Selçuk Özdağ'a saldırının muhalefet ve iktidara etkileri
Kılıçdaroğlu'na linç, yakma girişimi olduğu halde o dönem kimi yetkililerin dahi 'Sağ çıkaramayacağımızı düşündük.' mealinde açıklamalarına rağmen geçen hafta Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'a yapılan saldırı neden daha çok sarsıcı oldu? Bir durumu net olarak açığa çıkardığı için sanırım?
Zaten muhalif olana saldırmak ile içinden çıkan, iktidardan kopan yeni muhalife saldırmanın etkisi elbette farklı olacaktı. Öyle de oldu.
Ancak bu saldırı şunu da tescilledi. İktidardan kopuş engellenemiyor demek ki. İyi ama insanlar 'güçlü' olandan neden kopar? Artık zayfladığı için mi yoksa ilkelerinden uzaklaştığı için mi? Kopanlar mı esas olarak ‘davayı’ sürdürüyor yoksa kalanlar mı? 'Dava ne?' onu da anlatmalı. Nihayet AK Parti açısından ‘Milli Görüş’ gömleği çıkarılalı çok olmuştu. Şimdilerde terk ettikleri ve vaktiyle eleştirdikleri isimlerle, Saadet ile yeniden görüşüyor olmaları onların gömleği yeniden giyeceğini mi gösteriyor yoksa zayıfladıkları, muhtaç oldukları için mi? Bu durumda Saadet mi kazanmış olur AK Parti mi?
İktidar partilerinden kopuş olmasa, kopanlar başarılı ve etkili olmaya başlamasa saldırı da olmazdı elbette (Bazen kopuş olmadan da olur ancak şimdi konu bu değil).
İktidardan, güçlü olandan kopmanın zor olduğunu kopanlar daha iyi bilir. Bir konfor alanını terk ettikleri gibi belalı bir alana da geçmişlerdir çünkü. Ancak artık birlikte olmanın onlar için dahi ne kadar zor olduğunu da gösterir bu kopuş. Kaldı ki bu kadar güçlü bağı olmayan iktidar seçmenlerine de bir şeyler anlatır bu durum... Halk bilir ve gayet iyi anlar durumu ve evet, burada bir şeyler olmasa da bir şeyler oluyordur…
Bu yeni durum muhaliflerle eskisi gibi alay etme, hakir görme hakkını da ortadan kaldırır sessizce iktidar için. Çünkü artık karşı taraf güçlenmektedir. Hem de ilke, duruş , tutarlılık vs. diyerek güçlenenlerdir onlar... Bu kadar baskıya rağmen güçlenenler, durum normalleşse nasıl da ileriye doğru sıçrar kim bilir? 'Durum normalleşmesin' diye muhaliflere karşı ‘terörist’ söylemlerini daha çok duyar oluyoruz sırf bu yüzden… ‘Terörist’ ilan edilen milyonlarca insanın, ülkenin yarısının böyle olduğu iktidar tarafından propagandif olarak söylenildiği yerde durum nasıl normalleşebilir?
Ancak iktidar olmak rehavettir aynı zamanda. Sık sık kültür-sanatta istediğimiz yerde değiliz denmesinin bir nedeni de budur. Muhalefetin elineyse baskıya direnmekten kaynaklı, dil, kültür, sanat, ilke, duruş geçer... ‘Terörist’ ilan edilenler ülkeye bu anlamda en büyük katkıyı sağlayanlar olur... Muhalifler için kültür-sanat bir duruş, ilke meselesine dönüşürken iktidara yakın olanlar için para kazanma vesilesine döner. Böylece iktidar ülkeye zarar veren muhalefetse gelecek veren durumuna geçer… Bu durumu örtmenin en kolay yolu da muhalifleri ‘terörist’ ilan etmektir…
Derdi olanlar, muhalifler böylesi iktidarlarda yasanın, yargının kendi lehine kullanılmayacağını bildiğinden sarih, anlaşılır, ikna edici konuşmak, üretmek zorundadır. Aralarındaki soruna rağmen kavga etmeden bir arada durmak zorundadır. Bu durum diyaloğu, beraber yaşamayı mecburen geliştirir. Muhalfet için mecburiyetten gelişen durum çok tehlikedir iktidarlar için. Oysa o mecburiyet durmunu da yine iktidarın kendisi baskı ile yaratır.
