Sendikal mücadele tarihine bir bakış ve DİSK'in 54. yılı

Sendikal mücadele tarihine bir bakış ve DİSK'in 54. yılı
İşçi mahallelerinde, kahvelerde DİSK’in aldığı haklar konuşuluyor, işçilerin sık kullandığı deyimle “dikse” geçmenin yolları aranıyordu.

Halit ERDEM*


13 Şubat 2021, Türkiye’de işçi hakları uğruna mücadelelerle bir tarihi günümüze taşımış, geleceğe de ulaştıracak bir işçi örgütlenmesinin DİSK’in kuruluşunun 54. yılı.

DİSK’in tarihi aynı zamanda Türkiye’nin "mücadeleci sendikacılığın" inşasının tarihidir. Türkiye’de sendikacılığa genel kavramlarla bakılırsa, bugünkü sendikaların acıklı hali görülür. Türk-İş’i, Hak-İş’i ile işçi sınıfını temsil etmek bir yana işçi hareketini felce uğratan, kurumsal devlet sendikacılığı, devletin işçi sınıfı üzerinde kurduğu hegemonya görülür; resmi sendikalar tarihinin içinde gölgelenen, kısır bir söylemin tekrarından başka bir şey ortaya çıkmaz. Bunun için en alttakilerin yazdıkları emek tarihinin sayfalarına bakılmalı, bu tarihin başlangıcına gidilmelidir.

Rejim kanunu

Bu yıl 1947’dir. Daha sonraki yıllarda DİSK’i kuracak sendikalarda bu yıllarda kuruldu. 1947 tarih ve 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu 1946 sendikacılığının sıkıyönetim kararıyla yasaklanmasının üzerinden iki ay geçmeden kabul edildi ve dönemin başbakanı Recep Peker tarafından, "işçileri zararlı cereyanlardan koruyacak bir rejim kanunu" olarak ilan edildi. Dünya’da faşizmin yenilgisi ve kapitalist dünyanın yolundan yürüyen Türkiye’nin bu kampta olan bitene ayak uydurması çabaları gibi dış faktörlerin yanı sıra esas belirleyici olan savaş vurgunlarından palazlanan bürokratlara, devlet olanaklarıyla semirtilen sermaye sınıfına karşı emeğin isyanını önleme, zapt-u rapt altına alma endişesidir.

Devlet eliyle ilk sendikalar kuruluyor

1947 kanunu çıkarılmadan önce devlet partisi CHP hazırlıklara başladı; genel merkeze bağlı bir işçi bürosu kurdu, başına sicilli faşistleri getirdi, kuruluşta görev alacak sendikacılara dağıtmak, kiralar ve diğer masraflar için bütçe ayırdı ve İstanbul’da karargâhını kurdu. İşin ironik yanı 1947 kanunu sendikalara siyaset yasağı getirmişti. Buna rağmen CHP işçi bürosu üç yıl içinde devlet işletmelerinde fabrika müdürlerine, ustabaşılarına talimat ve para vererek "sendikalar" kurdurdu. Var olan İşçi Yardımlaşma Sandıkları, tüzüklerini uyarlayarak sendika haline getirildi. Zaten kurulan sendikaların yapabilecekleri de yardımlaşma sandıklarından farklı değildi. Kanunda 1909’da başlatılan ve 1936 yasasıyla ağırlaştırılan grev yasağı ile yetinmeyerek, "greve teşvik" ve "grev propagandası" cezaları getirildi.

