Laboratuvarın bekçisi

Laboratuvarın bekçisi
İtirafçılardan birinin şu cümleleri bunu destekler nitelikte: 'Bize kafirlerin kafalarını keseceksiniz dediler. Tamam dedik'

Aris NALCI


Türkiye'de deprem gündemi birdenbire değiştirdi.

Bir afet uzmanı şöyle diyor:

"Bu bir afet değil ki ben yorum yapayım. Bu insanın kendi eliyle yarattığı bir felaket"

doğru söylüyor. Bu bir felaket. Biz yarattık. Elazığ'da, Adapazarı'nda, Van'da, İzmir'de...

Dünyanın her yerinde yaratılan felaketlerin sonuçlarına katlanıyoruz.

Ben karmaya inanırım.

Ne olursa olsun gün gelir yaptığınız hatalar dönüp sizi bulur ve hesabı ödetir...

Bazen korona bulur sizi, bazen kader...

Türkiye'de son bir ayda iktidar medyasının her haber bülteni Karabağ savaşı ile açılır ve kapanırken. Sürekli sivil alan bombalayan Ermenistan haberleri verilirken. Durmadan NAVTEX ilan edilip Doğu Akdeniz'de sismik arama sebebiyle Yunanistan'a savaş ilan edilirken.

Deprem gündemi içeriye döndürdü.

Halkın gündemi zaten ekonomiydi, savaş değil. Ama her gün savaş konuşan yöneticileri olan bir ülkede doğal olarak hükümetin gündemi halkın gündemini eziyor...

Gündem bu denli değişken ve her şey çok kolay unutulmaya çalışılırken gelin ben size yine Karabağ'dan bahsedeyim.

Neden mi dönüp dolaşıp Karabağ'dan bahsetmek istiyorum, çünkü Türkiye'de olan bitenle çok alakalı...

Türkiye yıllarca komşuları ile didişip savaştan beslenen bir ülke haline geldi.

Bir yandan Yunanistan depremde yardım eli uzatırken, Türkiye bunu fırsat bilip Oruç Reis'in 4 Kasım'da bitecek NAVTEX'ini 14 Kasım'a uzatmayı bildi.

Karabağ'da da ne zaman ki cihatçılar yakalanmaya ya da maaşları ödenmediği için geri dönmeye çalışmaya başladı, o zaman deprem gündemi işine geldi iktidarın.

Baştan bu yana yalanlanan cihatçı ihracatı artık videolarda. Her gün en az 3-4 kişi yakalanıyor Azerbaycan sınırında.

Yakalananlardan Yusuf Alaabet al Haji 2000 dolar maaş ve her operasyon (kelle) başına 100 dolar vaad edildiğini söylüyor.

Bir başkası, Azaz üzerinden getirildiklerini. 20 şer kişilik otobüslerle taşındıklarını. Her 20 kişiye bir lider verildiğini anlatıyor. İsimleri ve tarihleri ile detaylı bir şekilde anlatıyor. 

Suriye, Libya ve şimdi de Karabağ'da savaşı takip eden Lindsey Snell daha işin en başında Libya'dan Karabağ'a gönderilen savaşçıları yazmış ancak Türkiye ve Azerbaycan yalanlamıştı.

Şimdi artık her şey ayyuka çıktığında, iktidar bu konuda açıklama yapma gereği bile duymuyor.

Çünkü aslında cihatçı ihracatı çok da çekinilen bir durum değil.

Snell, Ermenistan'ın en objektif yayıncılarından biri olan CivilNET'e verdiği röportajda Türkiye'nin dünyaya cihatçıları istediği gibi oradan oraya gönderebilme ve kullanabilme gücünü göstermek için bunu yaptığını iddia ediyor.

Dışişleri Bakanı 1 Kasım'da Azerbaycan'da ne diyordu İlham Aliyev’i ziyaretinde "Türkün gücünü dünyaya gösterdiğiniz için sizinle gurur duyuyoruz".

Snell'in dedikleriyle örtüşüyor.

Cihatçıların dünyanın neresinde olduklarının bile farkında olmadıklarını söylüyor.

İtirafçılardan birinin şu cümleleri bunu destekler nitelikte: "Bize kafirlerin kafalarını keseceksiniz dediler. Tamam dedik"

Bugüne kadar 2000'in üzerinde cihatçının bölgeye getirildiğini belirten Snell, Karabağ'ın Suriye ve Libya'dan farklı olduğunu söylüyor.

Suriye ve Libya'da her daim güvenli cepler ve sığınaklar olduğunu Ne kadar savaş olsa da oralarda bir şeyler olmayacağının bilindiğini belirtirken "Karabağ öyle değil" diyor.

Her yer savaş alanı. Siviller zaten içinde. Bu yüzden de daha tehlikeli Karabağ'da olanlar. Daha savaşın ilk ayında Ermenistan ve Karabağ'da bir yakınını savaşta kaybetmemiş insan neredeyse yok.

Bu da insanları çok daha hızlı savaşın bir parçası yapıyor...

Peki iktidar neden Karabağ'da kendini göstermekten çekinmiyor.

Yine deneyimli araştırmacı gazeteciye göre Türkiye Suriye'de ve Libya'da denemeler yaptı ve şimdi Rusya'yla aşık atıyor.

Onlar için kime ne satılabileceği ve kimin en kadar kazancı olduğu üzerine bir laboratuar Karabağ'da olanlar.

Bu laboratuvar meselesini Stepanakert'teki fotoğrafçı Antoine Agoudjian da dile getirmişti.

"Sessiz çığlık" kitabının yaratıcısı ve Le Figaro gazetesi foto muhabiri Fransız Ermeni fotoğrafçı Antoine Agoudjian Stepanakert'te bir sığınaktan bana son durumu anlatırken şuları söylüyordu:

"Suçlu eğer kendini yargılayacak mahkeme çıkmaz ise suçunun kanıtlarını yok etmek için suç mahaline geri döner. İşte Türkiye'nin Karabağ meselesi budur"

Bir yandan dünya Karabağ'ın laboratuvar gibi kullanılmasına sessiz kalırken. Bir yandan Paris'te bir öğretmenin kafası kesiliyor.

Lyon'da Rum Ortodoks kilisesinde Türkiye'den Fransa'ya giden Zoğrafyon lisesi mezunu papaz Nikos Kakavelakis yaralanıyor.

Nice'te bir kiliseye saldırılıyor...

Trump ilk başlarda Corona virüsünün Çin'deki laboratuarlardan sızıntı olabilceğini iddia etmişti.

Bu da onun gibi. Karabağ'daki laboratuvarlardan sızan cihatçılar dünyaya yeni bir salgın daha yaratır mı?

Zira laboratuvarın kapısını Azerbaycan ve Türkiye tutmakta...

Ha bütün bu yukarıdakileri neden mi yazdım.

Tahminen Türkçe gazetelerin çoğunda ne Snell'in ne de cihatçıların haberlerini göremezsiniz. Bari buradan okuyabilirsiniz...

Not: Tüm bunlar olurken Dersim'de kilise taşları çalınıyormuş. Urfa Germüş'te (Gamurç) defineciler kilise yıkıyormuş. Artık onları da takip edemiyoruz.

Zira kimliksel varoluş mücadelesinde Avrupa'da kapımıza kadar gelen saldırıları savuşturmakla uğraşmaktayız.

 

Kaynaklar:

https://twitter.com/ShStepanyan/status/1322848505879236608

https://www.youtube.com/watch?v=5k3vIKQFjx8&feature=youtu.be

Öne Çıkanlar