Kaptan: Namık Tarancı

Kaptan: Namık Tarancı
Namık Tarancı, dünyayı yalnızca yorumlamakla yetinmez; değiştirmeye çalışır. Bu nedenle sokak sokak toplumsal muhalefeti örgütler.

Nusret GÜRGÖZ


Önce bir anı: Dicle Üniversitesi’nde öğrenci olduğum günler. Yıl 1984, son sınıftayım artık. İlkyazın başında, Türk Dili Edebiyatı Bölümü olarak, topluca Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi’nin açılış törenine gitmişiz. Güzel bir gündü, bugüne kadar hiçbir biçimde silinmedi belleğimden bu güzel gün. Avlunun ortasında Cahit Sıtkı Tarancı’nın kardeşiyle fotoğraf çektirmişti(m)k. O fotoğraf için, fotoğrafı alınlık olarak alarak, 2003’te ‘ Bir fotoğraf Üstüne’ yazısını yazmıştım. Bu yazı 2006’da Berfin / Bahar’da yayımlandı. Yakında Berfin Yayınlarından, yayımlanacak olan ‘Dünyanın En Güzel Suçu’ ‘ deneme / anlatı ‘ kitabıma aldığım bu yazıdan, kısa bir bölümü aynen alıntılayacağım:

‘’ Avlunun ortasındayız. Cahit Sıtkı’nın burukluğuyla duruyorsunuz fotoğrafta. Yeni bir aşkın yükünden kurtulmuş olsam da benim gözlerim yine fır dönüyor. Namık’ın babası siz misiniz, doğrusu bilmiyorum. Eğer sizseniz o acıya nasıl katlandınız tahayyül bile etmek istemiyorum.

Duymayanlar ve anımsamayanlar ( Belleksizlik en büyük yeteneğimizdir ya! ) için anlatayım. Namık Tarancı, Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeniydi. 1992 ya da 1993’te şeriatçılarla derin güçlerin arasındaki ilişkileri Gerçek Dergisi’nde teşhir ettiğinden, Bağlar Yanıkköşk’te sokak ortasında güpegündüz katledildi. Yalnız Namık mı, yüzlerce can öyle katledildi.

Gazete haberini okuduğumda canım yandı. Ne yapabilirdim ki gidip bu fotoğrafa baktım yeniden. Oturdum, Cahit Sıtkı’dan şiirler okudum. Sıcağı sıcağına elim varmadı yazıya. Yazmak, bugüne kısmetmiş işte.

Avlunun ortasındayız. Siz Namık’ı kaybetmemişsiniz. Hâlâ gençsiniz. Dinginsiniz. Ben bir aşktan yeni sıyrılmışım. Yelkenlerimi, yeni aşklara açmışım. Rüzgâr bekliyorum. Henüz terk etmemişim kimseyi, kimse beni terk etmemiş. Sokaklar, dağlar, evler... kan gölüne dönmemiş. Vedat Aydın, Hafız Akdemir, Burhan Karadeniz... yaşıyorlarmış, Musa Emmi kahpe bir pusuda yitip gitmemiş, Onat Kutlar şarapnellerin hedefi olmamış, dedem de ninem de babam da yaşıyorlarmış. Veysel Öngören bilge bıyıklarıyla Diyarbekir’in genç şairlerine yol gösteriyormuş. Evsiz barksızmışım. Annem mutluymuş. İlkokula giden küçük kardeşlerim bana mektup yolluyorlarmış. Mektuplarına eciş bücüş yazılarıyla şiirler yazıyorlarmış. Şubat ve yaz tatilleri, aşkla geçiyormuş. Bizim ufaklıklarla sarılır uyurmuşuz. Babamın bahçemize diktiği çiçekleri sularmışız. Olgunlaşan zerdalileri, annem eşbabiye yaparmış. Dut ağaçlarını silkelemek görevi, üniversiteli olsam da, yine benimmiş. Mahallenin tüm kızlarının gözdesiymişim. En çok Dilek hayranmış bana.

Avlunun ortasındayız. Siz Cahit Sıtkı’nın kardeşisiniz. Bense, gençliğinde şiirler yazan, bir garip köy öğretmenin kardeşiyim. Fotoğrafta ikimiz de mutluyuz. Şiir, bizi bir araya getirmiş. Ben bu coğrafyadan ve gelecek günlerden bihaber, şiire ve aşka yelken açıyormuşum.

