsan dedemin ölümü
- İstanbul’da Nurten halamdayım
- Vahit’in provokatörlüğü
BEN VE AİLEM
14 Eylül 1971 Tokat doğumluyum. 3 yaşımdan 6 yaşıma kadar Gölcük'te, 6 yaşımdan 1984'e yani 13 yaşıma kadar İstanbul'da yaşadım. 80 ile 84 arası dört sene kaçak yaşadım İstanbul'da.
Babam Hasan Gürkan, Türkiye Komünist Partisi üyesi, Barış Derneği kurucusu ve aynı zamanda TÖB-Der yönetim kurulundaydı. Annem Aysel Gürkan da aktif TÖB-DER’deydi. Aynı zamanda İKD, İlerici Kadınlar Derneği'nde de aktifti ama daha çok babam siyasi çalışmaların içindeydi. Annem destek veriyordu. Babam lise öğretmeni, annem ilkokul öğretmeni. Biliyorsun Türkiye'de devlet karar veriyor nereye atanacağınıza. Evlendiklerinde tayinleri önce Tokat’a çıkmış, sonra Gölcük’e, sonra ikisi de İstanbul'a atanmak istemişler.
KÜÇÜK KARDEŞİM BARIŞ
Bir küçük kardeşim var, Barış adı. 1977 Mayıs doğumlu. Barış İstanbul'da doğduğunda ben 6 yaşındaydım. Geçenlerde annemle onu konuşuyordum. Ne zaman tam hatırlamıyorum ama 76-77'de İstanbul'a geldik. İstanbul'da Şişli'de Kurtuluş'ta oturuyorduk. Ben Feriköy İlkokulu'nda başladım, ilk üç sene oraya gittim. Annemin çalıştığı okuldu aynı zamanda. En yakın okul değildi bizim semtte ama oraya işte annemle beraber gidiyorduk. Biliyorsun Türkiye'de hem sabahçı hem öğlenci vardı. Ben öğlenciydim. Annem sabahçıydı. Daha sonra Barış 3 yaşındayken, paramız yetmediği için sabahları bir sene ona ben baktım, annem eve gelene kadar. İlk derslere hep geç giriyordum. O da zaten öğretmenimle anlaşmıştı. Yani 3. sınıfta tüm derslere hep geç geldim.
Babam Maçka Endüstri Meslek Lisesi'nde çalışıyordu ama babam, yanlış hatırlamıyorsam, 79'da bıraktı öğretmenliği. Yani siyasi çalışmaya yoğunlaştı, artık partide profesyonel olarak çalışmaya başladı. Bir tek annem çalışıyordu. Annem darbeden sonra da çalıştı bir süre ama sonra kaçak durumu başlayınca o da bırakmak zorunda kaldı.
İLKOKULDAYIM
Tipik sokak çocuğuydum. Sabahtan akşama kadar dışarıdaydım; yani okul dışındaki saatlerde. Sokaktaki arkadaşlarla, komşu çocuklarıyla oynuyordum. Etrafta park mark da olmadığı için sokakta top oynardık, yakalamaca oynardık, klasik oyunlar oynardık. Kardeşim olduktan sonra kardeş duygusu vardı tabii ama çok ilgilenmiyordum. Hem hala bir bebek olduğu için, hem de okula başladığımdan dolayı kardeşe o kadar ilgi göstermiyordum. Ama 3. sınıfta Barış’a bakmak zorunda kaldığım için kardeşimle bir ilişki başladı. O zaman 3 yaşındaydı, ben 9 yaşlarındaydım. Normal bir hayattı yani. Gerçi babam evde yoktu. Yani sürekli ya toplantı ya orada burada, dışarıdaydı. Akşamları geç gelirdi. Annem ilgileniyordu bizimle daha çok. Babamı sadece evde olduğu saatler içerisinde görebiliyordum.
O da çok sınırlı bir saate tekabül ediyordu; çünkü zaten akşam belli bir saatte yatıyorduk. Babam bazen geç geliyor, bazen akşam yemeğine anca yetişiyordu. Yani babamı o dönemde çok gördüğümü hatırlamıyorum. Ha, bir de şöyle bir şey var; daha sonra öğrendim bunu, babamın Moskova'ya gitmişliği var 2-3 aylığına. Orada parti eğitimi aldığı bir dönem var. O da 77 ile 79 dönemleri arasına denk geliyor. Yani babamın yurtdışına çıkışı var o dönemlerde.
