Kürtlerin kara gözü ve sandık
Mehmet Nuri ÖZDEMİR
Tüm dünyada yeni bir çağı başlatan Fransız ihtilalinin devrimci etkisiyle monarşiler parçalandı. Fransız İhtilali sanıldığı gibi monarşilere tabi olan her halkın özgürlük, eşitlik ve kardeşlik talebine cevap olamadı; bilakis ihtilalden sonra kurulan ulus devletlerin eliyle bir çok halkın sömürge haline gelmesine neden oldu. İhtilalin etkisiyle bazı uluslar monarşilere karşı kendi kaderini tayin etme hakkını elde ederken bazı ulusların ise kaderine el konuldu.
Denilebilir ki Kürt milleti, nüfusu, dili ve kültürü ile Fransız İhtilali sonrası kaderine el konulan, ezilen ve sömürülen halkların başında gelmektedir. Monarşilerin yerine kurulan modern ulus devletlerin homojen yurttaş inşa etme politikasının bir sonucu olarak egemen halkların sömürgesi haline gelen Kürt halkı ihtilalden olumsuz etkilenerek kendi coğrafyasında adeta mülteci haline geldi.
Fakat bu yazının derdi Kürtlerle ilgili uzun tarihsel arka planı içeren bir kazı yapmak değil. Gerçeklerle yüzleşmek isteyen herkes iletişim çağının nimetlerinden de faydalanarak Kürtlere dair gerçeklere ulaşabilir. Bu yazıda Bakûr Kürtlerinin kendi kaderini belirlerken sistem partileri tarafından seçme-seçilme hakkının (oy hakkının) istismar edilerek Kürt meselesinin sandığa indirgenmesi ve sonrasında çok çabuk unutulan vaatlerin ve sözlerin yeniden temcit pilavı gibi Kürtlerin önüne sürülmesi üzerine olacak. Bu nedenle son zamanlarda Kürt siyasi çevrelerinin dışında sistemin siyasi partilerinin ve kimi siyasi aktörlerin "Kürt" vurgusunu ön plana çıkarmaları ve Kürt halkıyla "iltisaklı!" hale gelme arzuları üzerine bir kaç kelam etmeye çalışacağım.
Saadete gelirsek, muhalefet cephesi Kürtlerin neredeyse tüm belediyelerine kayyım atandıktan sonra Kürtleri yeni yeni keşfetmiş gibi bir ruh halini yaşıyor. Davutoğlu "Roj Baş" diyerek anadilde eğitimden bahsediyor, M.İnce Diyarbakır karpuzu aşkıyla yola çıktı, CHP Kürt raporu hazırlıyor, Babacan iktisadi ve siyasi haklardan dem vuruyor. Muhalefetin bu hamlesi, "bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü" meselesi gibi. Tabi bu senkronize çıkışın Kürtlerin kara kaşı, kara gözünün hatırına olmadığını bilmemek zor değil. Olası bir seçimde Kürt oylarının sandık öncesi garantiye alınma çabası söz konusu. Fakat oy bile olsa herkesten istenemeyeceğini; kısacası oy istemenin bazı etik-politik bariyerleri olması gerektiğini söylemek gerekiyor. Siyaset ya da siyasetsizlik toplumsal vicdanda yara açmışsa öncelikle onu onarmayı bilmek lazım. Onun için oy dediğimiz şey alıp satılan ve el değiştirilen bir meta ya da nesne değil, böyle de olmaması gerekir. Varoluş sorunu yaşayan bir halk için oy meselesi ilk başta iradedir sonra da ekmek, su, dil, kültür, sokak ve yaşadığı kentlerin kaderini belirleyen bir olgudur. Onun için ezilen bir halktan oy istemek onun iradesini, onurunu, ekmeğini, terini, kentini ve sokağını istemekle eş değerdir. Bu anlamda Kürtler kime ne vereceğini, siyasi partiler de kimden ne istediğini bilmek zorundadır. Bu anlamda Kürtlerin oyunu almak ve onu taşımak ağır bir yüktür.
Kürt halkı kafa karışıklığı yaşamamalıdır. Kürtler hangi koşullarda yan yana durabilir, hangi koşullarda farklı siyasetler yapabilir; Kürt halkının, ekonomik, siyasi ve kültürel talepleri nelerdir, Kürt siyasal hareketleri bu konuda öncülük yapmak zorundadır.
