Köy Enstitüleri'ni kapatan zihniyet yönetiyor ülkeyi
Cemal ÇAĞLI*
Geçmişi unutup bugünü anlamaya çalışmak nedenleri bırakıp sonuçların, olguları bırakıp olayların ve kişilerin peşinden gitmek demektir. Böyle olunca da bütünlüklü bir analiz yapmak da, problemin çözümünü bulmak da mümkün olmuyor.
Ayrıca tarihi bir süreci doğru anlayabilmek için sadece resmi tarihin penceresinden bakmamak gerekir; çünkü her tarihin iki yüzü vardır. Aradan yaklaşık 98 yıl geçmesine rağmen bu ülkede hâlâ demokratik hukuk devleti kurulamamış ise bunun temel nedenlerinden biri tarihe hep yönetenlerin gözüyle bakmış olmamızdan ve ‘öteki’ tarihi yok saymamızdandır. Bilimsel önermeler yerine ideolojik ve siyasi önermelerle tarihi süreçlerin analizini yapmamızdandır.
Bugün hukuk, yasa, anayasa tanımaz bir rejimle karşı karşıya gelmişsek Cumhuriyet rejiminin temellerinin sağlıklı atılmamasındandır. Bu konudaki görüşlerimi saklı tutarak asıl konuya gelelim.
Laik, demokratik Cumhuriyet düşü
Laik ve demokratik bir Cumhuriyeti kurmak için yola çıkanlar, başlangıçta çok kültürlülüğün hedefe varmak için ek bir enerji yaratacağını görmüşler ve 1921 Anayasası ile de ilk olumlu adımı da atmışlar; ama arkası gelmemiş ve çok kültürlülük yerine insanlığı karanlığa götüren tekçiliği seçmek zorunda bırakılmışlar; ekonomik gücü elinde bulunduran ve demokratik bir devletin kurulmasını istemeyenler tarafından.
Cumhuriyetin kurucuları, 16 milyonluk nüfusun 14 milyonunun köyde yaşadığı gerçeğinden hareketle kalkınmanın yolunun tarımdan geçeceğini anlamışlar.
Ancak bu şekilde kendi kendine yeten bir ülke olunabileceğinin bilinciyle "Köylü milletin efendisidir" diyerek yüzde 90’nın okuma –yazma bilmediği köylere, 1926’da Köy Öğretmen Okullarının kuruluşunu gerçekleştirerek ilk ciddi adımı atmışlar. ( Köy Öğretmenler Okulları ayrı bir yazı konusu)
Köy Enstitüleri'ne giden yol
Bu süreç 1935’de Atatürk tarafından Eğitim Bakanlığına atanan Saffet Arıkan ile Köy Enstitüleri'nin kuruluşuna başlanıyor. Köy Enstitüleri'nin kurucu babası sayılan İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim genel müdürlüğüne atanmasıyla hız kazanıyor, 1938’de Hasan Ali Yücel’in( Şair Can Yücel’in babası) Milli Eğitim Bakanı olmasıyla doruk noktasına ulaşıyor ve Nihayet 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu’nu bir dizi engele rağmen Meclis'te kabul ediliyor.
Bilinenin ama unutulanın tekrarı
Köy Enstitüleri'nin yapısı işleyişi ve amacı konusunda bilinenin tekrarını yapmanın bir anlamı olmadığını, asıl meselenin, toplumsal yapıda büyük değişimlere yol açacak ve toprak reformuyla birlikte ülke ekonomisini ayağa kaldıracak bu projenin ömrünün neden yaklaşık 7-8 yıl olduğunu altını yeniden çizmektir. Sayın Servet Tanilli’nin " Nasıl bir eğitim istiyoruz" kitabında ayrıntılı bir şekilde yazdığı gibi; Köy Enstitüleri'ni kuran ve kapatan iktidarın aynı olması, yani CHP olması raslantı değildir. " Özetle, Köy Enstitüleri, Türkiye’deki sınıfsal gelişmelerin mantığı bakımından yıkılmaya mahkumdu…Köy Enstitüleri, belli bir toplumsal, sınıfsal ortamın ürünüydüler ve belli bir sınıfsal çatışmanın kurbanı oldular" diyor Sayın Tanilli.
Yıkım başlıyor
Yıkım, önce Köy Enstitüleri'nin kurucusu olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un 1946’da CHP tarafından görevden alınmasıyla başlıyor.**
Açan da kapatan da aynı güç
1942’de kurulan Yüksek Köy Enstitüleri 27 Kasım 1947’de yine CHP’nin iktidarı döneminde kapatılıyor ve ilginçtir, Köy Enstitüleri'nin kurulmasını canla başla savunan İsmet İnönü bu defa kapatılmaları yönünde düşünce belirtiyor ve onaylıyor!