KULAKLIK KULLANMAYA BAŞLADIM
Okulda durumum iyiydi. Başarılı bir öğrenciydim ama işitme sorunum vardı. Kulaklık kullanmaya başladım birinci sınıfta. Çünkü orada fark edildi benim bütün harfleri doğru dürüst telafuz edemediğim. 3 yaşında orta kulak iltihabı geçiriyorum. Farkına varılmıyor. Doktorlar geç olduğunu söylüyor ama o zaman tavsiye etmiyorlar kulaklık kullanmamı. 'Okula başlayınca kendisi istesin daha kolay olur.' diyorlar. Okula başladığımda kulaklıkla başlıyorum, ama bu arada iyi bir öğrenciyim okulda. Başarılıyım, okulu çok seviyorum yani derslerimi, okul arkadaşlarımı. İyi bir Bulgar göçmeni öğretmenim vardı Hacer Hanım diye. Nasıl diyelim, okul her pazartesi istiklal marşıyla başlar cuma günleri marşla kapanırdı. Orada işte ara sıra o marşları ben yönetiyordum. Yani böyle bir öğrenciydim.
O dönem benim için oyun ve okul içinde geçti diyebilirim. Evde babamın olmayışının farkına varmadım. Babamın eksikliğinin sonraki kaçaklık döneminde daha çok farkına vardım. Zaten aile ilişkilerimiz de iyiydi. Halam vardı İstanbul'da yakın olarak. Öbür akrabalarımız Türkiye'nin başka illerindeydi. Onun için halamla iyi bir ilişkimiz vardı.
77 1 MAYISI’NDA BEN DE VARDIM
77, 1 Mayıs'ında ben de vardım. Çok iyi hatırlıyorum. O dönemler çok karmaşıktı. 77 ile 80 arasında ben de yürüyüşlere, mitinglere, grev gözcüsü olarak fabrikalarda dayananışmalara giderdim. Bunlar da benim çocukluğumun güzel anları. Orada dayanışmaları, babamın arkadaş çevresinin çocuklarını tanıdım. O dönem biraz karmaşıktı ama benim için güzel anılardı. Yani fabrika grevlerinde, kapıları kapatıp 24 saat gözlemek, çadırların kurulup yemeklerin getirilmesi, çaylar içilmesi, halaylar çekilmesi... Evet, güzel şeyler olarak hatırlıyorum. Annem de vardı bu faaliyetlerin içinde. Yürüyüşlerde, mitinglerde beraberdik. İKD'nin toplantılarına katıldığımı hatırlıyorum.
O dönemde en çok sıkıldığım şey toplantılara katılmaktı. Yani sigaraların bol olduğu, elimde bir kitap okuyup herkesin orada arka tarafta bağıra bağıra tartıştığı günler. Ama çok sıkıcıydı toplantılar benim için.
12 EYLÜL DARBESİ
Sokağa çıkma yasağı başlıyor 12 Eylül Darbesi'yle. O dönem büyük teyzemin büyük oğlu Almanya'dan İstanbul'a geliyor. Biz onu Sirkeci Garı’nda alıyoruz. Tam 12 Eylül günü geliyor Süleyman Abi'm. Onu hatırlıyorum.
Okullar açıktı ama jandarmaların sokaklarda herkesi, benim dahi, çantamı kontrol ettiklerini hatırlıyorum. Sonra işte bakkallarda Sana yağı kuyruğu, Et Kurumu'nda et kuyruğu. Onları hatırlıyorum 80 döneminde. Babamın uzun süre ortalıkta olmadığını yani eve bile gelmediğini hatırlıyorum. Bir süre okula gittim, Feriköy İlkokulu'na. Ondan sonra 81'de İstanbul'da kaçak olarak yaşamaya başladık. Babam tutuklanmadı, gözaltına da alınmadı.
ANNEM VE BABAM KAÇAK
Annem 'Bu eve taşınacağız.' diyordu, İstanbul'un herhangi bir semtinde. İkimiz eve gidiyorduk badana yapıyorduk, hazırlıyorduk hafta sonu taşınmak üzere. Ama maalesef bazen polis bizim o evi taşınacağımızı öğreniyordu. Oraya taşınmıyorduk. Annem başka bir ev daha buluyordu. Başka bir eve taşınıyorduk. Yani planlar çok çabuk değişiyordu o anda. Benim hatırladığım kadarıyla 6-9 ay içinde 2-3 eve taşındık. Fındıkzade'ye taşınmıştık, Bahçelievler'deydi evimiz. Bahçelievler'den hala Feriköy'e gidiyordum okula. En az iki-üç vasıta ile İstanbul'un bir köşesinden bir köşesine gidip geliyordum. 9-10 yaşlarındaydım. İlk başlarda annemle beraber gidiyorduk ama annem bırakmak zorunda kaldı okulu. Sonra ben gitmeye başladım tek başıma. Zaten yolu o arada öğrenmiştim. Böyle bir süreçti.
