İfşa üzerine
İmam AKGÜL
İlk önce bu tartışmanın hayırlı olduğunu düşünenlerdenim ve hayırlara vesile olacağını daha baştan söylemekten de bir sakınca görmüyorum. Bana göre, aslında bu tartışma toplumsal yaşamın fay hattını parçalanmış ve altta biriken yıkıcı enerjinin boşalmasını sağlamıştır. Hayrı da tam olarak buradadır. Şimdilik toplumu germiş gibi görülse de, bu gerilimin ardından muazzam bir rahatlamanın ortaya çıkacağı kesindir.
Birey küçük bir toplum, toplumu ise büyük bir bireydir denilir. Bende buna inanıyorum. Her bireysel olarak gördüğümüz davranışların hem dayanakları, hem de kökleri toplumdur. Toplumları da, bireylerin birbiriyle olan günlük ilişki ve iletişimlerinden yola çıkarak tanımlayabiliriz. Kısacası toplumu çözümlediğimiz kadar bireyi, bireyi çözümlediğimiz kadarda, toplumu anlamak mümkündür. Başka türlü ifade biçimi kesinlikle eksik kalacaktır. Toplumsal yaşamda toplum ile birey ilişkisini böyle kurarken, toplumsal yaşamın kuruluş ilke ve yapısını bir kenara koyarak, yaşanılan anı anlamanın mümkün olmayacağını da unutmamalıyız.
Çünkü yanlış hayat, doğru yaşanmaz denir ve kesinlikle doğrudur. Toplumsal yaşam bir kere yanlış kurulmuşsa, bunun üzerine doğru bir yaşam inşaa etmek neredeyse imkansızdır. Bunu öğretilmiş kavram ve kalıplarla anlamakta, ifade etmekte mümkün değildir. Öyle ise toplumsal belleğe, böyle bir pencere açarak bakmak, bildiklerimizi yenilemekte büyük yarar vardır ve ayrıca öğretici olacağı da kesindir.
Toplumsal yaşamın kuruluşu bu yazının çapını çok çok aşacağı için bu konuya kısaca değinip geçeceğim. Hepimizin bildiği gibi, kuruluşu Sümerlerden başlayarak günümüze kadar sürmekte olan bir toplumsal oluşumla karşı karşıyayız. Bu oluşum çok çeşitli formlara girip biçimlenerek varlığını sürdürmektedir. Bu oluşum halinde süren sistem kısacası kapitalist modernite ve bunun zaman ve mekan formuna yada kalıbına giren her toplum kendini devlet olarak kimliklendirmektedir. Bu devletçi yapı, toplumda erkek kimliğinde hem karşılığını ve hem de temsilini bulur. Bunun için bu kapitalist modernite mutlak anlamda cinsiyetçidir.
Bunu iktidar olgusunda en somut biçimde görmekteyiz. Bu adeta toplumda erkeğin rolünü işaret etmektedir. Feodal ilişkilerin egemen olduğu yerlerde sultanı evin reisi olan erkek en güzel biçimde temsil etmektedir. Sultana bakın, ailede ki erkeği görebilirsiniz. Adeta harem kurmadan -ki birden fazla kadınla evlilikte böyle tanımlanabilir bence- tutalım, mülkiyet ve aile içinde karar vericiliğine kadar yetkinin erkekte somutlaştığını görüyoruz. Bütün ayıp ve günahı da kadınların omuzuna yüklemiş olarak erkek, büyük bir sözde şeref ve onur ile toplum içinde dolaşıp caka satmaktadır. Para ilişkisine göre biçimlenmiş toplumlarda da bundan farklı değildir. Paranın sahibi burjuva formatını almıştır o kadar. Sınıfı, ideolojisi ne olursa olsun erkeğin aile içinde rolü sonuçta patronluktur. Aile içi davranışında da bundan öteye geçememektedir. Bu anlamda egemenlikçidir bunu ailesi ile sınırlandırmaz sokağa da taşırma hakkını kendinde görür ve potansiyele sahip olduğunu göstermekten kaçınmaz.
İşte bu yüzdende olsa, kadınların erkek taciz ve tecavüzcülerinin İfşaasını, toplumsal anlamda büyük bir sosyal değişimin kapısını aralamak olarak görmek eğilimindeyim. Sırf bundan ötürüde olsa, niyetleri ne olursa olsun bu kapıyı hiç kimsenin kapatmasına asla izin vermemek, başta biz erkeklerin temel görevi olmalıdır. Eğer yıllarca bilerek yada bilmeyerek boynumuza takılmış egemenlik boyunduruğundan ve bunun kaynaklık ettiği suçlardan kurtulmak istiyorsak, kapının yeniden kapanmasına izin vermemek gerek. Bu aynı zamanda biz erkeklerin yıların çürümüş, kokuşmuş ilişkilerin temsiliyetinden kurtaracak ve vicdanen muazzam bir rahatlamaya yol açacaktır. Buna inancım kesinlikle tamdır.
Bu konuda Kürt halkının çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Çünkü toplumsal ilişkilerin yeniden biçimlenmesi tartışmasına bundan çok önceleri başlatmanın avantajını yaşamaktadır. Sayın Abdullah Öcalan bundan yıllar önce ‘erkekliği öldürmek’ diye formüle etmişti. Ondan sonra bu ilişkiye karşı olarak kadınların toplumun her alanında örgütlenmesinin yolu açılmış oldu. yine toplumsal yaşamın diplerine itilen kadın, bulunduğu konumdan dayanışıp, direnerek çıkmayı başardı. ROJAVA devrimi ile bunu taçlandırmış, başarısını tarihe adeta kazımıştır. Aslında bu formülasyon tabiki bu eril sistemin erkek bedenlerine giydirdiği tüm iktidar araçlarını henüz tamamen atmamış olsa da, bunun için gerekli olan tarihi ve zihinsel araçlarına kavuşturduğu kesindir. Bu araçlarla başlattığı arınmanın günlük yaşamını nasıl kolaylaştırıp güzelleştirdiğini yaşayarak öğrenmiştir.
Eğer bu hareket yüzeysel tartışmanın sığlığında boğdurulmasa çok önemli sonuçları ortaya çıkarabileceğini söyleyebilirim. Erkekler bugüne kadar egemen eril cinsiyetçi toplumsal sistemin kimliğini büyük bir gururla taşıdı. Sadece bu kimliğinden ötürü doğuştan başlayan ayrıcalıklı bir statünün sahibi oldu. Bu statünün keyfini toplumsal yaşamda tepe tepe çıkardı ve sefasını da sonuna kadar sürdürmektedir. Bu ayrıcalığın erkeğe kazandırdığı kibir, erkeğin gözlerine kara bir perde gibi indi. Şişen egosu da kendini ve çevresini yiyip bitirdi. Ancak bunu göremeyecek kadar körelttiğinin farkında değildi. Şimdi bu tartışma bana, yolun sonuna gelindiğini göstermektedir. Bir müsibet bin nasihattan iyidir lafı bu tartışmayla birlikte bir kez daha doğrulanmış olmaktadır.