İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin(!) düşündürdükleri
Fatma KARAKAŞ-DOĞAN
Erkekler ve erkek çocukları, katil, tecavüzcü veya pedofil olmayı istemediğini söylemeli, ‘çağdışı namus anlayışınızın bekçisi filan değiliz‘, demelidir. Demokratik toplumlarda siyasal partilerin görevi, baş sağlığı mesajları yayımlamanın ötesindeyse, mesela CHP’nin Danıştay’da açacağı davaya erkekler de müdahil olabilmeli, CHP’li belediyelerin erkek çalışanları da, kadınlar gibi olan bitene hayır diyebilmelidir.
İstanbul Sözleşmesi'ne Türkiye’nin taraf olma süreci, atılan ilk imzanın aldından, 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM tarafından uygun bulma kanunu çıkarılması ile devam etmiş ve 8 Mart 2012 tarihli olarak Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile Sözleşmenin onaylanma süreci iç hukukta tamamlanmıştır. Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak altında imzaları vardır. Bakanlar Kurulu olarak ayrıca 25 Bakanın da imzası vardır bu metnin altında, bunların arasında Fatma Şahin de vardır.
9 Yıl sonra 20 Mart 2021 günü, aynı Erdoğan, bu kez Cumhurbaşkanı olarak tek kişilik, tek bir bir tekil şahıs cümlesi ile İstanbul Sözleşmesinden Türkiye’nin çekilmesine karar vermiştir. Türkiye’nin demokratik yapı ve kurumlarını hızla kaybettiği, hukuk sisteminin ciddi zararlar gördüğü artık somuttur, ilk defa bir insan hakları Sözleşmesinden cekilme sözkonusu olmuştur dolayısıyla bir tartışma yürümektedir hem cekilmenin usulü hem de içerik olarak çekilmenin anlamı ve meşruluğu üzerine.
Sözleşmeler ve bir bütün olarak hukuk, devlet iktidarının, yurttaşlar lehine sınırlandırılması araçlarından birisidir. Buna karşılık, yurttaşların eşit düzeyde birbirlerinin insan haklarına saygı göstermesi için hukuka ihtiyaç yoktur. Sözleşme, devlet iktidarını ve kamusal gücü elinde tutanları, dezavantajlı konumda olmaları sebebiyle özellikle kadın bireyleri korumak konusunda devlete görev veriyor dolayısıyla eğer Türkiye Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne sunduğu çekilme bildirimini üç ay içinde ğeri çekmezse, artık Sözleşme organları Türkiye’yi denetleyemeyecek zira Istanbul Sözleşmesi'nin 80. maddesi, taraf devletlere tek taraflı bir bildirim ile çekilme hakkı vermektedir.
Yürürlüğe girmesinden sonraki dört yılın sonunda, İstanbul Sözlesmesi'nin Türkiye’de uygulanması hakkındaki ilk GREVIO raporu 2018 yılında yayımlandı, bu ilk ve son raporda Türkiye, politikadan sosyal, siyasal ve yargısal yapılara, göçmenlerin durumundan azınlıklara, medeni hukuktan ceza hukukuna uzanan geniş yelpazede kadınlara ayrımcılık ve şiddet uygulamakla eleştirilmiştir. Kanımca en etkili ve en kilit eleştiri, kamusal gücü elinde tutanların, kadın ve kızlardan bahsederken kullandığı pervasız, aşağılamaya varan, ayrımcı ve onur kırıcı, değerden düşürücü kamusal alan söylemleri ve kötü örnek olma halleri olmuştur. Cumhurbaskanı'nın kişisel bir alınganlıkla Sözleşme'ye takmış olması da bu nedenle düşünülebilir.
Din referans gösterilerek sorgulanamaz kılınan dil ve yaratılan ortam kadınlara da, erkeklere zarar vermektedir.
Birey olma ve kendi kaderini tayin edebilme, insan haklarının özüdür. İstanbul Sözleşmesi cinsiyete dayalı rollerin, birey olma ve birey haklarından yararlanma önünde bir engel olduğundan yola çıkıyor ve şimdiye kadar hiçbir hukuki metnin veya sözleşmenin dokunmadığı bir yere dokunuyor. Sosyal yapıların bu rolleri sürdürme konusunda bireylere baskı yaptığını söylüyor ve devletlere bireylerin önündeki bu engeli kaldırma konusunda görev veriyor. Şehir kültürü, bilim ve eğitim derken zaten toplumsal baskı odakları değerini ve etkisini kaybediyor, gelişme birey haklarının güçlenmesi yönündedir. Işte Türkiye hükümetinin ve teslim olduğu gerici grupların savaş açtığı şey bu değişimdir! Ne dini değerleri kullanarak ne de Osmanlı mirası diye hayıflanarak kimse değişimin önünde duramaz.
Demem odur ki, İstanbul Sözleşmesi sanıldığı gibi kadınları erkeklere karşı değil, her iki cinsi de çağdışı anlayışa ve o anlayışı üreten sosyal ve siyasal yapılara karşı koruyor zira sadece kadınlar ve kız çocukları değil, erkekler, erkek çocukları ve cinsel yönelimi farklı bireyler de bu anlayışın mağdurudur. Toplumsal baskı odakları erkekleri kadınları kontrol etmeye zorluyor, aksi halde onursuz, şerefsiz olmakla suçluyor. Cinsel saldırıya uğramak ne kadar kötü ise, cinsel saldırının faili olmak, tecavüzü cinsellik sanmak veya insan öldürmek de o kadar kötüdür.
Bu oyun sadece kadınlar üzerinde oynanmıyor! Kadınların dayakla terbiye edilmesini savunan zihniyet, erkek çocuklarımızı kullanıyor, onlara nefreti öğretiyor ve onları sevgisizlige mahkum ediyor. Erkekler de, kendilerine çağdışı namus bekçiligini, pedofil olmayı, mesai veya sınıf arkadaşlarına, hayat arkadaşlarına tecavüz etmeyi, onların haklarına saygısızlık etmeyi reva gören gericilerin oyununa gelmemeli, cinsiyet eşitliğine sahip çıkmalıdır.
Devlet aygıtı halk içindir, halka zarar veren kurumları koruyamaz, sürdüremez, böyle bir düşünceyi savunamaz. Yahut bugün olduğu gibi, o devletin yaptığı işlemlerin meşruluğu tartışmaya açılır.
*Dr. Fatma Karakaş-Doğan
Ceza Hukuku Doçenti
Bremen Üniversitesi Hukuk Fakültesi