Türk-İş nasıl bir konfederasyon

1952’de Türk-İş’i kuracak sendikalar bu süre içinde oluşturuldu. 1950’de Demokrat Parti’nin ezici bir halk çoğunluğuyla iktidara gelmesiyle ikili bir süreç, Demokrat Parti’li, CHP’li işçi örgütleri dönemi başladı. Parti çekişmeleri, devlet/iktidar çevreleriyle "iyi ilişki" kurarak iş kotarma becerisi günümüze kadar sürdü. "iyi ilişkiler" Türk-İş’li sendikacıların makamlarını, kişisel çıkarlarını korumalarını sağladı ama bunun karşılığı ağır oldu. Türk-İş’e, devlet her dönem çeşitli roller verdi; 6-7 Eylül olayları, komünizmi tel-in mitingleri, 15-16 Haziran’a neden olan kanunların hazırlanması, 1980 faşist darbe hükümetinde Genel Sekreteri'nin Çalışma Bakanı olması gibi… Daha ileriki yıllarda Türk-İş içinde de muhalif hareketler gelişti, çeşitli dönemlerde sosyal demokrat sendikacılar çıkışlar yaptılar. Ancak bu sendikalar ya yönetimlerden tasfiye edildi, etkisizleştirildi ya da Türk-İş’ten ayrıldı. Devlet desteği ile temel yapı bugünlere geldi.

DİSK’in kuruluşuna giden yol

Bu uzun girişin bir nedeni, Türkiye’de devlet destekli ana akım sendikacılığın gerçekte ne olduğunun ve bunun günümüzdeki sendikal mücadeledeki rolünün anlaşılması. İkinci de DİSK’i kuracak olan sendikacıların bu şartlarda; Türk-İş içinde, devrimci ve mücadeleci bir sendikacılığın ortaya çıkmasında oynadıkları tarihsel rolün öneminin belirtilmesi içindir. Talimatla sendika kurmanın geçerli olmadığı, sınıf çelişkilerinin her gün yeniden üretildiği özel sektörde sermaye ve polis baskısına karşı iğneyle kuyu kazma misali mücadele verildi. 1963 yılına, grev hakkını elde edinceye kadar, bu sendikacılar, çantalarında iş uyuşmazlık dosyaları, Hakem kurullarında, keyfi uygulamaların had safhada olduğu şartlarda azda olsa bir ücret artışı, işçi sağlığı, işten atılmaları önlemek için çaba gösterdiler ve yasaklı yıllarda grev hakkını savundular.

Kavel direnişi/grevi sendikacılığının ruhu

27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve 1961 Anayasası’nın kabulü, grev ve toplu sözleşme haklarının anayasaya girmesi ve bu hakkın kanunla düzenleneceğinin açıklanması, bu hakkın tekrar kısıtlanması, sermaye lehine düzenlemelerin yapılacağı endişelerini de yarattı. Bu konuda ileriyi gören yaklaşımlardan biri, T. Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler’in, 7-8 Ekim 1961 yılında yapılan sendikanın 13. Genel kurul raporunun girişinde yer alan, şu konuşmaydı: "…yeni anayasa sendikalar ve sendikaların en önemli faaliyet unsurlarından kollektif müzakere ve grev hakkına yer vermiştir. Buna rağmen anayasada yer alan maksadın kolay tahakkuk edeceğine inanmamak gerekir. Yeni anayasa, statülerinde demokratik esaslara aykırı olmamak şartıyla sendikaların kurulmasını serbest bıraktığı halde, dünden kalma zihniyet, sendikaları gene özel bir sendikalar kanunu ile zincirlemek istemektedir…" Nitekim Kemal Türkler, daha grev yasaları çıkmadan, 1963 Kavel grevi ile bu bakışını hayata geçirmişti. Kavel grevi mi, direnişi mi tartışması yapılırken, işçinin direnme iradesi ortaya konulmuş, haklılık ve meşruluk yasanın önüne geçmişti. 1963 yasaları da öngörüldüğü gibi; demokratik anlayıştan uzak, merkeziyetçiliği ve hiyerarşiyi esas alan, grevin etkililiğini ortadan kaldırıcı, devletin her aşamada karar verici konumunu koruduğu, sendikaları çoğu durumda çaresiz bırakan ve hak kayıplarına yol açan sorunlarla birlikte çıkarıldı.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu-DİSK13 Şubat 1967’de kuruldu

