Stepanakert’te uyanan kadim korkular
Josef H. KILÇIKSIZ
Söz konusu Ermeniler olunca partiler arasındaki siyasi görüş farklılıkları kayboluyor. İnce’den başlayarak İmamoğlu ve Özgür Özel ile devam eden ulusalcılık rüştünü kanıtlama saplantısı, yüksek perdeden verilen milliyetçi demeçlerde somutluk kazanıyor. "Seküler solcular" hep bir ağızdan, «Ermenistan’ın bölgenin istikrarını tehdit eden saldırganlığını şiddetle kınıyorum.» diyorlar.
Seküler Türk solcusu, ulusalcı refleksler gösterirken gerçi dinsel-mezhepsel aidiyete vurgu yapmıyor, ama tepkileri, Türk sağcısının İslamcı-cihatçı ya da Turancı-ırkçı tepkileriyle "savaş" uğrağında buluşuyor.
"Dost ve kardeş ülke Azerbaycan" nitelemesinin arkasında soydaşlığa dayanan bir ajanda yatıyor. Bu ajandanın içini dolduran askeri-siyasal saikler, Rusya’yı Kafkasya’da sıkıştırmadan tutun da içerdeki milliyetçi seçmenin konsolidasyonuna kadar uzanan geniş bir yelpazeye dayanıyor.
Dağlık Karabağ sorunu yaklaşık otuz yıldır devam eden bir sorun. Peki neden şimdi alevleniyor?
Çatışma ortamı sıkışan iktidarın gündem değiştirme çabasına denk düşüyor. İktidar bu yüzden her yerde açık ve gayet yıkıcı sonuçları olan sahici bir gerilimi tırmandırma politikası izliyor.
Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Mısır’la Yunanistan’la Fransa’yla, BAE ile, S. Arabistan’la yaşanan gerginlikler daha çok siyasal İslâmcı ajandanın İhvancı karakterinden kaynaklanıyor.
Ermenistan ile soydaşlık, dinsel ve tarihsel arka plan üzerinden yaşanması olası bir çatışma, arkasında saklanılan gizli ajandanın öncülü savaş kıvılcımları taşıyor.
Soydaşlık, dinsel ve tarihsel arka planı da içine alan ve Bakü üzerinden Ermenistan ile yaşanması olası gerilimin, iktidara iç politikada olağanüstü alan açarak daha da sert bir gündemi dayatmasını sağlayacağı tahmin ediliyor.
İktidar içteki başarısızlığını her defasında siyasal alanın dışına çıkarak gizlemeye çalışıyor.
Aradan altı yıl geçmesine rağmen Kobane ve Gezi olaylarında geriye dönük işleyen intikamcı-rövanşist tutum, Ermenistan ile yaşanan gerilimde de acaba 105 yıl öncesine 1915’lere kadar geriye doğru işletilir mi!
"İki devlet tek millet" şiarı soydaşlık üzerinden bir iş birliği öngörüyor. Barış koşullarında olumlu çağrışımlara sahip bu sloganın hangi bağlamda konuşulduğu büyük önem taşıyor.
Budun ve mezhep üzerinden yeniden kurulmaya çalışılan tarih, Kafkasya coğrafyasında bumerang etkisi yaratarak Türkiye’yi geri vurabileceği söyleniyor. Zira devletteki derin yapının aldığı dış politika pozisyonu, Rusların kadim korkularını kaşıyor. Grozni kalkışması ile başlayıp İdlib’e kadar uzanan cihatçı trafiğinde Türkiye’nin aktif rolü, kadim Rus korkuları için Azerbaycan’ı kavşak bir ülke haline getiriyor.
Ruslar Karabağ meselesinde Türkiye’yi bu sorunun doğrudan veya dolaylı bir tarafı olarak görmüyor. Ankara’nın savaşkan pozisyonu, tarihindeki suç yükünü unutan Almanya’nın mesela İsrail ve Lübnan gerilimini bahane ederek İsrail’e savaş açmasına benziyor.
Azeri ya da Ermenilerin haklılığı ya da haksızlığı üzerine tarafsız bir muhakeme yapılacaksa inanın Türkiye’nin bu mahkemede yeri yoktur. Neden mi?
Soykırım ve suçla yüklü tarihsel arka plan, Türkiye’nin bu ikili mevzuda bu kadar taraf olmaya meraklı savaşkan tutumu, olaya budun, soydaşlık ve mezhepsellik bağlamında yaklaşılması, iktidar ortaklarının bilinen ırkçı, milliyetçi, dinci pozisyonları, hükümetin dünyadaki çatışmalı alanlara İslamcı retorikler kullanarak dalması, etnik, ırksal, dinsel veya mezhepsel gerekçelerle dış politikada pozisyon alınması ve Suriyeli cihatçıların her hassas çatışma bölgesine taşınması yüzünden olabilir mi?
Ermenistan’a karşı Osmanlı-İslam-Türk vurgusu ile Azerbaycan üzerinden girişilmesi olası bir savaşı, Türkiye dünya kamuoyunda daha şimdiden kaybetmiş görünüyor.