Annemle babam kendi başlarına kaçıyorlar. Çünkü o kaçış dönemlerinde sürekli ev değiştiriyoruz. Oradan sonra baktık durum kötüye gidiyor ben Antalya'ya gönderiliyorum, Barış Kütahya'ya gönderiliyor. Aslında ben 4. sınıfı Antalya'da okudum teyzemin yanında. Antalya'ya gönderildiğimde kardeşim babaannemle dedemin yanına Kütahya'ya gönderiliyor. İki tane kuzenim var, Dogu Devrim ve Evren. Onlarla birlikte bir sene geçiriyorum. Teyzem de ilkokul öğretmeni. Onun okuluna yazdırılıyorum. 4'ten 5'e orada bitiriyorum ve o sene içinde annem bir defa Antalya'ya beni ziyaret etmeye geliyor. Onun dışında babamı hiç görmüyorum o sene içinde. Valla ne dediklerini hatırlamıyorum. Neden gönderildiğimi biliyorum çünkü diyorlar ki 'Biz aranıyoruz. Polis arıyor bizi. Kaçmak zorundayız.' Zaten onun İstanbul'da farkına varıyorum o ev değiştirmelerden dolayı ama şöyle bir şey yok, teyzemin yanında ne kadar kalacağım? Yani orası belirsiz o dönemde. Annem hiç şöyle bir şey demiyor: 'Ben seni yarın gelip alacağım veya 2-3 ay sonra gelip alacağım…' 'Bir süre oraya gideceksin.' diyorlar. Yani o belirsizliği çok iyi hatırlıyorum. Çünkü benim kafamda teyzemlerin yanında ne kadar kalacağım sorusu var. Ona net cevap yok. Durumun ne kadar kötü olduğunun farkında değilim ama biliyorum. Aileyi koruma içgüdüsü var. Yani annem babam ne diyorsa ben onu elbette yapacağım. Soru sormuyorum çok o zaman. Ne hissediyorum? Burukluk hissediyorum giderken. Aslında güzel bir soru. Çünkü ben şu anda iki aydır psikoloğa gidiyorum. Orada da psikolog diyor ki, 'O dönemde yaşadığın duyguları hatırlamaya çalış.' Şimdi senin sorduğun soruda da ben o dönem ne hissettiğimi mesela bilmiyorum, hatırlamıyorum daha doğrusu. Uzun bir yol çünkü İstanbul'dan Antalya’ya. Hiç hatırlamıyorum o dönemdeki duygularımı. Şimdi bir rehabilitasyon çalışması içindeyim. Yani o dönemdeki duygularımı hatırlamaya çalışıyorum. Tekrardan kendi kendime, annemle konuşarak, seninle konuşarak, aile fertleriyle konuşarak o dönemi anlamaya çalışıyorum, o dönemdeki duygularımı... Benim için o dönemdeki duygularım belirli değil.
Bunlar aslında konuşulmadı. Mesela ben hiçbir zaman annemle konuşmadım. Annemi hatırlıyorum, beni götürdüğünü, bıraktığını. O konuları hiç konuşmadım. Çünkü annemle daha yeni yeni, bir aydır yavaş yavaş konuşuyoruz bazı dönemleri. Çünkü şöyle durumlar da oluyor: aynı dönemi, aynı anı beraber yaşıyoruz ama farklı yorumluyoruz. Yani benim yorumumla, annemin yorumu, babamın yorumu çok farklı. Ve bazı şeylerde de, nasıl diyeyim, bazı anılarda da tam emin değiliz. Yani olayın nasıl geliştiğinden, nasıl yaşandığından bile yüzde yüz emin değiliz. Hem benim tarafımdan hem anne baba tarafından. Yani bunun daha yavaş yavaş farkına varıyorum. Ama o dönemde kopukluklar çok değil bende. Böyle bir iki aylık dönemler var hatırlamadığım. O dönemi kendin kafanda yorumluyorsun. 'Ha, şu dönemlerde sen şuradaydın. Herhalde böyle yapmışımdır.' gibi. Var öyle kopukluklar bende de.
Benim dört tane teyzem var. Antalya'daki teyzem en yakın ve en çok sevdiğim teyzem.
ANTALYA – ŞÜKRAN TEYZEM
Çünkü İstanbul'a gelip daha önce birbirimizi ziyaret ettiğimiz, gördüğüm teyzemdi. Annemin Antalya'ya gönderme sebebi, teyzemin de biraz solcu tarafının olmasıydı. Güvenebildiği bir teyzemdi. Annemin küçüğü bu teyzem. Ondan dolayı teyzem çok cana yakın yani en çok sevdiğim teyzelerimden birisi. Orada kendimi yalnız hissetmedim. Yani teyzem kendi çocuklarını nasıl seviyorsa beni de öyle sevdi.