Kırsaldaki feodal üretim ilişkilerine son vermek amacıyla çıkartılmak istenen toprak reformu yasası ise ancak 1945’te meclisten geçiyor ama geçtiği gibi kalıyor, hayata geçmiyor
Laik eğitimde din eğitim olmaz diyen CHP 1949’da Ankara Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesini kuruyor ve yine aynı yılda İlkokul programına din dersini seçimlik ders olarak koyuyor.
1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk uygulamamaları, din dersini zorunlu derse dönüştürerek eğitim birliğinin parçalanması anlamına gelen iki başlı eğitimin yolunu sonuna kadar açıyor,1928’de başlayan karma eğitime son veriyor ve Arapça ezan yasağını kaldırmak oluyor.
Gerici güçler durmak bilmiyor
1951’de ise köy ebeleri ve sağlık elemanları yetiştirmek için açılan Köy Enstitüleri Sağlık kolları kapatılıyor. Yıkım hızlanıyor 13 Ekim 1951’de 7 ilde İmam Hatip okulları açılıyor ve 1970’lere gelindiğinde İmam Hatip okullarının sayısı 72 oluyor. 1952’de Menderes’in Başbakanlığındaki DP iktidarı NATO üyeliğini kabul ederek kendilerini besleyen gücün kim olduğunu da ortaya koymuş oluyorlar. "Tam bağımsız Türkiye" sloganı yerini ABD emperyalizmine bağımlılığa bırakıyor. Kurulmak istenen laik eğitim sistemine son darbeyi vurmanın tam sırasıdır artık! 27 Ocak 1954’de Köy Enstitüleri ile İlköğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkındaki Kunun’la Köy Enstitüleri kapatılıyor.
Laik ve demokraik eğitimin ölüm fermanı
1980’lere gelindiğinde İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci sayısı meslek liselerinde okuyan öğrenci sayısını geçiyor. Başlangıçta meslek liseleri olarak açılan İmam Hatip okulları meslek lisesi statüsünden çıkartılıp temel eğitim kurumlarına dönüştürülüyor. "Aydın din adamı" yetiştireceğiz diye toplumu aldatanlar İmam Hatip okullarında 1980 darbesini hazırlayanlar tarafından sivil milis güç olarak solcuların, devrimcilerin, demokratların karşısına çıkartılıyor ırkçı, faşist güçlerle birlikte. Böylelikle hiçbir sivil iktidarın yapamayacağı şeriatçı dönüşümü 12 Eylül 1980 askeri diktatörlük eliyle gerçekleştiriyor. Artık din dersinin ortaokul ve liselerde de zorunlu derse dönüştürülmesinin önünde hiçbir engel kalmıyor. Geçmişte olduğu gibi devletin kurucu partisi CHP, olup bitenler karşısında seyirci kalmayı seçiyor, hatta ‘terörü bitirdi’ diye 12 Eylül dikta rejimini dolaylı destekliyor…
Laik eğitime El Fatiha!
Uluslararsı sermayenin taşeronloğunu yapan dikta rejimi ve fetva kurumuna dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde her köşe başında Kuran kursları açılıyor, camilerin sayısı okulların sayısını geçiyor, Alevi köylerine bile camiler yapılıyor; tarikatlar, cemaatler, dini vakıflar mantar gibi ortaya çıkıyor. Böylelikle "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar" düşünün gerçekleşmesi bir başka bahara kalıyor.
Yazıyı, 7 Nisan 1978’de silahlı saldırıya uğrayıp belden aşağı felç olan; ama mücadeleden vazgeçmeyip son nefesine kadar demokratik bir Türkiye için direnen ve nihayet 29 Kasım 2011’de aramızdan ayrılan değerli bilim insanı Servet Tanilli Hoca’mızla bitirelim: "… Aslında bir bütün olan insanları, daha baştan kâfir olanlarla olmayanlar diye ikiye ayıran; cihat çığlıkları atan; kadın- erkek eşitliğini yadsıyıp kadına cennette bile özgürlük tanımayan; kafalara cin, peri ve melek hurafelerini dolduran bir dinin eğitiminden geçen bir insanın, başta bilim ve akılcılık olmak üzere çağdaş değerlere saygısı olabilir mi?"***
Boğaziçi üniversitesinde demokratik haklarını kullan öğrencilere yapılan şiddet ‘çağdaş değerlere’ asla saygılı olmayacaklarını anlatıyor hepimize.
* Eğitimci
** Niyazi Altunya/ Köy Enstitüleri Sistemi/ Cumhuriyet Kitap, Talip Apaydın/ Köy Enstitüsü Yılları/ Literatür yayınları
*** Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz. 1988 basım, Amaç Yayınları