Namık Tarancı henüz vurulmamış.

Babam tüm sevecenliğiyle yaşıyormuş.

Kimseyi terk etmemişim, kimse beni terk etmemiş.

Acı nedir, yalnızlık nedir, keder nedir, ölüm nedir bilmiyormuşum.

Ayrılık nedir bilmiyormuşum.’’ (1)

Yazgımızdır. Ülkemizde ve bize benzeyen ülkelerde, şairliğimizden önce başka görevlerimiz vardır bizim, biz kalem erbabının. Onun içindir ki Namık Tarancı için Aydın Çubukçu: ‘’ Namık Tarancı için şiir, sınıflar mücadelesinin dışında, kendi başına bir gerçekliği ve etkisi olabilecek, saf bir sanat uğraşı değildi. Şiir, onun için, işçilerin ve ezilen halkın gerçeğini ararken, anlatırken ve savunurken kullanacağı silahlarından birisiydi ve yalnızca böyle bir mücadelenin içinde gerçekleştirebilecek olan bir etkinlikti. O, şiiri, yapılabilecek en güzel eyleme ulaşmanın ve yapılabilecek her eylemi en güzel kılmanın bir yolu olarak görüyordu. Tıpkı, yarattığı ürüne sevgiyle bağlanan ona kendisinden bir güzellik, kendisine benzer bir özellik katmak isteyen bir emekçi gibi… Belki bundan dolayı, ona ‘devrimci bir şair’ demek yerine, önde gelen niteliğini belirtebilmek için, ‘şair bir devrimci’ demek daha yerinde olacaktır…’’( 2) demiştir.

Zaten, her devrimci bir düşbaz; her düşbaz bir devrimci; her şair, hem devrimci hem düşbaz değil midir? 

Diyarbekir / Amed koca bir üniversitedir. Çoluk çocuk, yaşlı genç, eğitimli eğitimsiz, kadın erkek… herkes bilgedir bu kentte. Yoksul sokağın birinde, çay ocağında, küçük bir iskemlede oturmuş, çay içen bir amcadan ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’nı; sokağın köşesinde racon kesen, bıçkın bir delikanlıdan ‘diyalektik ve tarihsel materyalizm’i; sokak sokak dolaşan,ayakkabı boyacısı bir çocuktan ‘devrimin güncel sorunları’nı; başı kapalı, dindar bir genç kızdan Sappho’dan şiir; yakın bir ilçeden ya da köyden kente okumaya gelmiş,  üniversiteli bir delikanlıdan ‘ Zonguldak Havzası’ndaki işçi sınıfı’ nı; yaşlı, beyaz tülbentli bir teyzeden ‘ekolojik sorunlara güncel bakışlar’ı… dinleyebilirsiniz.

Böyle bir kentte 1955’te dünyaya gelmiştir Namık Tarancı. Gençliği yetmişlerin ortasına denk gelir. Diyarbakır; önceki kuşakların uyandırdığı, yeşerttiği ve yetmişlere devrettiği toplumsal muhalefetin her rengini taşımakta, yetişen her genci bu renkliliğin sarmalına almaktadır. Bu sarmala girip ‘komünist’ olanlardandır Tarancı da.

Bizim de düşümüzdür ya… Namık Tarancı, dünyayı yalnızca yorumlamakla yetinmez;  değiştirmeye çalışır. Bu nedenle sokak sokak toplumsal muhalefeti örgütler. Yusuf Karataş, Namık için: ‘’ …Ceyhan Cezaevinde onun mücadele arkadaşı Sait Dayı ( Karakuş ) ile birlikte kalmıştık. 1980 öncesinde DSİ işçisi olan Sait Dayı, bize Namık’ın kendisini nasıl örgütlediğini, Saraykapı’daki derneği ( Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği – YDGD ) ve birlikte katıldıkları eylemleri her defasında sanki yeniden yaşıyormuşçasına heyecanla anlatırdı…’’ ( 3 ) der.