Kavga edip, birbirine zarar veren muhalefet için ‘ Bakın, bakın birbirlerine bile tahammülleri yok, bunlar mı size gelecek verecek!’ diyebilmenin zeminini yaratmaya çalışırlar böylece.
Ciddi bir eşiği aşmış büyükşehirleri kazanmış, moral üstünlüğü elinde tutan muhalefet artık kendi istemediği sürece dağıtılamaz. Muhalefetten iktidara (güce) yönelim aslında olağanken, olağanı terse çevirmek, güçten muhalefete akış sağlamak çok zor bir iştir. Muhalefet bunu başarmış durumda.
Esas olarak artık güç yer değiştirmiştir. Muhalefete yapılan saldırılar onu zayıflatmak yerine daha da konsolide eder ve hatta farklı muhalif siyasi ekollerin ortak olarak başına gelenlerden, saldırılardan dolayı birbirini daha da anlamaya, ortaklaşmaya iter.
Üniversitelerden atılan akademisyenlerin vazgeçmeyerek artık sadece öğrencilerine değil halka da ulaşan yayınlar, kütüphaneler, platformlar kurmaları ve böylece dili, kültürü geliştirmeleri, iktidarın beklediğinin aksine silinmek yerine daha da belirginleşmeleri gibi...
Zaten böyle dönemlerde iktidara (güce) yönelenler 'ilkelerinden vazgeçen', muhalefete geçenlerse 'ilkesel davranmakta israr edenler' olarak kabul edilir. Yoksa insan niye terk etsin gözlerini, kulaklarını, aklını, vicdanını kapatıp 'rahat' yaşayacağı bir hayatı?
Durumun gerçekten de böyle olduğunu iktidar seçmeni de her gün farklılaşan, birbirinin tersi açıklamalar yapan iktidardan duyarak iyice anlar. İktidarı sadece iktidar seçmeni değil iktidar bürokrasisi bile takip edemez hale gelir.
Böyle anlarda kopuşları bir süre engelleseniz de (Ki iktidar da başkalarından koparak iktidar olmuştur vaktiyle) elinizde kalan ve ne yapacağını bilmeyen bürokratlarla, bir gün öyle bir gün böyle yaparak ilerlenemeyen yerde kalanlar da sorunu çözemediği gibi daha da büyütür olur.
İktidar içinde olup Selçuk Özdağ'a bakarak çekinenler, ‘benim başıma da gelebilir’ diye düşünenler ise belki "yeraltına" çekilebilir. Bu da iktidarın tespit edemediği bir şey olarak karşısına çıkar, bu sefer de enerjisini ‘inanmadığı ama korktuğu için partide kalanları açığa çıkarmak’ için kullanmak zorunda kalır. Yani iktidar dağılmamak için uğraşırken muhalefet daha da büyüyecektir.
Saldırılarla iktidar patilerinden kopacaklara verilen mesaj bir yandan da içeride olanları yalnızlıkla, 'başıma ne gelir!' kaygısıyla yaşattığı için görünürde 'beraber' ama içten içe de zorla tutulduğu çemberin kırılmasını istemekle hatta bunun için gizlice çalışmalarıyla, en azından dilemeleriyle da sonuçlanması olası...
Büyümekte ve kazanmakta olan muhalefeti Sarıgül ve İnce ile de bölmek mümkün görünmüyor. Güçlü olduğu düşünülen iktidarın hızla bölünmesi, bölenlerin güç kazanması daha mümkün. Halklar muhalefeti bölenlere ‘umudu çalıyor’ diye bakarken, iktidarı bölene ‘umuda geliyor’ diye bakacaktır...
Geleneksel akılla, özgürlük ve yaşam biçimlerine eski CHP aklı ile bakanlara iktidarın verdiği destekse, 'nasıl bir CHP' istediklerini de anlatıyor. Ülkenin geleceği için iyi olan değil kendi iktidarların sürdürmelerini sağlayacak olan baskıcı bir CHP arzulanıyor. Kaftancıoğlu’nun tasfiye edilmeye çalışılmasını, Kılıçdaroğlu’na linç girişimlerini böyle anlayabiliriz. Bir önceki dönem taktiği ise Kılıçdaroğlu’nun ilktidar tarafından övülerek muhaliflerin ondan uzaklaşmasının sağlanmasıydı ama o da olmadı. Muhalefet her şeye rağmen dağılmadan bir arada durabiliyor ki bu durum zaten başlı başına bir başarıdır. Baskı karşısında sözünü, duruşunu değiştiren ama daha sert konuşan ne çok insan gördük değil mi?