Hiç ayrım yapmadı. Antalya dönemini ben iyi bir dönem olarak hatırlıyorum teyzemle birlikte ve çok çabuk geçtiğini hatılıyorum. Hemen hemen 1 sene kaldım. Annem, ben 5'e geçmek üzereyken gelip aldı, İstanbul'a götürdü, ama şöyle bir şey var şimdi, gene psikologla konuştuğum zaman yavaş yavaş bazı şeyleri hatırlıyorum… Bunu ilk defa anlatıyorum, akşam teyzem beni yatırdıktan sonra kendimi çok çok yalnız hissettiğim anlar ve ağladığım akşamlar Antalya'da çok olmuştur. Öbür dönemlerde o kadar çok ağladığımı hatırlamıyorum. Çünkü belki bu benim ilk ayrılık dönemimdi. Kaçaklık döneminde annemle beraberdim en azından. Bu, teyzemin yanında ilk senem ve benim ilk ayrılık dönemim. Gerçi babam evde yoktu ama annemi de göremiyordum. Kendimi çok yalnız hissettiğimi hatırlıyorum ve ne bileyim hayatın ne kadar zor olduğunu… Teyzem bana çok iyi davranmasına karşın gene de kendimi yalnız hissettim. Hem kardeşim yok hem annem yok. Aç kalma veya ne bileyim, okulda başarısızlıktan değil. Gene de derslerim okulda da iyi gidiyordu, o kadar okul değiştirmeme rağmen başarılı bir öğrenciydim ama yalnızlık… Benim aklıma gelen o dönemden, kendimi çok yalnız hissettiğim.
Sonra bir akşam annem çıktı geldi ve beni geri götürdü. E tabi çok mutlu oldum annemi tekrar gördüğüm için. Annem geldiği akşam dedi ki 'Yarın İstanbul'a döneceğiz.'. Hemen hiç beklemeden yani. Çok mutluydum. İstanbul'a döndük. O zaman annem Barış'ı da aldı babaannem ve dedemin yanından. İstanbul'a dönünce babamı da gördük. Yani bir sene sonra Barış, ben, annem ve babam İstanbul'da tekrar buluştuk. 81 yazıydı, ben 5'i İstanbul'da bitirdim.
KAÇAK PAZARCILIK
Ondan sonra 81 yazında babamın parti arkadaşlarının evine sığınmak zorunda kaldık. Çünkü taşınacak, kaçacak bir yer bulamadık. Musa Amca'ydı. Onlar da üç çocuklu. Üç veya dört odalı Bakırköy’de bir evde, bizde dört kişi olarak taşındık. Bu, yaz dönemine geliyordu. O evde babam, annem ve Barış dışarıya çıkamıyorlardı. Bir tek ben çıkabiliyorum dışarı. Okul kaydım da Bakırköy'de bir ilkokula alınıyor. Ben 5'i orada okuyorum. Ailenin en büyük oğlu Yakup benden 10 yaş büyük. Ondan sonra bir kızları var, küçük çocukları vardı. İlkokula Bakırköy'de devam ettim.
Orada yaşam çok stresli geçiyordu. Çünkü evin geçim kaynağı Musa Amca o zaman kaçak olarak manavlık yapıyordu. Küçükçekmece'de büyük bir manav dükkanı var ama asıl işimiz küçük bir kamyonetin arkasına her sabahın köründe sebze meyve doldurup çeşitli semtlerde pazara gitmekti. Yani ne bileyim ben, pazartesi Kadıköy'deki pazar. Salı günü Küçükçekmece, Çarşamba günü Çatalca'da. Perşembe günü Tekirdağ'da. Yani haftanın her günü her farklı bir ilçeye, semte pazara gidiyorduk sabahtan akşama kadar. Bu işe bütün yaz ben de yardım ettim. Yani sabahları erken kalkıyorduk. Musa, büyük oğlu Yakup ve ben 3 kişi kamyonete atlayıp Küçükçekmece'ye gidiyorduk, sebze ve meyveleri topluyorduk. 3 ay ben böyle kaçak olarak çalıştım diyebilirim. Akşamları geri gelirken çürümüş sebze meyve ne varsa, elde kalanlar, onlardan yemek yapılıyordu. Onun için Barış yıllarca patlıcan yiyemedi. Akşamları gelince hep babam karşılardı kapıda. 'Oğlum nasıl oldun? İyi misin? Nasıl geçti günün?' Çünkü onlar sıkılıyor, çıkamıyorlar bir yere. Hafta sonları kamyonetin arkasında bütün aile kaçak olarak ormana giderdik. Ormanlarda piknik yapardık. Yani bütün ailenin tek çıkma olanağıydı hafta sonları kaçak olarak piknikte olmak.
