Siyasal alanın siyasetsizleştirilmesi ve tahkim edilemeyen rejim
Mehmet Edip YILDIZ *
Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Uzun bir süredir sivil alanı siyasetsizleştirmek için elindeki bütün zor aygıtlarını kullanan iktidar bir süredir siyasal alanı da siyasetsizleştirerek kendi rejimini tahkim etme peşinde, ama gel gelelim güncel reel-ekonomik ve politik alan önüne çözümlenemez engeller koyuyor. Her ne kadar da bunun farkında da olsa Erdoğan, manevra kabiliyetini kaybetmiş durumda. Ayrıca Çakıcı hadisesinin gösterdiği üzere iktidar ortağında bu kabiliyetsizliği pekiştirdiği ortada.
Hatırlayalım bu sürece nasıl gelindi?
Yakın Türkiye siyasal tarihi ile ilgili araştırmalar genel itibariyle AKP iktidarının söylem, eylem ve ideolojik karakterinin dönüşüm çıtalarını Kemalist resmi ideolojinin güdümünde kendini var etme dönemi (2002-2007), resmi ideoloji ve dünya ile ilişki içine girme dönemi (2007-2011), kendi ideolojisinin tesisini hazırlama ve başlama dönemi (2011-2017), yeni rejimin tahkim edilmesi süreci (2018’den günümüze) olmak üzere 4 dönemde ele almıştır. Her dönem bir önceki dönemin hazırlayıcısı olsa da konumuz için önemli olan milat 2011 sonrası iki dönemdir.
2011 sonrası sivil alanın siyasetsizleştirilmesi süreci meşruiyetini üretme hakkı vadeden iki olgu üzerinden (Cemaat'le savaşın başlaması ve Gezi hareketi ile eş zamanlı olarak) başladı. İktidar sivil alanı çoraklaştırmak için üç siyasal inşa enstrümanını hedefine aldı. Sokak, STK, Vakıf ve dernekler gibi örgütlenmeler ve medya. Neden hedef aldı? Çünkü Kürt siyasal hareketinde görüldüğü üzere sokak sivil alanın mobilizasyonu için oldukça önemli bir sahaydı ve siyasal alanı önemli bir ölçüde şekillendiriyordu, örgütlenmeler sahayı tekrar kuruyor medya ise ulusal ölçekte görünür kılıyordu. Sivil Cumalar, Demokrasi Çadırları oturma eylemleri, Barış İçin Akademisyenler Bildirisi, yoğun medya tartışmaları hala güçlü muhalif mobilizasyon örnekleri olarak hafızalarımızda.
Her ne kadar ilk zamanlar kısıtlı bir halk ve muhalefet desteği alsa da 15 Temmuz'la birlikte süreci hızlandıracak koşullar oldukça mümkün hale geldi. OHAL ve kararnamelerle ile ihraçlar, Toplanma ve gösteri yapma ile ilgili yeni yasal düzenlemeler, sivil örgütlenmelerin kapatılması ya da devlet kontrolüne alınması eşine az rastlanır orantısız devlet şiddeti ve parti teşkilat binalarına yapılan, korunan linç gurupları sivil alanın siyasal kapasitesini bertaraf etti.
Yalnız yeni rejimin tahkim edilmesi için siyasal alanında siyasetsizleştirilmesi gerekiyordu. Bunun için güçlü bir kurucu ve dönüştürücü güç olan HDP’nin siyasal eyleyicileri ve kurumlarıyla tasfiye edilmesi elzemdi. 7 Haziran seçimleri bu gerekliliği dayatıyor şehir savaşları meşru bir alan açıyordu. Tutuklanmalar, kayyumlar süreci takip etti. HDP’nin kriminalize edilmesi muhalefetin diğer bileşenlerinin bir araya gelme direncini önemli ölçüde kırıyordu. Siyasal şiddetin tırmandırılması ve belli bir düzeyde sürekliliğinin sağlanması toplumun sersemletilmesinin önünü açtı.
Siyasal alanı siyasetsizleştirmek için bir başka büyük engel bizzat rejimin kendisi idi. Her ne kadar sorunlu olsa da Cumhuriyet/Parlamenter sistem içerinde siyasal alan bir demokrasi deneyimine sahipti. Yasalar az da olsa uygulatılıyor, kurumlar taşıyıcılığını yapıyor muhalif eyleyiciler meclis ve komisyonlarda siyaset yapıyordu Halihazırda sersemletilmiş toplum hiç olmayacak bir şiddet ortamında AKP-MHP koalisyonun itmesiyle alelacele seçime götürüldü. Kısır muhalefet bırakın eski rejimi koruyup başkanlık rejiminin yaratabileceği tahribatı ifade etmeyi ne olmadığını açıklamak konusunda bile zorluk yaşadı. Hala şaibeli olduğu üzerine düşündüğümüz sonuçları AKP’nin 4. döneminin kapılarını açtı. Anayasa değişti. Meclis fonksiyonları kısıtlandı bu da siyasal bir eyleyici olarak milletvekillerinin hareket alanını daralttı. Kurumlar yeni biçimleriyle tesis edildi. Totaliter rejim gündelik yaşamdan siyasal alanın bütün katmanlarına sirayet etmesi hedeflendi.
