Senin dinin 'size', benim dinim 'bize'
Suat TAŞKESEN
Bertrand Russell, toplumsal bir olgu olarak dinin, bir inançlar dizisi yerine bir duyguyu içermesi halinde bilimin ona dokunamayacağını ileri sürer. Öyle ki ona göre dinsel bir inanç, bilimsel bir kuramdan, sonsuz ve mutlak olarak kesin birtakım doğruları içerdiğini öne sürmekte ayrılır. Oysa bilimin böyle bir derdi olmadığı gibi, sahip olduğu kuramların geçiciliğini ve nihai bir açıklamanın olanaksızlığını genel geçer tek hakikat olarak görür. Her ne kadar teolojik açıdan ya da duygu içeriği bakımından ona dokunamasa da bilim din karşısında hepten de çaresiz değildir. Bilim, dini en azından insanla olan zorunlu bağı üzerinden ele alır; doğaldır ki teolojik anlamından bağımsız olarak dinin varlığı insanın varlığını gerektirir. Bilim ise din-insan ilişkisini, birey ve sosyal grupların duygu, düşünce, davranış ve ihtiyaçları üzerinden çözümleyerek kuramlar geliştirir ve bu kuramlar yardımıyla insana ayna tutar.
Geçtiğimiz haftalarda The Guardian’da hoşgörü ve önyargıların dinsel temelleri üzerine yapılmış olan bir araştırmanın sonuçları paylaşıldı. İki yıl süren bu Araştırma, toplumlarda dinin ve dinsel farklılıkların sosyal ve siyasal sonuçlarını akademik çerçevede ortaya koymak amacıyla Cambridge Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan The Woolf Institute tarafından yürütülmüştür.
Araştırmacılar, hoşgörü ve önyargıyı ölçmek üzere çalışmalarında farklı gruplar arasındaki evliliklere odaklanmışlardır. Elde edilen nihai sonuçlara göre insanların pek çoğu farklı etnik ya da ulusal kimliklerle evliliğe hoşgörüyle yaklaşmasına karşın, konu dine gelince bu hoşgörü azalmakta ya da ortadan kalkmaktadır. İngiltere ve Galler’de yaşayan toplam 11.700 yetişkin katılımcıyla yürütülmüş olan çalışma açıkça ortaya koymaktadır ki din hala insanların kırmızı çizgisi olmaya devam etmektedir. Özellikle Müslüman katılımcılar arasında bu kırmızı çizgi kayda değer ölçüde çok daha belirgindir.
Siyahî ya da Asyalı olamayan katılımcıların yaklaşık %75’i siyahi ya da Asyalı biriyle evlilik yoluyla yakın akrabalık kurmanın kendilerini rahatsız etmeyeceğini dile getirirken, bu katılımcıların sadece %43’ü aynı akrabalık bağının bir Müslümanla kurulmasının kendileri için sorun olmayacağını belirtmişlerdir. Başka bir deyişle, siyahî ve Asyalı olmayan katılımcıların %25’i siyahî veya Asyalı biriyle akrabalık kurmayı rahatsız edici bulurken, bu oran bir Müslüman söz konusu olduğunda %67’yi bulabilmektedir.
Bulgular, insanların farklı etnik gruplardan ya da farklı uluslardan biriyle evlilik yoluyla akraba olma fikrine sıcak baktıklarını ortaya koymuştur. Ne var ki konu farklı din olduğunda durum değişmektedir. Özellikle "Müslüman" sözcüğü diğer gruplardaki katılımcıları rahatsız etmiş ve daha olumsuz tutum almalarına neden olmuştur. Öyle ki İngiltere’de yaşayan Pakistanlıların çoğunluğu Müslüman olmasına karşın, anketlerde "Müslüman biriyle" şeklinde sorulduğunda olumsuz tutum sergilenirken, "Pakistanlı" biçiminde sorulduğunda olumsuz tutum büyük ölçüde ortadan kalkmaktadır.
Bir diğer sonuca göre 75 yaş üstü az eğitimli ya da eğitimsiz kişilerin "ötekilere" yönelik önyargılarının oluşumunda dinsel öğeler çok daha fazla belirleyicidir. Ayrıca erkeklerin farklı etnik gruplardan, farklı uluslardan ya da farklı dinlerden evliliğe kadınlara oranla daha mesafeli oldukları görülmüştür. Hindular, Sihler, Yahudiler, Budistler ve inançsızların çoğunluğu bir Müslümanla evliliği rahatsız edici bulurken, bu evlilikten rahatsızlık duyacak olan Hristiyanların oranı diğerlerine nazaran çok daha düşük bir seviyede kalmıştır.
Her ne kadar diğer inanç topluluklarında Müslümanlara karşı önyargı ve olumsuz tutum güçlü gibi görünse de, Müslümanlar arasında da aynı algının oldukça güçlü olduğu anlaşılmıştır. Sonuçlara göre Müslümanların büyük bir kısmı Hindu, Sih, Yahudi, Budist veya inançsız biriyle evliği rahatsız edici bulurken, söz konusu Hristiyan biriyle evlilik olduğunda ise Müslümanların yaklaşık %40’ı bu evliliği rahatsız edici bulmuştur.
Araştırmanın umut veren belki de tek bulgusu, dinsel azınlık toplulukları arasında önemli bir dönüşümün yaşandığı gerçeğidir. Özellikle, İngiltere’de yaşayan Müslüman kadınlar arasında kiminle, ne zaman ve nasıl evlenecekleri konusunda özgürce karar verme eğilim ve arzusunun arttığı görülmüştür.
Bir bütün olarak, araştırma açıkça ortaya koymaktadır ki din ve dinsel aidiyet hala insanların sosyalleşme eğilimlerini ve nihayetinde siyasallaşma tercihlerini belirleyen önemli bir olgudur. İlahi söylemlerin ve dinsel ritüellerin ötesinde, dinler aynı zamanda insanlara kendilerini ait hissedecekleri ve tatmin olacakları toplulukları sunarak onların duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını biçimlendirirler. Öyle ki, pek çok insan sahip olduğu dinin içeriğini veya temel öğretilerini en azından gerektiği kadar bilmese bile, aynı dini paylaştığı diğer insanların kim oldukları ya da ne tür insanlar oldukları konusunda oldukça emin görünür. Üstelik bu emin olma hali, bir yandan kendi dinsel aidiyet topluluğunun bilişsel ve duygusal sınırlarını belirlerken, diğer yandan "Biz ve Onlar" ikililiğinin üretilmesini de mümkün kılar. İnsanların önemli bir bölümünün farklı dinden biriyle evlilik yoluyla akrabalık kurmaktan rahatsızlık duymalarının nedeni esasen dinsel gerekliliklerden ya da dini reflekslerden değil, genellikle bu durumu "Ötekinin" "Bize" yakın tehdidi biçiminde algılamalarıdır. Nitekim bu tehdit, evlilik gibi kişisel bir düzeyden farklı gruplar arasındaki sosyal süreçlere evrildiğinde dinsel aidiyet kolaylıkla siyasallaşır ki günümüz dünyasında yaşananlar da tam olarak budur.