Bir pazar günü Çatalca'daydık. Pazar akşamı, çok iyi hatırlıyorum, geri dönerken tezgahları kamyonete yüklüyorduk. Sebzeler meyveler yükleniyor ama kamyonet hareket etmeye başladı. Ben de beni unuttular zannettim. Arkadan koştum. Bağırıyorum 'Yakup Abi, Yakup Abi!' diye. Kamyonete arkadan tutundum ama o beni duymuyor, ve kamyoneti sürüyor. Çünkü benim korkum Çatalca'dan İstanbul'a nasıl gideceğim? Yani beni unuttular korkusu...O sırada bir sarsıntı oluyor ve ben düşüyorum. Kafamı asfalta çarpıyorum ve komaya giriyorum. Aslında iki defa gidip gelecekmiş kamyonet. Ben onu duymadım. Çatalca Kliniği'nde uyanıyorum. Yakup, Musa Amca orada. 'Oğlum nasılsın?' Ben o anda hiçbir şey hatırlayamıyorum. Kendi kendime soruyorum 'Ben kimim?'. Doktor soruyor, 'Bugün tarih ne, nerdesin?' Farkında değilim. Sonra doktor diyor ki, 'Küçük bir beyin sarsıntısı geçirmiş. Siz bunu yarın hastaneye götürün İstanbul'da.' O sırada kamyonete biniyoruz. Ben ortada oturuyorum. Yakup Abi arabayı sürüyor. Musa Amca da sağda oturuyor. Onların ikisi tartışıyorlar bağıra bağıra, 'Sen niye duymadın?' çocuğu falan diye. Ben tam hatırlayamıyorum, ya kusmak üzereyim, ya böyle bulantı içindeyim. Eve geldiğimizi hatırlıyorum. Babam gene karşılıyor. Babamın karşılama anısıyla ben kusuyorum ve kendimden geçiyorum, bayılıyorum daha doğrusu. Sonra, sonrasını tabi ki ben hatırlamıyorum. Onu annemle, babamla veya Musa Amca'nın anlattıklarıyla biliyorum. Babam ve annem tanıdığımız eski bir doktor arkadaşı Nergis ablayı çağırıyorlar önce. O beni muayene ediyor, 'Acil hastaneye gitmesi gerekiyor.' diyor. Sonra beni Çapa Devlet Hastanesi'ne götürüyorlar. Hastaneye yatırılıyorum ama işte kaçak isim ve kaçak kimlikle. Annem beni başka bir isimle vermiş. Oradaki hemşireler soruyorlar, 'Bu kimin oğlu?' diye. Böyle karmaşa içinde ben hastaneye yatırılıyorum. İlk tedaviyi orada görüyorum ve koma içindeyim ama hastanede yatak yok, yer yok. Eve gönderiliyorum. O kaçak doktor bize yardım ediyor. Her gün eve gelip beni muayene ediyor. Ben bir ay komada yatıyorum evde, yavaş yavaş kendime geliyorum çünkü bir ay hareketsizlikten sonra yeme, içme gibi şeyleri de yavaş yavaş alışıyorum tekrar. Yani o zaman fizyoterapist diye bir şey yok, evde yapılıyor bütün şeyler. Komada olduğum dönem çok stresliymiş evde anlatılanlara göre. Evde büyük gerilim var. Ben bilmiyorum tabi, hiçbir şeyin farkında değilim. İşte kardeşim benimle beraber ilk akşam hastaneye gelmek istiyormuş, sokmuyorlarmış onu benim yanıma. Babam anlatılanlara göre, orası tam belli değil, kendisi kaçaklıktan dolayı hastaneye gelemeyeceği için, bir ara Barış odaya girmek istemiş Barış'ı almış duvara doğru atmış, bilmiyorum ama öyle bir olay olmuş. Bir yaz dönemi işte böyle geçti.