Türkiye’nin tutumları Batı’da en çok marjinal aşırı sağ tarafından şiddetle eleştiriliyor. Mesela aşırı sağcı Le Pen parti sözcüsü, Ermenistan meselesinin bardağı taşıran son damla olduğunu, İstanbul’daki Sultana haddinin askeri olarak bildirilmesi gerektiğini söyledi.
Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı vahşi göç sorununu, Avrupa’nın sakalının dibinde olan Libya’nın cihatçılar için korunaklı bir yer haline gelmesini, Avrupa başkentlerinde artan köktendinci terörü ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan özelinde AB’ye meydan okunmasını alt alta toplayan aşırı sağcılar Hristiyan reflekslerle sayın Erdoğan’a tepki gösteriyorlar.
Hükümetin Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında gösterdiği, etnik, ırksal, dinsel veya mezhepsel refleksler ile Avrupalı aşırı sağcıların tepkileri Hristiyan-Müslüman antagonizması uğrağında birbiriyle örtüşüyor.
Seküler Türk üst kimliğinin inşasında Atatürk nasıl ki Türk’ün Osmanlı’daki mağduriyeti üzerinden hareket ettiyse, sağcı iktidarlar da Ermeni ve Yunan nefreti üzerinden yeni bir Türklük kimliği inşa etmeye çalıştılar. Bu yeni kimliğin içi daha çok dinsel veya mezhepsel saiklerle doldurulduğundan Kemalist Türk kimliğinin seküler özelliği aşındırılıyor.
Böylece Osmanlı-İslam-Orta Asya gibi arkaik mitler üzerinden (Kemalist) Türklük kimliğinin kapsayıcı seküler niteliği madara ediliyor.
Adriyatik’ten Çin seddine bir Turan coğrafyası düşü’nün önünü kesen Ruslar, Sovyetlerin dağılmasından sonra da Orta Asya Türki Cumhuriyetlerinde "Slavcı kültürel sömürgeci" varlıklarını sürdürdüler.
Türkiye’nin Rusya ile er geç gerçekleşmesi muhtemel hesaplaşması için Ermenistan-Azerbaycan mikro savaşı bu bağlamda eşsiz makro fırsatlar sunuyor.
Savaşkan bir atmosfer oluşturmak adına "Azerbaycan’ı işgal eden Ermeniler" retoriği yıllardır kullanılıyor. Olası bir sıcak savaşta Türkiye’de ekmek kavgasında olan elli bine yakın Ermenistan vatandaşının bu zehirli atmosferin munzam, yan zayiatı olmaları bekleniyor.
Kısacası Cemal ve Enver Paşaların ruhu aramızda dolaşmaya devam ediyor. Bu İttihatçı ruh, bir Rum, Ermeni ya da Alevi veya Kürt sorunsalı olduğunda, modern çağda sonsuza kadar gömülü olması gereken mezarından her nasılsa yeniden hortluyor.
Türkiye olası bir Ermeni-Azeri savaşında Azerilere koşulsuz destek sunduğunu saklamıyor. Bakü’nün olası bir zaferinin ardından Azerbaycan ile kimliksel ve aidiyetsel bütünleşmenin tamamlanması amaçlanıyor. Bu sözde utkunun, KKTC’nin tanınması, Bakü’deki petrol ve gaz kaynaklarının Türkiye üzerinden taşınması, Rusların Kafkasya coğrafyasından tamamen sürülerek NATO’nun önce Tiflis’e ve Bakü’ye sonra yavaş yavaş diğer Türki Cumhuriyetlere yerleşmesiyle taçlandırılması amaçlanıyor.
Türkiye’de Avrasyacı nasyonalist refleks, bölgenin jeopolitik konfigürasyonu göz ardı edilerek dinci Turancı körlükle Erevan’a karşı Bakü’ye sunulan koşulsuz desteğin NATO’yu bölgede kalıcı kılmakla sonlanacağını göremiyor. Irkçı nasyonalist tutum, bir çeşit jeopolitik körlüğe yol açmış görünüyor.
Yeni üst kimlik ve mezhepçi aidiyet arayışlarında, Hristiyan Ermeni Rum nefreti araçsallaştırılıyor. Mübadele, 6-7 Eylül, 1915, Seyfo gibi felaketler nedeniyle sayıları giderek azalan Hristiyan azınlıklar meselesi niceliksel olarak içeride çözülmüş gibi görünüyor.
Nazilerin Avrupa’daki tüm Yahudilere reva gördüğü «Endlösung» ya da diğer adıyla «Final Solution»ın modern çağdaki izdüşümleri Stepanakert’e kadar uzanıyor.
Kafkas İslam Ordusu’nun Azeri ve Dağıstanlı tümenlerinin kanlı yolculuğu Sarıkamış’ta sona ermiş gibi görünse de askerlerinin postalları, 2004’te Beslan okulunda 186 çocuğun cesetlerini çiğneyerek yürüyüşünü sürdürüyor.