1963’te sendikaların kuruluşunu, toplusözleşme ve grev hakkını düzenleyen yasalar yürürlüğe girdikten DİSK’in kurulduğu 1967’ye kadar geçen dört yıl sendikal mücadelenin o güne kadar görülmedik boyutta hareketlendiği, grevlerin yapıldığı, ücret artışlarının, işçilerin çalışma şartlarının iyileştirildiği mücadele yılları oldu. Geçmiş on yılların birikimi ve özlemiyle işçiler kendi güçlerinin farkına vardı. Haklarını alıncaya kadar direnen, mücadele veren bir işçi kuşağı yetişti. Türk-İş’in kendisine muhalefet edenleri dışlayan, tekçi, buyurgan, devletle, patronlarla uzlaşarak grevleri kıran, direnişleri sahipsiz bırakan yönetimi sorgulanmaya, itibar kaybetmeye başladı. Artık bir ölçü vardı işçilerin elinde; DİSK’e bağlı bir sendikanın imzaladığı toplu sözleşmeden düşük şartlarda sözleşme imzalayan Türk-İş’e üye işçiler her tür zorluğu, göze alarak DİSK’e geçmeye başladı. İşçi mahallelerinde, kahvelerde DİSK’in aldığı haklar konuşuluyor, işçilerin sık kullandığı deyimle "dikse" geçmenin yolları aranıyordu.

Mücadele ve çalkantılarla geçen 13 yıl

DİSK’in kurulduğu 1967’den, faşist askeri darbesi ile faaliyetten alıkonulduğu 1980 12 Eylül’e kadar sürdürdüğü destansı mücadelelerle dolu 13 yıl DİSK yayınlarında var. Gittikçe artan sayıda araştırmacı, bu dönemi araştırıyor, sonuçlar çıkarıyor. Emek yazınımızda bu süreci ele alan zengin bir literatür birikti. Bu bilgilere kolaylıkla ulaşılabilir. 12 Eylül faşist cuntacıları darbenin hemen sonrasında DİSK’i, DİSK’e bağlı sendikaların faaliyetini durdurdular ve DİSK’e karşı açılan tarihin en büyük işçi davası askeri mahkemelerde 11 yıl sürdü. Davanın içeriği ve seyri, Türkiye sermayesinin, devletinin, ordusunun, polisinin, mahkemesinin işçi sınıfına, işçi haklarına, Sol’a ve komünistlere karşı düşmanlığının, kin ve öfkesinin derecesini, intikam hırslarının hadsizliğini, sınırsızlığını gösterdi. DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün yaptığı tarihi bir savunma ile işçi sınıfı, mahkeme kürsülerinde cuntacıları, sermaye sınıfını yargıladı. Bu ibret verici süreç, DİSK davası 1991’de, 11 yıl sonra beratla sonuçlandı.

Yeni başlangıç, yeni şartlar, eski politika

Acılı, sıkıntılı on bir yıl geçmiş, DİSK açılmış, sendikalar kayyumlardan devralınmış, 80 öncesi yönetimlerde bulunmuş pek çok DİSK’li sendikacı yeni yapılandırılan organlarda da görev almıştı. Nasıl bir yol izlenecek, hangi politikalarla gelecek inşa edilecekti; üye ve işçi yoktu. DİSK üyeleri bu 11 yılda kimileri emekli olmuş, çalışmaya devam edenler faaliyeti devam eden Türk-İş veya az sayıda bağımsız sendikalara üye olmuşlardı. Metal, Petrokimya ve hizmet sektörünün bazı iş kollarında bağımsız sendikalar vardı. Türk-İşe bağlı birkaç önemli iş kolu sendikalarında sosyal demokrat görüşte olan sendikacılar yönetimlerdeydi. Politikaları seçeceklerin önünde çok fazla seçenek yok gibi görülüyordu ama önemli olan ileriyi, gelmekte olanı görmekti; bu yapıldı mı? Bir yolu seçecek olanların düşünce kalıpları ve dünyaları değişmiş miydi? Bu soru daha önemliydi. Uzun tartışmalar ve toplantılar yapıldı. Özetle DİSK’in önünde birbirinin içine geçen, birbirinden kesin hatlarla ayrıştırılamayacak iki görüş ve olanak vardı; birincisi belleklerde yaşayan geçmişi yeniden inşa etmek; bir diğeri de daha karmaşık, düzensiz, geçmişte de izleri olan "devrimci sendikacılık" anlayışı…