KÜTAHYA – İHSAN DEDEM
Biz zaten o evde kalamayacağımızı biliyoruz. Çünkü orası bir kaçak evi. Başta annemle babamla birlikte kalıyoruz. Sonra ben yazdan sonra Kütahya'ya gönderiliyorum; babaannemle dedemin yanına. Dedem karşılıyor terminalde. Bu işte, ağustosun sonu. Kütahya Lisesi'ne başlıyorum ama Kütahya Lisesi deyince ortaokul ve lise. Yani ben ortaokul bire orada başlıyorum. Dedemle ilişkim çok iyi, baba tarafının dedesi bu. Çünkü baba tarafında ben ilk torun olduğum için çok kıymetliydim. Dedemle ilişkim çok iyiydi. Kütahya biliyorsun gerici bir şehir. Herkesin kapalı olduğu bir yer ama dedemin okula gelip beni koruduğunu çok iyi hatırlıyorum. Koruma altına aldı diyebilirim. Çünkü ortaokula ilk başladığımda müdürün ilk işi uzun saçlı olanların saçını makasla rastgele kesmesiydi. Benim ilk günümde saçım kısa olmasına rağmen- ben hiçbir zaman uzun saçlı olmadım, saçımı kesti bir yerden müdür. Ben bunu evde anlatınca dedemin tepesi attı. Ertesi gün müdüre gidip şikayet etti, 'Bu çocuğa sen nasıl böyle davrandın?' diye. Sonra ilk din dersinde hoca beni çağırdı tahtaya, çık dedi masanın üstüne. Dedi ki, 'Namaz kıl' ama yüksek sesle 'Kıl' dedi. 'Ben bilmiyorum.' dedim. 'Sen nasıl bilmezsin?' dedi. Sonra hoca o demir cetvelle ellerime vurdu. Ben tabi ağlaya ağlaya eve geldim. Dedem 'N'oldu?' falan dedi. Anlattım din dersinde hocanın beni dövdüğünü. Ertesi gün gene okula gittik. Çok iyi hatırlıyorum. Bana 'Sen sınıfının dışında bekle, ben bir hocayla görüşeyim.' dedi. Bağıra bağıra dedemin orada din hocasını azarladığını çok iyi hatırlıyorum. Sonra dedi ki 'Her gün sabah beraber namaz kılacağız. Sen bu namaz işini hemen sökersin.' Kütahya'daki günler böyle zor başladı ama iyi başladı. Okuldan Uğur diye bir çocukla çok iyi arkadaş olduk. 24 saat onunla beraberdim. Dedem de benimle çok ilgileniyordu. Parklara gidiyorduk. Hamama gidiyorduk. Tavla oynuyorduk. Sinemaya gidiyorduk. Babaannem kendi kendine bakardı. Ev kadını tipik, yemekleri yapar, çok konuşmazdı ama 3 ay sonra dedem kalp krizi geçirdi. Daha önce de bir defa geçirmiş dedem. O zaman 'Alkolü bırak 'demiş doktor. Sigarası da vardı tabi. Sigarayı da alkolü de o zaman bırakmıştı. Kasımda Kütahya çok soğuk olurdu. Herkes kömürlü soba yaktığı için dışarıda nefes almakta zorlanırdın. Bizim de bir sobamız vardı. Salonda yanardı, bütün odalar kapalı olur, tek salon sıcak olurdu. Dedem hep aynı yere otururdu. Cumhuriyet gazetesi okuyordu, o arada ben de ders çalışıyordum. Babaannem mutfakta yemek yapıyordu.
İHSAN DEDEMİN ÖLÜMÜ
Dedem kalbi sıkışınca kalbine elini koydu. Karyolaya yatırdım, babaannemi çağırdım. Babaanem de 'Göz kulak ol dedene, ben yukarı komşuya gideyim.' dedi. Çünkü o zamanlar evde telefon yoktu ama yukarıdaki komşuda vardı. O an dedem gözümün önünde öldü. Kalp krizinden gitti. Ben tabi farkında değildim. Çünkü öldüğüne inanmak istemiyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Çünkü olaylar çok çabuk oldu. Yani yukarıdan komşular indi, bağırış çağırış. Sonra doktor geldi. Doktor da zaten beni sünnet eden tanıdık doktor. Kütahya'da sünnet olmuştum. 'Sen bizim evde kalacaksın bu akşam.' dedi. Sonra oraya giderken 'Deden öldü. Başın sağ olsun.' dedi. Ben hala inanmak istemiyordum. Nasıl uyuduğumu, o akşamı nasıl geçirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Ertesi gün yas vardı babaannemin evinde. Halam, babam ve annem de geldiler ama ben o anda hayatımda ilk defa sevinç ve hüznü aynı anda hissettim. Annemle babamı tekrar görmenin sevinci, aynı anda dedemi kaybetmenin üzüntüsü. İkinci gün cenaze oldu yanlış hatırlamıyorsam. Hemen ikinci gün cenazeden sonra babam gitti. Annem kaldı. Babaannem 'Ben buna bakamam tek başıma' dedi. Halam 'Bende kalsın.' dedi. Sonra babaannem, annem ve ben İstanbul'a döndük. Ben halamın yanında kalmaya başladım.