Enerjisi, birikimi, örgütleyiciliği nedeniyle, arkadaşları ona ‘Kaptan’ der. Denize uzak bir kentte ‘kaptan’ mahlasını almasını, Aydın Çubukçu şöyle anlatır: ‘’ … O, devrimci bir genç olarak başladığı politik hayatında, daima kavganın ilk sırasında yer almıştı. Arkadaşları arasında adı ‘Kaptan’dı. Diyarbakır doğumlu bir insan için bu unvan, bir aykırılık gibi durur; denizlere bu kadar uzak, dağlara bu kadar yakın Amed toprağı üzerinde bir KAPTAN! Yakın arkadaşı H. Sancar, ‘ Özgürlük Dünyası’ dergisinin Aralık 1992 tarihli sayısında, ona bu lâkabın neden verildiğine, bir ucundan ışık tutuyor: ’Koskoca okyanuslardan daha çetin ve dalgalı olan sınıflar mücadelesi denizinde Namık, gerçekten bir kaptandı ve bu ad ona boşuna verilmemişti.’ ‘’ (4)

Genç bir devrimci olarak girdiği hayatın önemli duraklarından biridir 12 Eylül 1980. Darbeden sonra gözaltına alınır, yoğun işkenceler görür, ağır işkenceler karşın ‘sır vermez’, tutuklanır. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin ‘köpeğe asker selamı verme, foseptik çukuruna batırma, kaba dayak, yanaşık düzen eğitimi… ‘ ( İşkencelerin bir kısmını bunca yıl sonra bile yazmak ağır geldi, yaz(a)madım. ) gibi ağır işkencelerini yaşar ve de bu işkencelere tanık olur. Cezaevindeki direnişlere katılır. Sonra Malatya Cezaevi’ne gönderilir. 1986’da tahliye olur.

Kaptan’dır o. Dur(a)maz yerinde. Cezaevi sonrasında da yoluna devam eder. ‘Haberde ve Yorumda Gerçek’ Dergisinin Diyarbakır temsilciliğini üstlenir. Bu görevi o günlerde Amed’de üstlenmek, ateşten gömlektir. Yusuf Karataş, bu ateşten gömlek günlerini şöyle anlatır:’’ … Bölgede yönetimin olağanüstü (OHAL) ama ‘faili meçhul’ cinayetlerin olağan olduğu zamanlardı. // En son bir itirafçı ile Hizbi kontra çetelerinin o dönem devlet güçleri tarafından nasıl eğitilip kullanıldığını anlatan bir röportaj yapmıştı. Gerçeğin peşine düşmenin bedelinin ölüm olduğu günlerdi. Apê Musa daha iki ay önce ( 20 Eylül 1992) kaçırılıp katledilmişti. TRT GAP’ta öğlen haberlerini izliyorduk. Birden spikerin ‘ Gerçek Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı faili meçhul bir saldırıda öldürüldü.’ sözlerinin eşliğinde ekranda onun fotoğrafı belirmiş ve sanki o an zaman durmuştu.’’ (5)

Karataş, cinayetin tarihini ve failini yazmamış. Ben yazayım: Tarih 20 Kasım 1992, fail Kontrgerilla’dır. Sözü şimdi Tarancı’nın sevgili eşi Sevgili Derman Tarancı’ya bırakayım:’’ … Onun devrimci yaşam tarzı, mütevazı yapısı, sınırsız fedakârlığı, davasına olan inancı aslında bir karaktere bürünmüştü, adeta yaşam tarzıydı. Coğrafyada haksızlıkları kabul etmeyip isyancı serüveni devrimci sosyalist olma yolunda ilerlemesi. Kürtlerin, demokratların, yurtseverlerin harman edildiği bir coğrafyada sosyalist mücadele etmek, uğruna tek kurşunla infaz edilmesi belki Kaptan’ın yaşam tarzının sona ermesi değil bugüne taşınır olması onun yürekli bir Kürt sosyalist olmasının gereğiydi ve farkındaydı. Bugün yaşamış olsaydı mutlaka yaşanan bu haksızlıklara karşı mücadelenin en önünde olacaktı…’’ ( 6 )

Namık Tarancı’nın şiirleri, katledildikten kısa süre sonra, bir vefa örneği olarak Ocak – 1993’te Evrensel Basım Yayın tarafından ‘ sevdamıza prangalar vurulmaz’ adıyla yayımlanır. Derman Tarancı’nın silahların gölgesinde gazetecilik yapan Namık’ın yalnız hayatına değil; şiirlerine dair söyleyecekleri de var kuşkusuz: ‘’ … Belki de onu diğer gazetecilerden ayıran özellik buydu. Devrimciliği şairliğinden önce geliyordu. Devrimci kişiliğiyle bütünleşen şiirler kendi yöresinin kültürüyle özdeşliyordu. // Şairlik aileden gelme gibiydi sanki. Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeniydi Namık, onun etkisi büyüktü elbette…’’ (7)

Bu tümcelere, onun şiirinin sınıfsal mücadeleden bağımsız olmadığını, yalnız sanatsal uğraş için şiir yazmadığı ekler.

