Tarih tekerrürden ibaret değildir

Tarih tekerrürden ibaret değildir
Osmanlı İmparatorluğu’nun dokuzuncu Padişahı olan I. Selim (Yavuz), Erdoğan’ın en ciddi rol modeli gibi görünüyor. Neden mi?

Sinan TOPRAK*


Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos ayının sonunda İslami Yeni Yıl’ı bir sürpriz ile kutladı. Ayasofya’yı camiye dönüştürdü. Daha sonra başka eski bir Bizans kilisesini, İstanbul’un en eski yapılarından biri olma özelliğine sahip olan dördüncü yüzyıldan kalma Kariye (Chora) kilisesini camiye dönüştürdü. Birkaç gün sonra Karadeniz’de gelmiş geçmiş en büyük keşif olarak adlandırılan "doğal gaz" rezervlerini açıkladı. Bunu Doğu Akdeniz’deki doğal gaz sahalarının keşfi takip etti. Bu alanların her ikisi de tarih boyunca denizlerin etrafındaki güçler arasında sıcak bir şekilde tartışılan uluslar arası rekabet bölgeleridir. O haftanın ilerleyen günlerinde bir Hamas heyetini Ankara’da karşıladı. Bunun anlamı İsrail ile BAE arasında yakın zamanda yapılan bir anlaşmanın duyurulmasının ardından Filistinlilere ilan edilen destekti.

Tüm bu hamleler, Erdoğan’ın İslamcı güç vizyonunu dünyaya yansıtma isteğidir. Yurt içinde ise İslam’ı güvence altına almak, doğal kaynakları korumak ve Türkiye’nin gücünü dünyaya "ispat etmek" argümanlarını taşıyor. Aynı zamanda iç baskı muhalif olan herkesin üzerinde günden güne artıyor. Aynı İslami Yeni Yıl, Türkiye’de sosyal medya özgürlüğünün daha sıkılaştırıldığını gördü. Ayrıca Türkiye’yi, Avrupa Konseyi’nin ülkeleri ile kadınları aile içi şiddetten korumayı taahhüt eden bir anlaşma olan 2011 İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen metinden çekmeyi düşündüğü de gördü. Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki demokratik halklar son düşünceden dolayı endişelenmelidir diye düşünüyorum.

Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu "diriltme" ya da kendisine bir padişah gibi imaj verme girişimleri hakkında çok şey yazıldı. Ancak Erdoğan’ın siyasi gündemini ve ufkunu anlamak için Erdoğan’ın olmaya çalıştığı şey hakkında daha net ifadeler kullanabiliriz. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun dokuzuncu Padişahı olan I. Selim (Yavuz), Erdoğan’ın en ciddi rol modeli gibi görünüyor. Neden mi? Bakalım. Sultan Selim 500 yıl önce öldü. Yaşamı boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nu güçlü bir bölgesel devletten devasa bir küresel imparatorluğa dönüştürdü. Sultan Selim, yarım bin yıl önce ölmesine rağmen Türkiye’ye Washington’dan Pekin’e, hem yabancı hem de yerli rakipleri ezip geçen küresel bir siyasi ve ekonomik güç haline gelmesi için önemli bir şablon sunmuş oldu. Ayrıca Sultan Selim, Erdoğan’a, kurulduğu günden bu yana hüküm süren egemen seçkin sekülerizme karşı çağdaş Türkiye’de taklit etmeye çalıştığı, Osmanlı geçmişinin ihtişamının hayati bir bileşeni olan kültürel ve siyasi bir güç kaynağı olarak İslam’ı savunmasına yardımcı oluyor.