Kendini bil demiş Sokrates. Kendini bilmek ise yolun yarısıdır derler. Kürtlüğün kendini bilmeye ve tanımaya başlaması yakın dönem siyaseti ve bölgesel gidişatı doğrudan etkileyebilecek bir enerjiyi içinde barındırmaktadır. Kendinizi tanımadığınız zaman ne olduğunuzu ve ne istediğinizi bilemezsiniz. Bunu başkalarına da anlatamazsınız. Onun için siyasal taleplerin ön koşulu kendine olan saygı ile başlar.
Yaşanılanlardan dersler çıkarmak gerekiyor. Kürtler nerede hata yapıyor? 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca kurucu parti CHP'nin, sağ- kapitalist-muhafazakar ve İslamist partilerin, sosyalist çizgideki hareketlerin, cemaat vb sivil toplulukların içinde kalan Kürtlerin son kertede artık başkaları için değil kendileri için bir şeyler yapma zamanı gelmiştir.
Bunun için bugüne kadar her defasında Kürtlerden alınanları geri isteme zamanıdır. Kürtler, CHP’den cumhuriyet tarihi boyunca yasakladığı dili ve kültürü geri istemeli. İktidarda kaldıkları süre boyunca oy istemeden önce aldığı canlardan, harabeye çevirdiği ve insansızlaştırdığı yerleşim birimlerinden dolayı özür dilemesini istemeli. Katledilen Kürt liderlerinin mezar yerlerinin açıklanmasını istemeli. CHP, Habur ve sonrası çözüm sürecine neden katkı sunmadığını açıklayabilmeli.
Akp ve İslamist kesimden vesayet rejimleri boyunca kendilerini yalnız bırakmamanın ve demokrasi için ödenen bedellerin karşılığını istemeli. Yıllarca Kürt halkı İslamcı partilere oy verdi ve onları destekledi. Peki Kürtlere sistem karşısında birlikte ezildiklerini, kendilerini desteklemeleri karşısında İslami adaleti çağdaş dünya ile birleştirerek sorunları çözeceklerini ve kendi iktidarlarında Kürtlerin haklarının teslim edileceğini iddia eden İslamcılar Kürtler için ne yaptılar? Kürtlere neden ihanet ettiklerini, neden barışı buzdolabına kaldırdıklarını, demokrasiden, adaletten ve hukuktan neden vazgeçtiklerini açıklamalıdırlar.Tabi ki demokratik siyaset alanında büyük emeklerle kazanılan ve yerel iradenin sembolleri olan Belediyelerin iade edilmesini ve içerde tutulan belediye başkanlarının ve siyasetçilerin özgürlüğünü günümüzün muktedirleri olan İslamcılardan istemelidir.
Deva Partisi ve Gelecek Partisinin liderleri 18 yıldır iktidarda olan partide üst düzey görevlerde bulundular. Şimdi farklı partilerde siyaset yapıyorlar. Bu çok demokratik bir haktır. Şimdi anadilde eğitim başta olmak üzere Kürt halkının bazı haklarını dile getiriyorlar. Doğrusu bu tür değişimler sevindirici olduğu kadar düşündürücüdür. Kürtler bu iki partinin liderlerine sorabilmeli. Sizler iktidarda iken Kürtlere dair neler oldu, sorunlar neden çözülmedi, neden birçok şey lafta kaldı?
Kürtler, tüm baskı ve sindirmelere rağmen başta HDP olmak üzere Kürt halkının iç ve dış barışını, birliğini ve geleceğini dert eden tüm Kürdi ve sosyalist parti ve hareketlerden daha örgütlü, disiplinli ve sonuç odaklı temsiliyet biçimlerini geliştirmelerini ve Kürt halkının her türlü sorunlarının sesi olmalarını talep edebilmeli. Bir halk varolmak istiyorsa kurumsallaşmalı, siyaset ve sivil toplum ilişkilerini çağın ve toplumun ihtiyaçlarını gözeterek yeniden düzenleyebilmeli ve sorunlara çözüm odaklı stratejilerle yaklaşabilmeli. Diyalog, müzakere, barış ve diğer iyi şeylerin tümü evin içinde varsa o zaman başkasından da talep etme hakkına sahip olunabilir. Yoksa herkes bir başkasının omuzunda ağlamaya devam eder. Haliyle rasyonel bakmaktan başka bir yol yok. Buradan hareketle Kürtler siyasetle daha çok ilgilenmek, hatta yaşamın her alanında doğrudan siyasete dahil olmak zorundadır. Başkasının sofrasında garnitür olmaktansa kendi sofrasını kurabilmelidir.