Namık’ın şiirine dair söz sırası Aydın Çubukçu’nun: ‘’… Kuşkusuz onun şiirlerinin başlıca iki boyutunu, devrimci kimliğinin üzerinde yükseldiği gelenek ve eyleminin niteliği oluşturuyor. Bunların yanı sıra, şiirlerine ruh veren diğer bir kaynağın varlığını, Türkçesine derin ve coşkun bir renk katan Kürt sesinde hissediyoruz. Bu özellik, ne bir otantiklik merakının, ne de bir özentinin sonucudur. O, her iki halkın mücadeleci kardeşliğine inanmış bir devrimci olarak, hangi ulustan olursa olsun, her işçinin ve emekçinin ‘benim haykırışım’ diyebileceği ortak bir dille konuşmak istiyordu. Şiirinin bu özelliği eserlerinde her iki dilin sözcüklerini kullanmış olmasından doğmuyor yalnızca; bundan daha önemli olarak, Namık Tarancı, Türk ve Kürt işçilerinin, Kürt ve Türk emekçilerinin bir ve aynı fırtınanın uğultusunu yaratacak olan soluğunu yakalamıştır. O bize, siyah taşlarla örülmüş surların ortasındaki Amed’den seslenir, biz yankısını Zonguldak maden işçilerinin ayak seslerinde, İzmir’in varoşlarında, İstanbul’un tersanelerinde duyarız. Çünkü bu, ‘halkların kardeşliği’ sloganını dolaysız olarak gerçekleştirecek olan somut örgütlenmenin içinden gelen bir sestir. Açık sınıf mücadelesi şiarıyla donatılmadıkça soyut ve duygusal kalacak olan ’kardeşlik’ kavramı, onun dilinde, ‘nasıl bir örgüt, nasıl bir mücadele’ sorularına verilmiş yalın ve kesin cevap içinde, taşıması gereken içeriği kazanmıştır. İşte onun gücünün, anlamının ve güzelliğinin boy verdiği toprak burasıdır… ‘’ ( 8 )

Bölgede Türkçe yazan şairlerin hemen hepsinde, Ahmed Arif’te, Veysel Öngören’de, İhsan Fikret Biçici’de,  A. Hicri İzgören’de, Yılmaz Odabaşı’da, Adnan Satıcı’da, Ahmet Çakmak’ta, Aydın Alp’ta, Azad Ziya Eren’de…,  görülen  doğulu,  mistik, gizemli eda  ve heybetli, asi, baş eğmeyen, gümbür gümbür ton  ile ‘yerel sözcükler’ Namık Tarancı’da da vardır. Tarancı başka bölgelerde ( pek ) kullanılmayan ‘ loğ, sivig, küçe, kastal, purçik, karaxübür, vış, felxer, zozan, serıhıldan, xırçik, helhele, lorke, mexle, şivan, dexle, lepik lepik,… ‘ gibi sözcükleri şiirinde kullanır. Bunun yanında ‘ Dicle, Fırat, Karacadağ, Hevsel Bahçeleri, Ben û Sen, Dıngılava… ‘ gibi, bölgedeki yer adlarına – ki bölgede Türkçe yazan şairlerin pek çoğunun şiirinde de görülen - şiirinde yer verir. Buraları emeğin başkenti Zonguldak’a, toplumsal muhalefetin can damarları İstanbul ve Ankara’ya, soykırımın kentleri Dersim’e ve Halepçe’ye, oralardan da Afrika’ya, Filistin’e, Şili’ye ve Nikaragua’ya… ular.