Erdoğan’ın, Selim’in dışlayıcı Türk gücü vizyonunu benimsemesine karşı dikkatli olmak gerekmektedir. Bölgesel savaşlara, dini azınlıkların imha edilmesine ve küresel ekonomik kaynakların tekelleşmesine yol açan güçlü adam siyasetinin tarihsel bir örneğini temsil ettiği açıkça ortadadır. Türkiye genelinde doğalgaz rezervlerini tekelleştirme girişimlerine ek olarak, Erdoğan’ın Libya, Suriye ve Yemen’deki dış askeri girişimlerinin sebebini açıklıyor. Aynı zamanda ülke içerisindeki Alevilerin, Kürtlerin, aydınların, Hıristiyanların, gazetecilerin, kadınların ve solcuların peşine düşülmesinin en kuvvetli sebebi yine bu vizyondur. İslam’ı Türkiye gündeminin merkezine yerleştirmek için Sünni dindarlık geliştirilmeye devam etmektedir. Ayasofya’nın statü değişikliği bunun somut kanıtıdır. Erdoğan, Selim’i Türkiye’nin küresel siyasi gücünü mümkün kılan bir örnek olduğu için model alıyor. 1517’den I.Dünya Savaşı’nın sonun kadar Osmanlı İmparatorluğu, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e hâkim olarak Selim’in kazandığı coğrafi şeklini korudu. 1571’de Osmanlılar bölgedeki en büyük rakibi olan Kahire merkezli Memlüklere son vererek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki tüm toprakları ele geçirdi. Bu, imparatorluğun boyutunu ikiye katladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’ya hâkim olan bu patlaması, onu bölgedeki en önemli askeri ve siyasi güç haline getirdi. Osmanlılar artık Akdeniz’in tüm doğusunu kontrol ediyorlardı ve böylece dünyanın en önemli ticaret yollarına Avrupa ile Asya arasında karadan, Basra Körfezi ve Kızıldeniz üzerinden ise deniz yoluyla hâkim oldular.

Her modern Türk siyasi lideri, Cumhuriyet’e daha "batılı" ve "seküler" bir yüz gösterme girişiminde bulunmak için kendisini Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasından ve İslam’dan uzaklaştırırken, Erdoğan aktif olarak bu mirası kucaklayan ilk kişi olmuştur. Osmanlı geçmişi ve imparatorluğun İslami mirası noktasında Sultan Selim’in siyasi fetihlerine Erdoğan’ın iktidar imajına anahtar olarak kullandığı açık seçik ortadadır. Aynı zamanda Sultan Selim’in Memlük zaferi, iki yüz yılı aşkın süredir nüfusunun çoğunluğu Rum ve Ortodoks olan bir devlet olmasının ardından, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ilk kez çoğunluğu Müslüman olan bir kimliğe bürünüyordu. Bu zaferle, İslam’ın en kutsal şehirleri olan Mekke ve Medine’yi yöneten ilk Osmanlı padişahı oldu ve halife unvanını kazandı. 

Bu rol modelde en dikkat çekici eylemlere gelirsek; Boğaziçi üzerinde inşa edilen üçüncü köprüye Sultan Selim’in adının verilmesi, Sultan Selim’in türbesi ve diğer anıtlar için ayrılan önemli bütçeler ve 2017’deki Anayasa referandumunu kazanan Erdoğan’ın ilk ziyaret ettiği yer Sultan Selim’in türbesi oldu. Kendisine önemli yetki ve güç veren bir referandumun ardından yapılan ilk ziyaret noktası, modelin kim olduğu konusunda belirleyicidir. 

Sonuç olarak Erdoğan ve ekibi kendilerini düzenli olarak Osmanlı’nın torunları olarak tanımlıyor. Bu çok keskin iddia, Erdoğan’ın 1923’ten bu yana Türkiye’nin cumhuriyetçi neslini atlayarak, Osmanlıların kendine özgü Türk-Sünni siyasetiyle dünyayı yönettiği zaman, savaşların ve iç baskının öncülük ettiği Sultan Selim günlerine geri dönme isteğinin çağrısıdır. Sultan Selim’inkine benzer bir siyasi programı yeniden canlandırmak isteyen bir Türkiye, Ortadoğu ve hatta dünya için tehlikeli bir olasılıkla dolu süreci işlemiş oluyor. Türkiye’yi yeniden Osmanlı yapmak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçekten de kullanıma hazır olduğunu gösterdiği türden şiddet, sansür ve baskı gerektiriyor. 

Buradan çıkarılması gereken evrensel ders, ister Türkiye’de ister dünyanın herhangi bir yerinde olsun geçmişin müspet uygulamalarını tüm insanlığın kullanımına sunmaktır. 

Neticede tarih tekerrürden ibaret değildir. Ve çoğu zaman olaylardan ders alınması için kullanılması gereken bir araçtır.

* Tarih öğretmeni

Öne Çıkanlar