Peki Mümkün olabildi mi?
Yalnız yeni totaliter rejim siyasal alanı siyasetsizleştiremediği ölçüde başarısızlıklar üretmeye başladı kendini gündelik yaşamdan siyasal alana tesis edememesinin önündeki ilk engel yerel yönetimlerin büyük kentlerde muhalefet partilerine devredilmesiydi. Bu husus başkanlık sisteminin yerele uluşma ve dönüştürme kapasitesini önemli ölçüde daralttı. Yerel yönetimlere karşı hamleler rejimin güvenirliliğini önemli ölçüde sarstı. Yerel yönetimlerin el değiştirmesi siyasetsizleştirilen sivil alanın kendini yeniden kurma olanaklarını ortaya çıkardı. Bu yeni sivil alan – her ne kadar da iktidar tarafından durdurulmaya çalışsa da-sokağı örgütlenmeleri ve medyayı sosyal medyaya taşıdı.
İkinci engel ise yeni sistemin ekonomik çöküntüyü durdurmak bir yana dursun basiretsiz, liyakatsız eyleyiciler para politikaları ve uluslararası diplomatik başarısızlıklarla ile krizi oldukça derinleştirmesiydi. Bu husus hem yeni rejimin güvenirliğine zarar veriyor hem de AKP ve MHP’nin seçmen kitlesinin önemli ölçüde buharlaşmasının önünü açıyordu. Pragmatik ve daha çok karasız bir alana çekilen bu seçmenler her ne kadar sorun çözücü bir ekonomik aktör bulmasalar da sivil alanın kendini kurma kapasitesini geliştiren ikinci bir momentum oluşturdu.
Üçüncü engel ise halihazırda Erdoğan çevresinde ve kontöründe şekillenen totaliter rejimin adım adım AKP yerel ve siyasal eyleyicilerin ve kurumlarının kurucu ve dönüştürücü özelliğini kaybetmesini sağlamasıydı. Çünkü siyasal ve sivil alanın siyasetsizleştirilmesi doğal olarak iktidar olanın da sahasını daraltacaktır. AKP’nin siyasetsizleşmesi DEVA ve GELECEK partisinin bu sahayı kullanabilmesini mümkün kıldı. Şu sıralar siyasal parti tercih potansiyelleri düşük görse seçmen geçişleri stabil de böyle devam edeceğini söyleyemeyiz,
Dördüncü engel ise şiddetle siyasetsizleştirmenin gerek söylem düzeyinde gerekse pratik olarak MHP’yi -siyasal olarak dar olsa da – AKP ve Erdoğan üzerinde tasarruf sahibi hale getirmesiydi. Karar alma süreçlerinde uygulamalara kadar yoğun bir etki yaratan MHP, AKP’li milliyetçi olmayan eyleyicilerin -özellikle liberaller ve Kürtlerin -kopmasalar da mesafe almasına olanların ise harekete alanı bulamamasına sebebiyet verdi. Tabi ki bu hususu doğuran sürecin MHP’nin ideolojik olarak görece daha homojen olmasına şiddet kullanım meşruiyetine sembolik olarak AKP’den daha çok yatkın olmasına bağlıydı.
Beşinci engel ise bizzat krizler, suni gündemler ve şiddet üzerinden kurulan Erdoğan/AKP’nin siyasetsizleşen söyleminin kendi kitlelerini organize, mobilize ve dönüştürme becerisini kaybetmesidir. Bu husus Söylemin sunumunu yapan medyanın kendi sahasında yada muhalif alanda itibarsızlaşmasına şiddet ve krizlerin öznelerin zihninde sıradanlaşmasına, negatif kimliklenme ve kutuplaşma amacı taşıyan suni gündemlerin ne kendi tabanında ne de muhalefette karşılık bulmamasına sebebiyet vermiştir.
Altıncı engel ise sivil ve siyasal alanı siyasetsizleştirme hamilelerinin doğurduğu karşı reaksiyonların doğal bir sonucu olarak muhalefetin bir araya gelme zorunluluğunu taşımasına sebebiyet vermesidir. Bu husus totaliter rejimin siyasetsiz sahasının dışında yeni sivil ve siyasal alanların önünü açmıştır. Yerel seçimlerde bir araya gelme zorunluluğu AKP’nin ve MHP’nin büyük şehirlerde kaybetmesi muhalefetin kronikleşmiş başarısızlık duygusunu kırmış ve bu yeni eylemsel siyaset sahasının akışkan karakterini şekillendirmiştir. Bu yeni saha HDP’nin sistem kurucu ve dönüştürücü bir eyleyici olarak sivil ve siyasal olarak sürece -dışardan olsa da – dahil olmasının önünü açmıştı.