Türkiye Solu, ancak son yıllarda Ermeni Soykırımı ile yüzleşebilmiştir. Seyfo, yani Süryanilerin 1915’te soykırıma uğraması, Ermeni Soykırımının gölgesinde kalmıştır. Seyfo soykırımı hakkında pek yazılıp çizilmediği gibi, bu soykırımla bugüne kadar yüzleşildiği de söylenemez.

www.seyfocenter.com’da, Kemal Yalçın’ın 26 Haziran 2017’de yayımlanan ‘ Süryani Soykırımı SEYFO devam ediyor’ başlıklı yazısından kısa bir bölümü alıntılıyorum: ‘’ 1915 yılında meydana gelen Süryani soykırımı Seyfo sırasında, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki Süryanilerin 250 000 kadarı katledilmişti. // Metropolit Afram Basavm’ın verdiği resmi belgelere göre, sadece Turabdin Bölgesinden 1914 – 1918 yıllarında meydana gelen Seyfo sırasında; 346 Süryani köyü Müslümanların ve askerlerin saldırısına maruz kalmıştır. 156 kilise ve manastır yakılmış, yıkılmıştı. 13 350 Süryani ailesi, 90 313 Süryani katledilmişti. Ayrıca 154 Ruhani de öldürülmüştü… ‘’ ( 9 )

Türkiye Solu’nda Kemalizm’le ilk hesaplaşanın Kaypakkaya olduğu ve bunun bedelini de nasıl ödediği, bugün artık nerdeyse herkesçe biliniyor. Doğrusunu isterseniz – siz rastladıysanız cehaletime verin – Seyfo soykırımı ile kimsenin yüzleştiğine ben tanık olmadım. Namık Tarancı, bu onurlu yüzleşmeyi de şiirinde; imgelerle, soyutlamalarla, alt anlamlarla… seksenlerde / doksanlarda gerçekleştiriyor ve bize yüzleşilmesi gereken, ağır bir miras / yük bırakıyor ‘’  … başı / bilmem neresine / düşen / boynu / bükük / seyfo / aşağılanıyorsa //…// eğer / gözyaşların / ille de / şakağına / dayalı / namluları / indirecekse / tükür / yüzüne / şovenin / tükür / suratına / caninin //… // o / dağlar ki / ak sakallı / seyfo / dayıların //…// ağzına / dom dom / kurşunu / doldurulduğu… ‘’ (10 )

Politik kimliğinin izdüşümüdür şiirleri. Dillerin kardeşliğini yansıtır:’’... analar / sevgiler / ya omuz omuzlar / ya tek sırlarda düzensiz / Kürtçe Türkçe Arapça söyleşir / analarımız / mahpus kapılarında uyandı / uyuyanlarımız…’ (11 )

Bu politik kimlikteki devrimci bir şairin durağıdır hiç kuşkusuz işkencehane: ‘’ işkenceci nakışçılar / gergef işlerdi ilmik ilmik / cop kırardı avuçlarımız / bitap düşerdi zavalılar’’ (12 )

Bir durağı da cezaevidir: ‘’ mahpus mahpus içinde / hücrem zindan içinde / binlerce çatal yürek / direnir mahpus içinde / hücreler kana doldu / kanlar kızıla döndü / kızıllar şafak oldu / şafaklar şiir oldu / destan oldu… ‘’ (13 )

Politik bilinci; işçi sınıfı mücadelesi ile ulusal kurtuluş hareketlerinin kesiştiği yerdedir. Bu nedenle Kawa’yı anar: ‘’… bugün newroz / yeni baharlar rengindeyiz / uyandı Dicle Fırat / botandan taksime / adım adım newrozlarla / bir mayıslara / halkların kardeşliğine / uzattı kanlı önlüğünü / Demirci Kawa’’ (14)

Bu nedenle Dersim hep yüreğindedir: ‘’ özlem dolu sesimde / zorladı tohum toprağını / gün ışırken fidanlar / ümidim karacadağda diken yaprağı / nar alnında ateş gül kızılında / kan döküldü dersime…’’ (15 )

Bu nedenledir ki Halepçe’nin acısı sinmiştir muhayyilesine: ‘’… mayın tarlasına sürgünün soyu / halepçeler patlıyor havar havar / burnumuz yandı zemheride / kanma yarasanın kol gerdiğine / süngüler gölgesinde rezil i rüsva / satma bir lokma ekmeğe / onurunu / yurdunu / topla çulunu leğenini / yürü aç yalın ayak / ölümse dağlar / öde özgürlüğün bedelini’’ (16)

Bu nedenledir ki Zonguldak’a selam uçurur:’’ … yürümeye başladı uyuyan dev / direnişler / grevler / yürüyüşler / yürümeye başladı bedeni sıska / rengi uçuk / uğultulu bağırsak / yürümeye başladı ocaklar şehirler boyu / el eleydi zonguldaktan botana / alev ışığında kızıl gölgeler / geliyordu beyninde sürgün / ağzında sansür / bileğinde zincir / geliyordu düşe kalka / sürgünü / sansürü / sermayesi zinciri / prangaları parçalaya parçalaya’’ (17 )