Tüm sistem partilerinin oy odaklı Kürt ajandalarının işlevsiz hale gelebileceği bu atmosfer Kürtler açısından bir fırsat olarak da okunabilir. "Raporculuk" (Kürt meselesini sadece rapor hazırlamakla sınırlı tutan CHP çizgisi) ve "Paketçilik" (Kürt meselesini sadece paketlerle sınırlı tutan ve yasallaştırmayan akp çizgisi) ile kurulan taktiksel ve politik oyunların su yüzüne çıkması Kürt halkı açısından sistem partilerine olan inandırıcılığın ortadan kalkmasını gerektiren bir durum. Kürt halkının sorunlarının çözümü konusunda somut ve kalıcı adımların atılamaması, siyasi liderlerin seçim zamanlarında verdikleri vaatlerin zaman içinde oyalamaya ve söz oyunlarına dönüşmesi, sistem partilerinin çözüm adı altında bir kısım düzen Kürtlerini zenginleştirerek sisteme entegre etmekten başka bir işleve sahip olmayan, kamusal fayda sağlamayan çözüm ve manipülasyonlarının gün yüzüne çıkması sistem içi partilere olan çözüm beklentisinin darbelenmesinin yaşanmış deneyimleri sayılabilir.
Kürtlerin bundan sonraki tutumu yaşanan deneyimlerin ne kadar bilince çıkarıldığının göstergesi olacak. Kürtler siyasetten ve siyasi yollardan umudunu ve inancını yitirmeden ya halk olarak taleplerini ortaklaştırarak daha pragmatist ve rasyonel bir yol izleyecekler ya da parça parça olan ve hiçbir siyasi hakkı garantilemek ve iade etmek için risk almayan, kendi parti ve aile menfaatlerini herşeyin önüne koyan sitemin siyasi partileri arasında bölünmeye ve onların kapısında yaşamaya devam edecekler.
Yüzüncü yılına girecek olan Cumhuriyetin çatı olarak kalması ve demokratikleşmesi ancak Kürtlerin kurucu yurttaş olarak haklarının tanınması ve özgür yurttaşlar olarak Cumhuriyete dahil olmalarına bağlı olduğunu şovenist olmayan ve şatafatlı mekanlarda halklar adına fantastik kurgulara kapılmayan dahası aklı başında olan her Türk ve her Kürt bilir. Dolayısıyla Kürtlere samimi yaklaşım ortak geleceğe ve demokratik cumhuriyete yaklaşımla eş değerdir.
Her Kürd’ün kendine ve kendi halkına dair planlara ve stratejilere dahil olma hakkı vardır. Bu nedenle Kürtlere dair aktüel meselelerin, siyasi parti, STK vb alanlarda cereyan eden söylem, iddia, tez ve vaatlerin Kürt halkı trafından doğru bir bilinçle ele alınması hayati düzeyde önemlidir. Sanayi devriminden sonra nasıl ki işçi sınıfı "yanlış bilinç-doğru bilinç" kavramlarının birbirinden ayırt edilmesine ihtiyaç duyduysa biz Kürtlerin de karşılıklı bir şekilde birbirinden öğrenerek yanlış bilinci teşir edip doğru bilince sahip olmak ve bunu kollektif bir hissiyata dönüştürmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Yoksa ne olur? Antik Yunan Mitolojisindeki Sisifos’un başına gelenlerin aynısını yaşarız. Sisifos, tanrıları kızdırdığı için bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmıştı. Taşı dağın tepesine her çıkardığında taş aşağı yeniden yuvarlanıyor ve Sisifos aşağı inip tekrar taşı dağın tepesine çıkarmak için uzun süre uğraşmak, terlemek ve kanamak zorunda kalıyordu. A.Camus ise bu kısır döngüyü aynı sonuçların alınacağını bile bile Sisifos’un yeniden yeniden denemesinin hem "trajik" hem de "absürd-saçma" olarak tanımlamıştı. Her ne kadar Camus "tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter" dese de Kürt halkının kalıcı sonuçlara ihtiyacı var ve kayayı sürekli tepeye taşımaktansa ya kayayı tepede durdurabilecek mekanizmaları bulması ya da kayayı durabileceği başka bir zemine taşıması gerekiyor. Muhalefetin bu hamlesine karşı kimi dersler çıkarılmadan sadece oy üzerinden kurulacak ilişki kanımca Sisifos’un yaşadıklarından farksız olmayacaktır. Dolayısıyla Kürtler temkinli yaklaşmak ve Amed’lilerin deyimiyle "Ayıx" olmak zorundır.