Gelenekler ağır bastı

Kurumsal olarak eski yol ve yöntemler izlenmeye çalışıldı. Eski üyeler DİSK’e dönmediler; aradan çok zaman geçmişti ve çok şey değişmişti; yasalar, ekonomi politikalar, siyasal durum, her şey... DİSK’i bugüne kadar ayakta tutan mücadele geleneği, işçi sınıfına inancı ve yüce ideallere bağlılığıydı. DİSK’in geleneklerinde "tabanın söz ve karar sahibi olduğu" temel ilkesi vardı. DİSK, bu ilkeye bağlı kaldığı sürece büyümüş, işçinin güvenini kazanmış ve girdiği büyük mücadelelerin üstesinden gelmiş ve başarmıştı. Ancak geçmişte büyüdüğü ve her şeye hükmeder, karar verir vehmine kapıldığı durumlarda birlikte yol yürüdükleri yoldaşları ile çatışmalara varan ayrılıklar ortaya çıkmış, bölünme raddelerine gelmişti. Temsili demokrasinin nimetlerine kapılmak, merkeziyetçilik, tek düşüncenin egemenliği tutkuları, yalnızca DİSK’i değil tüm örgütleri zaafa uğratmanın potansiyel tehlikesiydi. Bunlardan yeterince ders alınmamıştı, ancak mücadele durmuyordu.

Tarihi görev DİSK’in üzerinde

Bugün haksızlıklar tahammül edilemez noktalara gelmiştir. Haksızlığın olduğu her yerde, her gün binlerce işçinin katıldığı kendiliğinden örgütlü, örgütsüz direnişler ortaya çıkıyor. DİSK, tüm işçi örgütlenmelerini bir araya getirerek, herkesin birbirinin görüşüne ve farklılığına saygı duyarak mücadele edenlerle birlikte, bu zalimliğe son verebilir, işçinin çoktandır hak ettiği başını dik tutma onurunu yeniden kazandırabilir. Bu DİSK’in geleneğidir.

DİSK’in mücadele ve ilkeleriyle Türkiye’de işçi sınıfının sendikal mücadelesi etkili boyutlara ulaştı. Bu gün tarihsel görev; "mücadele edeni ve hak sahibi olanı", "kendi mücadele yol ve yöntemini ve kendi geleceğini seçme" hakkını tanımada kimsenin tereddüt etmemesidir. Bu hak geleneksel deyimle "tabanın söz ve karar hakkı"dır. Çünkü alışkanlıklarımız bizi kolayca temsili demokrasinin bataklığına sürükleyebilir. İşin sırrı Türkiye’de demokrasinin ve demokratik ortamın kazanılmasıdır. Bu süreçte farklı düşünsek bile tek bir gücü dışarıda bırakma, korkuya kapılma, elimizdekileri korumaya çalışma kimseye bir şey kazandırmaz. Yılların tecrübelerinden deneylerinden süzülerek gelmiş olan DİSK, geleceği de kurmamızda en önemli tarihsel görevini yerine getirecektir. 55. yıla bu umut ve beklentiyle giriyoruz.


* DİSK-T. Maden-İş Sendikası GYK Üyesi (1977-1993)

Not: Yazının hazırlanmasında kitaplarındaki bilgi ve değerlenmelerinden yararlandığım değerli araştırmacı yazarları ve kitaplarını anmayı borç biliyorum.

- M. Şehmus Güzel - İŞÇİLER ÖRGÜTLENİYOR (1939-1950) Sosyal Tarih Yayınları

- Aziz Çelik - Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık İletişim Yayınları

- Demet Parlak Poyraz – Neoliberal Dönemde Sınıf-Sendika-Siyaset ilişkisi DİSK örneği (1981-2000) SAV yayınları

Öne Çıkanlar