Mutafa Suphilerden Denizlere; Mahir’den Kaypakaya’ya … Türkiye Sosyalist Hareketi’nin tarihini sahiplenir, içselleştirir: ‘’… on dört nehir / on dört kanlı hehir / altı karadenizde / emri verenler / katliamı yapanlar / oturdu / mebusu mebusanda…’’ (18 )

’… susar mı Mahir eller // sığar mı damlara / kırar kalemi / kalem kıranlara / ağıt olur dereler / kan kusar kızıldereler / susar mı suda yansıyan / kaypakayalar / su yosun bağlar serinde / ser verir sır serinde / sır susar / şahlanır dik serinde…’’ (19)

Enternasyonalisttir. Bu yüzden :’’ siz kimsiniz / ‘ çapulcular’ / diye sorulmaz / biz emeğiz / işte bütün dünya / Afrikalı zenci / filistinde direnişçi / anti-siyonistim israilde / balkanlarda arnavut / bulgar sırp / ortadoğuda / arap / kürt, türk / amerikada nikaraguada / Kızılderili kabilelerde / almanım japonum / nazizime karşı savaşta / Paris komünüyüm / ben spartaküsüm / ne saf ırkım / ne tek milliyet / ne müslümanım ne Hıristiyan / ben ilkeldim / serf oldum / ben köleydim / köylü oldum / ben işçiyim / ezilenler soyuyum / yeniden boy veririm / Sibirya buz çöllerinde / çünkü ben kardelenim / ben bütün dünya / proleteryasıyım…’’ ( 20 ) der dizelerinde.

Demidir. Yazıyı, Sevgili Namık Tarancı’ya yakışan dizelerle bitirelim: ‘’… şimdi / hedef / yakın / menzile / doludizgin / uçmakta / güvercinler / gün / o gün / berivan / gün gele ki / o / yalçın şafaklarda / andımız / sevdamıza / prangalar vurulmaz’’ (21)

Son sözlerse Aydın Çubukçu’nun olsun: ‘’ Şiiri devrimciliğinden sonra gelen Namık Tarancı’nın yüzü, türkülerinden önce gördü kanı. Ama şimdi bütün kardeşlerinin bilincinde yaşayacak olan şarkıları, bıraktığı boşlukta onun adına yürümeye devam edecekler ve inançlarının gerçekleştiğini, güneşin kansız, kavgasız bir yeryüzüne doğduğunu mutlaka görecekler.’ ( 22 )


Dipnotlar :

1 Nusret Gürgöz, Dünyanın En Güzel Suçu – Berfin Yayınları ( Yakında yayımlanacak)

2 Aydın Çubukçu’nun önsöz yazısı; Namık Tarancı, sevdamıza parangalar vurulmaz - Evrensel Basım Yayın ( 1993)

3 Yusuf Karataş, Evrensel Gazetesi 20 Kasım 2020 Sayı: 7015 ( Namık Tarancı’yı anarken)

4 Aydın Çubukçu’nun önsöz yazısı; Namık Tarancı, sevdamıza parangalar vurulmaz - Evrensel Basım Yayın ( 1993)

5 Yusuf Karataş, Evrensel Gazetesi 20 Kasım 2020 Sayı: 7015 ( Namık Tarancı’yı anarken)

5 Derman Tarancı, Evrensel Gazetesi 20 Kasım 2020 Sayı: 7015 ( Sahiplenmek mücadele etmekten geçer)

7 Derman Tarancı, Evrensel Gazetesi 20 Kasım 2020 Sayı: 7015 ( Sahiplenmek mücadele etmekten geçer)

8 Aydın Çubukçu’nun önsöz yazısı; Namık Tarancı, sevdamıza parangalar vurulmaz - Evrensel Basım Yayın ( 1993)

9 Kemal Yalçın, www.seyfocenter.com erişim tarihi: 27.12.2020

10 Namık Tarancı, sevdamıza parangalar vurulmaz - Evrensel Basım Yayın ( 1993)

11 age

12 age

13 age

14 age

15 age

16 age

17 age

18 age

19 age

20 age

21 age

22 Aydın Çubukçu’nun önsöz yazısı; Namık Tarancı, sevdamıza parangalar vurulmaz - Evrensel Basım Yayın ( 1993)

Öne Çıkanlar