Gelgelelim başta söylediğime:
Erdoğan kendi iktidarını tahkim etmekte güçlük çekiyor. Birkaç belirgin neden şunlar olabilir:
Tahkim edememe güçlüğünün ilk nedeni ekonomik belirsizleri tahkim aracı olarak kullanırken aynı belirsizliklerin sürdürülebilir olmamasıdır. Besleyemediği kitleler ve onu merkeze taşıyan ekonomik istikrar söyleminin yarattığı çelişkili durumun güvenirliliğine zarar vermesi, ki berat Albayrak istifası bunu pekiştirmiş durumdadır. Bununla birlikte ekonomik krizin kendi orta sınıfını bile huzursuz edebilecek seviyeye gelmesidir. Muhalefet bu açığı kapatacak kadrolar ve pratikler geliştirmemesi de çok da zaman kazandıracak değildir.
Tahkim edememe güçlüğünün ikinci ise bellek açısından de-form sürecinin reform söylemini itibarsız ve güvenilmez kılmasıdır. Ki yargı, ekonomi uluslararası siyaset ile ilgili söylemleri çok da karşılık bulmuş değil. Ayrıca pratikte tam tersi bir durum hala devam etmektedir. Siyasal alanın söylem eyle tavır ve davranış biçimlerinin radikal bir biçimde değişmesi durumunda ancak reform söylemleri bir karşılık bulabilir. En iyimser biçimde erken bir seçim ancak harekete geçirici bir güç olabilir.
Tahkim edememe güçlüğünün üçüncü nedeni ise halihazırda MHP ile kurduğu koalisyonun siyasal manevra yapma kapasitesine zarar vermesidir. Yargı reformu ile ilgili söylemlerin akabinde Çakıcı'nın, Kılıçdaroğlu’nu aleni bir biçimde tehdidinin Bahçeli tarafından savunulması bunu gösterir niteliktedir. Bahçeli'nin bu tutumu özel olarak Kılıçdaroğlu’ndan ziyade Erdoğan’ın reform söylemini bertaraf edip kendi konumunu güçlendirmek için yapılmış bir sınır çizme teşebbüsüdür. Görünen o ki doksanların siyasal iklimini hatırlatan bu sınırlandırma denemeleri bir süre daha devam edecektir.
Tahkim edememe güçlüğünün dördüncü nedeni ise bizzat reform söyleminin var olan tahribatı -görünürde bile- toparlanmanın önüne geçemeyeceği gerçeğidir. Uluslararası siyaset uzun süreçli bir paradigma değişimiyle ekonomi ve yargı ise yeniden yapılanmayla ancak toplanabilir bir seviyeye gelebilir. Bu da tahkim etme pratiğinin doğasına aykırıdır ve rejimini tahkim etme kapasitesiyle çelişen bir durumdur.
Tahkim edememe güçlüğün beşinci nedeni ise gerekli entelektüel, siyasal ve kültürel kadrolara sahip olmamasıdır. Erdoğan’ın bizzat kendi eliyle AKP siyasal eyleyicilerini ve İslamcı entelejansiyasını tasfiye etmesi her geçen gün sosyal medyada haber konusu olan eyleyicilerin, bürokratların ve memurların söylem tutum ve pratiklerinin yarattığı negatif imajinasyon, ana akım TV kanallarında siyasal iklimi şekillendirme amacı taşıyan iktidar uzmanlarının vasatlığı bu durumu hem sağdan hem de soldan görünür kılmaktadır.
Tahkim edememe güçlüğünün son nedeni ise devlet kaynaklarının eşine az rastlanır bir biçimde kamu yararı dışında kullanılmasının, devlet itibarı için yapılan lüks harcamaların, liyakatsız kadrolaşmanın, rant paylaşımının tekelleşmesinin israf ve talanın, rejimin güvenirliliğine önemli ölçüde zarar vermesidir. Kendi tabanının alt sınıfları ve kamu kaynaklarından önemli ölçüde faydalanan azınlık bir sınıf arasındaki uçurumun belirginleşmesi , ekonomik krizin getirdiği ekonomik erimeyle her geçen gün pasta payı üzerine paylaşım çatışmaları ve sitemin önüne geçmek bir yana çatışmayı derinleştirmesi tahkim edilme kapasitelini önemli ölçüde daraltmıştır.
Sonuç olarak
Erdoğan her ne kadar da kendi rejimini tahkim edemez ise de tahsis etmek için elinden gelen bütün nizami ya da gayri nizami enstrümanları kullanması muhtemeldir. Tahrip ettiği özneler ve sahaların sayısı her geçen gün artması, şiddet mefhumu toplumsal alanın ve siyasal alanın katmanlarına dokunması muhtemeldir. Muhalefetin sessizce bekleyip harap olmuş sahayı yeniden organize etmesinden öte yeni sahalar oluşturmalı ya da var olan sahaların siyasetsizleştirilmemesi için elinden gelen bütün söylemsel ve eylemsel argümanları kullanmalıdır. Zira siyasetsizleşmiş sahalar da boşluk kaldırmaz.
*Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Sosyoloji, İstanbul Üniversitesinde Felsefe lisans eğitimini tamamlamıştır. Adnan Menderes Üniversitesinde Lisansüstü eğitimini almıştır. İstanbul Kavram MYO ve Avrasya Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Yıldız, akademik çalışmalarını bağımsız olarak sürdürmektedir.