İSTANBUL’DA NURTEN HALAMDAYIM
Bu arada halam ayrılmak üzereydi eşinden. O da kendi hayatının büyük krizi içinde. Küçük bir kızı vardı, 1 yaşında Pınar diye. Ayrıldıkları döneme denk geldi ve halam o arada okuldan tanıdığı öğretmen arkadaşının Büyükdere'de eski ahşap yazlığını kiraladı. Ben, halam ve küçük kızı oraya taşındık. İstanbul'a geri döndüm. Yani Kütahya'da 1 sene, 3-4 ay kalmış oldum. Sürekli yer değiştiriyorum. Bu arada hep yalan hikaye uyduruyorum. Çünkü okula gelince soruyorlar. 'Nerelisin? Annen baban ne iş yapıyor? Kaç kardeşin var?' Onların hepsine yalan hikaye uyduruyordum. Çoğu yerde kardeşin olduğunu anlatmıyorsun, babanın serbest bir iş adamı, annenin ev kadını olduğunu… O kadar çok yalan hikaye uydurdum ki...Her yerde farklı bir şey anlatılınca, şimdi ben bile hikayeleri nasıl anlattığımı hatırlamıyorum. Orada neler olduğunu, gerçek sebepleri hiçbir zaman, hiçbir yerde anlatmadım. İşte ‘bir komünist çocuğu’ veya öyle bir laf maf ben hiçbir zaman duymadım. Öyle bir şey olmadı. Çünkü ilkokul döneminde hep teyzemin veya babamın arkadaşlarının sayesinde kayıt ediliyordum ama kimse bilmiyordu benim annemin babamın ne iş yaptığını. Bizim bütün ailede hemen hemen herkes öğretmen. Halam da lisede felsefe öğretmeni. Halam kendi çocuğuymuş gibi veya akraba çocuğu olarak beni kendi okuluna yazdırdı. Yani okullarda gerçek ismim kullanılırdı, sahte değil ama anne babamın ismi sahte. İlkokuldan arkadaşım yok. Ortaokulda bir Uğur vardı, o da Kütahya'dan. Onunla bir beş altı sene yazıştım ben Danimarka'ya geldikten sonra. Sonra birbirimizi kaybettik. Onun dışında hiçbir arkaşım olmadı.
Bu arada annem ve babam hala İstanbul'dalar ve hala saklanıyorlar, yani kaçak hayatı yaşıyorlar kardeşimle beraber. 82 Aralık'ta Kütahya Lisesi'nden sonra halamın çalıştığı Şişli Lisesi'nde devam ediyorum orta bire. Şimdi şöyle bir şey oldu, annemle babamın nerede olduklarını bilmiyorum ama İstanbul'da olduklarını biliyorum. Çünkü Barış o zaman annemle beraber. Ben halamın yanındayım. Tam hatırlamıyorum ama İstanbul'a geri döndükten bir müddet sonra hafta sonları annemle buluşmaya başladık. Yani annem önceden belirlenmiş bir yerde belli bir saat veriyordu. O da İstanbul'da tipik olarak Şişli ve Taksim civarlarında. Çünkü ben oraları biliyorum. Yani oralar benim büyüdüğüm semtler. Oraya gelip Barış'ı bırakıyordu bana sabahtan. Akşam gelip Barış'ı alıyordu. Ve ben tüm gün Barış'la beraber oluyordum. Sinemaya gidiyorduk, parka gidiyorduk, oyun oynuyorduk. 5 yaşında idi Barış. Genel olarak o dönemi çok iyi hatırlıyorum. Çünkü genelde yüzde yüz aileden ayrılma duygusu hakimdi. Haftanın en azından bir günü olsa bile Barış’ı ve annemi görüyordum. Annem işte bize biraz para bırakıyordu. O parayla öğle yemeği için hamburger, sinema, park, dondurma...Zamanımızı öyle şeylerle geçiriyorduk. Çünkü o zaman (cep) telefon falan yoktu. Yani anlaştığın randevuya anında gelmelisin. Yarım saat, bir saat bekleyebilirdik ama hiçbir zaman ne annem geç geldi , ne ben geç geldim. Hep sabahları, akşamları aynı saatte, anlaştığımız yerde böyle bir 6 ay, hafta sonları Barış'la beraber oldum. Annem halama telefon ediyordu. Büyükdere'de evde telefon vardı. Halam söylüyordu bana. Şu saatte, şurada annenle buluşacaksınız diye. Babamla görüşemiyordum. Babam iki defa böyle rastgele çıkıp geldi, Büyükdere’deki eve. Yani bir iki akşam. Nasıl diyeyim, bir merhaba demeye...Artık onun da durumu nasılsa yani, oradan geçerken mi geliyordu, onu da bilmiyorum. Böyle bir iki akşam o ara babamı görebildim. Halamda kaldığım zaman babamla bir buluşmamızda dışarı çıkmıştık. Böyle ayaküstü bir şeyler atıştırdığımızı hatırlıyorum. Ya kokoreçti ya da dönerdi. Öyle bir şeydi. Orada babam soruyordu, 'Okul nasıl gidiyor?', 'Sen nasılsın?' ne bileyim, duygularımı, ifadelerimi sormuyordu. Yani daha çok güncel olaylar. Ben de ona sormuyordum 'Baba sen ne yapıyorsun, neredesin şu anda? Ne yaptın?' diye. Öyle hatırlıyorum. Yani o dönemde babama ne sorduğumu hiç hatırlamıyorum eğer sorduysam bir şey. Vedalaştığımızda sarıldığımızı hatırlıyorum.
