Tarih, Newroz ve kendimiz olmak üzerine

Tarih, Newroz ve kendimiz olmak üzerine
Oysa insan kendisini başkasından daha iyi tanıyan bir varlıktır. Çünkü kişi kendisiyle büyür.

Umut Seçkin BULUT*


‘tarih’ dediğimiz şey…

Tarih bir yerde yaşanan geçmişin hikâye edilişi değil midir zaten?

Oysa tarih bir eylemler ve de eylemciler toplamıdır aynı zamanda.

O eylemlere imza atan her eylemci tarihin üretiminde söz sahibidir.

Bu yüzden "resmi tarih" taraftardır.

Tarihi ünlü kahramanların bireysel çabalarıyla yaratılmış bir edimler toplamı olarak görür.

Ve bunu da tek gerçek doğru diye dayatarak kabul ettirmeye çalışır.

"Resmi tarih" kısmen ya da şuncağız gerçekliklerden, yani yaşanan geçmişin kendince önemli yerinden itibaren adeta yaşananları kurgular, yeniden yaratır. Bu düşünceyle yol aldıklarından bir süre sonra bu yaratılan kurgusal yaşanmışlığa gerçek diye de sarılır, inanırlar. İnandıklarına başkalarını da inandırmaya çalışırlar. İlk yıllardan başlayarak gelecek on yıllara doğru da bunu bir zalim çığ gibi büyütürler. Böylece tüm toplumu buna inandırmaya çalışırlar, zorlarlar. Aradan geçen onca yıldan sonra bu "resmi tarih" yine de yeterince karşılık görmez. Çünkü ne yaparsanız yapın güneş balçıkla sıvanmaz.

"Resmi tarih"in tutumu ne yazık ki bu gerçek olmayan çabanın oluşturduğu ortamın sonucu olarak, bireylerin de gerçek yaşamlarını kurgulamalarına etki ediyor.

Oysa insan kendisini başkasından daha iyi tanıyan bir varlıktır.

Çünkü kişi kendisiyle büyür.

Birbirimizi ya da kendimizi aynada nasıl gördüğümüzün hiçbir anlamı da, önemi de yok…

Asıl kim olduğumuzu biz iyi biliriz. Bir de aynı çatı altında uzun zaman birlikte yaşayıp ve büyüdüğümüz kişiler bizi iyi tanır, bilir. Yine de geçmiş yaşamımızı "resmi tarih" anlayışıyla yeniden kurgulayıp güzellemek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil…

Newroz

Tarihsel dayanağı var mı, yoksa tamamen bir efsane mi?

Bilinmez pek. Bilinen Spartaküs neyse Kawa da odur Kürtler için.

Çünkü Ortadoğu’da ve Asya’da yaşayan halklar açısından değişik anlamları vardır Newroz’un. Ama Kürtler için bir isyanın, direnişin hikâyesidir de aynı zamanda.

Anlatılanlar farklılık taşısa da genel efsane şöyledir:

Despot Dehak amansız bir hastalığa yakalanır.

İyileşmesi için genç erkeklerin beyinlerinden yapılacak merheme ihtiyacı vardır.

(ki günümüzden 2600 yıl önce egemen olan Asur kralıdır Dehak) Yarasına merhem yapılsın diye her gün köle halklardan olan Medlerden iki genç seçilir. Kurban edilir. Beyinleri altın tasta Dehak’ın hekimlerine verilir. Hekimler beyinlerden merhem yapar. Her gün iki kişiyi kurban ederek beyinlerini çıkaran cellât Kawa’dır ve de Kürt’tür.

Bu cellat iyi yürekli biri çıkar.

İki yerine bir kişiyi kurban etmeye ve ikincisininkinin yerine bir koyun beyni koymaya başlar, hekimlere verdiği tabaklara bir söylentiye göre. Bu şekilde ölümden kurtulanların, vahşi ve ulaşılmaz dağlık bölgede toplanmalarını sağlar.

Bir başka söylentide ise iki Kürt gencinin yerine kestiği iki koyun beynini verir Dehak’ın hekimlerine.

Böylece kurtulanlar zamanla çoğalıp Kürt topluluğunu oluşturur kimi efsaneye göre. Kimine göre de gerekli güce ulaştıklarında gençler Demirci Kawa’nın önderliğinde zalim Dehak'a karşı ayaklanır, halkını özgürleştirmek için.

Ninova kalesinin burçlarında büyük bir isyan ateşi yakarlar. Ve Demirci Kawa, demirci önlüğünü mızrağına geçirip bayrak yapar, halkının önüne geçip Dehak'ı öldürür.

Ortadoğu, Asya halkları için anlamı ve karşılığı farklı farklı olan Newroz’u Kürtler için bu efsanelerden bakarak anlamak ve değerlendirmek gerekir.

Kendimiz olmak

Dünyada ve ülkemizde olup bitenleri izlediğimde, dinlediğimde ya da okuduğumda aklıma Einstein'in bu durumlar için geçerli olduğunu düşündüğüm güzel bir sözü geliyor:

Bir sorunu onu yaratan zihin ile çözemezsiniz.

Gerçek bu ne yazık ki...

Sorunları yaratan zihinler hayatın ve de dünyanın her alanında kılcal damarlara nüfuz etmiş durumda. Bir bakıma çağımız barbarlık ve kıyamlar çağı. Bu zulümler, ölümler ve de başkalarına tahammül edememeler sürdükçe de sonuçlar kanlı, iç karartıcı oluyor, olacak da...

İçimiz yanacak, çaresizliğimiz bizi kahredecek.

Emekleme çağında gördüğümüz insanlık birdenbire bir ergen durumuna bile gelemeyecek ve onları asla alt edemeyeceğiz diye içimize hapsetmeyeceğiz kendimizi.

 İnsanın olduğu yerde her zaman bir umudun ve direnmenin olduğunu hiç unutmayacağız.

Görmezden, duymazdan ve de bilmezden gelmeyeceğiz gerçekleri ve barbarları.

 Hep başkalarından olumlu adım atmalarını beklemek, güzellikler ve gerçekler uğruna bedel ödemelerini düşünmek doğru değil hiç. Çünkü taraf olduğumuzu yalnız ve güçsüz bırakmaktır içimize kapanmak, görmezden, bilmezden gelmek.

Unutmayalım ki tersini yaptığımızda istemediğimiz çirkin olan her şeyi yaşatanlara istesek de istemesek de taraf olacağız.

Onların değirmenine su taşıyacağız. Ellerine güç olacağız. Sessizliğimiz, tarafsızlığımız barbarların ellerini güçlendirecek, yüreğimizde yaşatıp desteklediklerimizi de güçsüz ve yalnız bırakacaktır, unutmayalım.

Geleceği düşünenler, görenler, yazanlar ve de yeryüzünü cennete çevirebilmek için dizayn etmeye çalışan insanların işi daha da zorlaşır, inanın gerçekten zorlaşır; çünkü insan insanın kurdudur ve de kurutucusudur onlara göre... 

Ne yazık ki peygamberler çağı da bir daha olmayacak böyle biline...

Bu yüzden ya modern barbarlardan olacağız ya da barbarlara karşı cephe oluşturanlardan yana… Bu da kendimiz olmakla olası, çünkü kendimiz olmak demek kan uykulardan uyanıp ayaklarımızın üstünde durabilmek ve gerçeği soluyup onu haykırmaktır cümle kötücül olan şeylere ve bunları bize dayatanlara karşı…

Çünkü kurtulmak yok tek başına


* salt okur

Öne Çıkanlar