Osmanlıcılık’ta çıtayı ‘şehr-emin’inden ‘şehr-yâr’a yükseltmek
Hüseyin A. ŞİMŞEK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart 1994 günü yapılan yerel seçimlerde, Refah Partisi’nin (RP) adayı olarak yüzde 25,19’luk bir oy oranıyla İstanbul Belediye Başkanı seçildikten kısa bir süre sonra, söz konusu partinin o günlerdeki Genel Başkan Yardımcısı Rıza Ulucak sıcağı sıcağına bir basın toplantısı yapıp açıklamalarda bulunmuş ve önerdikleri belediyecilik sisteminin Osmanlı Devleti döneminde uygulandığını belirtmişti.
RP’li Ulucak, Osmanlı döneminde belediye başkanlarına ‘şehr-emini’ denilmesi üzerinden bir açılım yapıp, bu tanımlamayı "şehrin emin olan kişisi" şeklinde dillendirmiş ve şöyle devam etmişti: "Bizim belediye başkanlarımız da 24 saat şehrin emrinde olacak." Rıza Ulucak, "şehrin emin olan kişisi"ni, 1990’lar Türkiyesi için "şehrin emrinde olan kişi" şeklinde bir güncellemeye, bir revizyona da tabi tutmuştu.
Rıza Ulucak ilgili açıklamasında "Osmanlı’nın ilerleme devrinin örnek alındığı"nın altını çizmiştiyse de uygulamalar bunun bir farklılık yaratmadığını çok açık bir biçimde gözler önüne serer. Yeni tür bir ‘Osmanlıcılık’ın revaçta olduğu bu günlerde irdelenmesi gereken bir konu. Gerek saray, gerekse de yerel yönetim bazlı ‘arpalıklar’ geleneğinin 2000’lerde nasıl sürdüğü daha iyi anlaşılabilir, farklı bir pencereden de görülebilir o zaman.
Birincisi: Osmanlı döneminin şehirden sorumlu yöneticisi, şehrin/şehirlinin ‘emin’ olduğu kişilerden değil, ‘şehr-yâr’ın (yani padişahın) ‘emin’ olduğu kişilerden tayin edilirdi. Saraya direk bağlı olan belediye başkanlarının o mevkilere gelmelerinin başat amacı buydu. Tayin ediliş tarzı, o mevkiye oturtulandan beklenenlere uyum içinde işlerdi. Ki padişah emin olduğu o kişi sayesinde, şehrinden emin olsun!
İkincisi: Birinci durumun kaçınılmaz sonucu olarak, şehirden ‘emin’ olsunlar diye tayin edilen o kişiler -eşyanın tabiatı gereği- esasen şehrin/şehirlinin ‘emrinde’ olmamışlardır. Padişahın her şehir, kasaba, semt ve mahalledeki gözü kulağı bir yerel mekanizmanın zirvesine kurulmuş, yani "şehr-yâr’ın emrinde" iş görmüşlerdir.
Bu çerçevede ‘arpalıklar zinciri’, Osmanlı Devleti’nin yerel yönetim modelinin temel bir sacayağı olarak işlev görmüştür. ‘Arpalık-makam’ çarkının işleyişindeki altın dönem, II. Mahmut döneminden beri (1808-1839) yaşanmıştır. Padişahın ülkeyi yönettiği ana merkeze, II. Mahmut döneminde "Mabeyn-i Hümayun" denilir oldu. Başlıca anlamı, "padişahın sarayı" ve "padişahın yakınlarının bulunduğu yer, daire" şeklinde verilir.
Bugünkü dile tercüme etmeyi bir adım daha sürdürerek, "padişahın yakınları"nı sıralayalım: Padişahın ülkeyi yönetirkenki eli, kolu, gözü mülkiye ve askeriye paşaları; yanısıra ailesi, akrabaları, yakınları. "Mabeyn-i Hümayun"da bulunan iki temel topluluktu! Yanısıra her iki topluluk, "Mabeyn-i Hümayun"a kendince yeni yeni kapılar açmıştır. Bu yeni kapıların ağırlıklı bir bölümü padişah içindi elbette. Söz konusu uygulamaların hem en devasa hem de en nadide laboratuvarı ise İstanbul’du.
"Mabeyn-i Hümayun"da mantar gibi yeni hizmet ünvanları ve makamlar bitmekteydi. O mantarların can suyu ise, "padişahın yakını olmak" ile "padişaha yakın olmak" idi. Bu "arpalık makam-ünvan" zincirinin halkalarını sadece ismen sıralamak bile sayfaları doldurur. Kahvecibaşı, yorgancıbaşı, esvabçıbaşı, tütüncübaşı, çeşnicibaşı, ibrikçibaşı, peşkircibaşı, örümcekçibaşı, hamamcıbaşı... Bu ilginç makamların sahipleri, "saray ağaları" olarak da adlandırılır, anılırdı. Padişah ve çevresinin tam güvenini kazanmış birçok kişi, ödüllendirilmek için birer meslek ve makam sahibi yapıldı, mabeyne dahil edildi. "Padişaha yakınlıkları"nın vurgulanması şarttı zira, çok somut karşılıkları vardı!
Aralarından birini örnek alıp biraz yakından bakalım. Mabeny görevlilerinin en itibarlılarından biri olan "Kahvecibaşı" olsun örneğimiz. Padişaha kahve sunacak kadar güven kazanmış, emin olunan böyle bir kişiye makam ‘kurban’, ünvan ‘helal’ olsundu! Benzer makamlardakiler gibi, kahvecibaşıların çoğu da okuma-yazma bilmezdi. En güçlü konuma gelenleri, Yıldız Saray’ına alınanlardı. Ihlamur, Akaretler, Maçka, Nişantaşı gibi semtlerde, köşk ve "kafesli evler"de yaşarlardı aileleriyle.
RP Genel Başkan Yardımcısı Rıza Ulucak, yerel yönetimlerde Osmanlı’nın belediyecilik sistemini örnek aldıklarını, 1994’te müjde verir gibi açıklamıştı ya, o günlerde söz konusu edilen şey, "şehr-emin"i Osmanlılaştırmaktı. Laboratuvar şehir İstanbul, şehrin emrine girdiği söylenen kişi ise Recep Tayyip Erdoğan’dı. AKP 2001’de iktidara geldi, Genel Başkan Erdoğan gecikmeli olarak 2003’te başbakan oldu ve laboratuvarın çapı ülke bazına doğru genişledi. 2014’te cumhurbaşkanı seçildiğinden beridir, Osmanlıcılık ‘şehr-emin’lik düzeyinde kalmak istemiyor; Osmanlı modelini örnek almada çıtanın durduğu yeni yerin ‘şehr-yâr’lık olduğu ifade ediliyor artık.
Aradan geçen 26 yıllık zamanda, "şehrin emin olan kişileri"nin ne kadar "şehrin emrinde" oldukları konusunda her kesim başka bir şey söylemektedir doğal olarak. ‘Şehr-yâr’lıkla ilgili süren tartışmalar, savunmalar ve karşı çıkışlar ise en hararetli, geleceği belirleyici temelde sürüyor. Geniş kitleler, bulundukları göğün altında ne kadar özgür, hak sahibi ve eşit yaşadıklarının sahici mücadelesini vermedikleri, başarıya ulaştırmadıkları sürece; arpalık makam-ünvan alanında, eski Osmanlı’yı yüz kere cebinden çıkaracaktır zamane Osmanlıcılar.
Kaynaklar:
- Mart 1994, Gündem gazetesi
- Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat
- tr.wikipedia.org