Somut problemlerin çözümü yerine soyut korkular yaratmak
Yusuf BARAN BEYİ*
Ülke ekonomik çöküntü içine girmiş ve vatandaş bu nedenle can çekişiyorken, iktidarın kaos ortamı yaratma eğilimi göstermesinin ve bu nedenle toplumsal gerilim oluşturmasının elbet bir nedeni vardır. Bu da bize şunu gösteriyor; İktidar ekonomik alanda artık bir çözüm yaratamıyor. Geri kalan ömrünü uzatmak için, çareyi kaos ve gerilim ortamından arıyor.
Suiistimallerin, yolsuzlukların olması, eroincilerin partinin içinde boy vermesi, rüşvet olayların parti ve bürokraside kol gezmesi, kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir ortama ülkenin sürüklenmesi, kamuoyunda şaşkınlığa ve tedirginliğe neden olduğu besbelli. Bu olumsuz tabloya karşı ne yapacağını şaşıran iktidar, ister istemez, kaostan medet umar hale gelmiş durumda. Hele Mafya lideri Peker’in söylediklerine kamuoyunun kulak vermesi, SBK’ın durumunun deşifre olması ve giderek Türkiye’nin kara para aklama ve mafya babalarının cirit attığı bir ülke konumuna gelmesi, özellikle "her şey benden sorulur" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın manevra alanını daraltmış durumdadır. Konuştuğu vakit, parti içinde dengeler bozulacak ve duvar yıkılacaktır. Onun için susmayı tercih ediyor.
Gerek dış politikada sürdürülen savaş eksenli politikalar olsun, gerekse içeride somut sorunları çözme yerine, "ülkenin bekası" üzerinde yaratılan soyut korkular olsun, bunlar planlı olarak yürütülen senaryolardır. Vatandaşı kendi kontrol alanında tutmaya çalışan mevcut iktidar; "Cambaza bak…" deyip, ömrünü uzatmaya gittiği bir süreç yaşıyoruz. Giderek vatandaşın somut sorunlarını çözmeden uzaklaşan Erdoğan, ortağı Bahçeli üzerinden; "ülkenin bekası" soyut korku kavramı ekseninde, vatandaşın hem ekonomik sorunlarının çözümünü, hem de demokrasi ve özgürlüklerini marjinalleştirmeye çalışıyor. Büyük fotoğrafa bakıldığında; iktidar somut sorunları çözme yeteneğini yitirdiğini görüyoruz. Onun için, dışarda savaş, içeride kaos politikalarına alan açıyor. Bu politik argümanlar tamamıyla MHP’nin milliyetçi-Devletçi politikalarına uyum sağlıyor. Dolayısıyla AKP, ekonomik sorunları çözme yeteneğini ve demokratik ideallerini terk ederek, MHP’nin ideolojik alanında top çevirmeye çalıştıkça, MHP’lileşecektir. MHP, nasıl Demokrasi ve özgürlükleri marjinalleştiriyorsa, AKP de bu politikaların dümen suyunda gittikçe, gün gelecek kendisi marjinalleşecektir.
Erdoğan’ın Siyasi partilere; "Bunlar daha iyi günlerinizdir…." Demecinin ardından, HDP’nin İzmir İl binasına, organize edilmiş bir cani tarafından basılıp, çalışanı Deniz Poyraz adında genç bir kızın hunharca öldürülmesine karşı, muhalefetin bu kez gösterdiği tepki kayda değer görüldü. Ancak failin kısa sürede apar-topar tutuklanması, birçok siyasi partilerin ve hukukçunun tepkisine neden oldu. Bu da cinayetin, devletin derin yerlerinde konumlanan bir klik tarafından organizeli bir şekilde yapıldığına işaret ediyor.
Hukuk dışı bu uygulamaların ardında, Deniz Poyraz’a yönelik iki demeç çok dikkat çekti. Biri; MHP’nin Genel Başkanı Bahçeli’nindi. Bahçeli’nin, öldürülen kızın "Terörle" ilişkilendirmesi, sadece kafalarda soru işareti yaratmadı, aynı şekilde yaralayıcı ve düşmanca bir demeç niteliğini taşıyor.
Bu kızın mademki terörle ilişkisi vardı, neden şimdiye kadar hakkında bir işlem yapılmamıştı? Bahçeli bunu bildiğine göre, şimdiye kadar neden susmuştu? Başka bir durum, devletin istihbaratı ve emniyet güçleri demek zaaf içindelermiş. İktidarın resmi ortağı olan ve bir sözü iki edilmeyen Bahçeli, aslında bu soruları hem kendisine, hem de ortağına sorması gerekirdi.
İkinci absürt açıklama HAK-PAR Genel Başkanından[1] gelmişti. Başkan şunu diyordu;
"HDP, cinayet günü toplantıyı son anda neden iptal etti? Deniz’in annesi kendi yerine kızını ofisi açmaya gönderirken, o da saldırı olacağından haberdar mıydı? HDP üst yönetimi bu yönde bir bilgiyi nasıl edindi?" diyerek, anne Fehime Poyraz’a ve partinin yöneticilerine saldırması, hunharca işlenmiş cinayet kadar hem üzücü, hem de ahlak sınırlarını aşan bir durum oldu. Konu hakkında ilk açıklama, HDP Eşbaşkan Yardımcısı Tayip Temel’den geldi; "Alçaklığın ırkı ve kimliği yoktur." Dedi.
İktidar cephesinde bunlar olurken, bir de iktidarın bu milliyetçi ve devletçi politikalarına onay veren gizli ortakları vardı. İşin garip yanı, bu gizli ortakların muhalefet partilerinin içinde yuvalanmış olmalarıydı. Bunlar, HDP’nin kapatılmasını büyük bir hevesle arzulayan, CHP’nin içindeki ulusalcılar ve İYİP gillerden oluşan ırkçı ve ulusalcılardı. Bu ırkçı siyasiler "HDP kapatılırsa bize bir şeyler düşer" beklentisiyle, köşede avuçlarını ovup duranlardır. Oysa HDP’nin seçmeni politize olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bunları bu konumda tutan şey, "Kürt düşmanlığı"ndan başka bir şey değil. Bunlar "Kürtlere güneş doğmasın da hiç de AKP iktidarda kalsın" gibi marazi düşünceli ırkçı kliklerdir. Muhalefetin içindeki siyasi aktörlerin ve iktidarın aynı şeyleri arzuladıklarına göre, o zaman muhalefet denilen bir şey düşünülemez. Ülkede tek partinin hükümranlığı var demektir. Bu durumda iktidarın gizli ortağı muhalefet olmuş olmuyor mu?
Bu flu duruş, bu siyasi handikap, ülke ve demokrasimiz için büyük bir felakettir. Bunun mutlaka aşılması gerekir. İnşallah bu kez, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oynanan siyasi oyun, bir kez daha tekerrür etmez. Bu kez umut verici bir durum oldu; Deniz Poyraz’ın öldürülme olayında muhalefetin göstermiş olduğu tepki, kayda değer bulundu. Bakalım bu sefer siyaset, zik-zaklı labirentlerden sıyrılıp, nasıl tekabül edecektir? Kürt sorunundan dolayı olayı; "beka" sorununa indirgeyip, bu anlamda soyut korkular yaratıp, demokrasi ve özgürlükleri marjinalleştirip, vatandaşlarına çile çektirmenin tek bir nedeni vardır; "Kürtler… Kürtler… Kürtler!"
[1] Hak-Par Genel Başkanı Latif Epözdemir-Rudaw/21.Haziran 2021
*Eğitimci Yazar