Daha önce anlatığım gibi halamın ayrılık döneminde yanında kaldım. Pınar bir yaşında. Halamın eski eşinin ismi Vahit. Vahit ara sıra o eve geliyordu. Çünkü halamın kendisini geri almasını istiyor. Yani ayrılmak istemiyor. Orada da bir kavgalar, tartışmalar vardı halamla eski eşi arasında ama halamla benim ilişkim çok iyiydi. Beni küçüklüğümden beri tanıyor. Hem Tokat'ta hem Gölcük'te hem İstanbul'da, Kütahya'da halam benim nerede olduğumu biliyordu. Antalya'dayken de telefon edip sorardı. Halamla çok iyiyiz.
VAHİT’İN PROVOKATÖRLÜĞÜ
Ben bir ara annemin nerede olduğunu öğrendim. Cumartesi günleri Barış'ı verdiğim zaman bir iki defa annemle beraber kaldıkları kaçak daireye gittim. Fındıkzade'deydi. Ama annem tembih etmişti o zaman, 'Bu evi kimseye anlatma. Burası bizim kaçak evimiz.' diye. Bir gün akşam halamın eski kocası geldi gene, Vahit. 'Sen artık burada kalamazsın. Sen annenin yanına git.' dedi. O zaman hala ben Büyükdere'deyim. Ve akşam Vahit beni dışarı bıraktı. 84'ün şubat, mart ayı olması lazım. İki sene halamlarla kalmışım. Büyükdere'den annemin evine nasıl gittiğimi hatırlamıyorum ama nasıl oluyorsa ben orayı buluyorum. Bir okul çantam vardı. Daha sonra bu olay bende travma yapmış, belki onun için hatırlamıyorum. Olayları öğrendim, daha sonra anlatılanlara göre, polis baskın yapmış Büyükdere'deki eve. Halam ve Vahit'e demişler ki, ‘abini arıyoruz. Yerini söyle.' O da 'Bilmiyorum' demiş ama Vahit de korkmuş anlatılanlara göre. Beni bırakıyor o akşam. Ben o zaman 12 yaşındayım. Büyükdere’den Fındıkzade’ye nasıl gittiğimi hatırlamıyorum… Yer hafızam çok iyidir. Yani bir yere bir defa gittiğim zaman, o yeri 10 sene sonra hemen bulabilirim. Annemin yerine bir iki defa gitmeme rağmen hemen buldum orayı ve son üç ay annemin yanında kaldım ve orada okulu bıraktım. Oradan okula gitmem tehlikeliydi. Çünkü izlenme korkusu vardı.
Barış'ı yatak odasına sokmuyoruz
Annem 84'ün Mart-Nisan aylarında 'Biz kaçacağız.' dedi. Yani 'Yurtdışına çıkacağız. Onun için hazırlık yapacağız.' Hazırlık ne? Pasaportlar. Kaçak pasaportları benim ezbere bilmem lazım. Bütün isimleri, nerede doğduk, nüfus kaydı, ilçe, nerede olduğunu falan. Pasaportları çok iyi hatırlıyorum, biz Almanya'da işçiyiz. Türkiye'ye tatile geliyoruz. Almanya'ya geri döneceğiz. Babam da Almanya'da bir işçi. O, orada çalışıyor. Bu hazırlıkları biz iki ay içinde yapmaya başladık. Annem ne zaman çıkacağımızı yani kaçış gününü söylemedi ama 'Her an olabilir.' dedi. Bavulları hazırladı yatak odasında ve tembih etti, Barış'ı yatak odasına sokmuyoruz. Çünkü sorar, 'Bu bavullarla nereye gideceğiz?' Barış hala 5-6 yaşında. Daha bilmiyor, olayların, hiçbir şeyin farkında değil. Böyle bir iki ay hazırlık dönemimiz vardı yurtdışına çıkmadan önce.
İstanbul'dan çıkacağımızı duyduğum zaman aslında ben çok sevindim. Çünkü ailemle birlikte olacağım. Benim aklıma ilk düşen şey annemle babamla, Barış'la tekrar beraber olmak. Çünkü ben İstanbul'a döndükten sonra babam halamın yanına bir iki defa geldi. Onun dışında bir dedemin cenazesinde görmüştüm. Nereye gideceğimiz de bilinmiyor Türkiye'den çıktığımızda. Her şey belirsiz. Annem 'Yurtdışına çıkacağız.' dedi ama nereye gideceğimizi annem de bilmiyor. O zaman onun bildiği tek şey Sofya ve onu da bana söylemedi ama benim ilk düşüncem anneme veya aileme tekrar kavuşmaktı.