'The personal is political' diye bağıran (*)
Sennur BAYBUĞA
Erkekler ile kadınları-genel olarak- anı yazımında da birbirinden ayıran temel bir özellik var; birçok eski zaman devrimcisinin çok meraklı olduğum anılarını aksatmadan okumuş birisi olarak söylüyorum bunu. Erkekler, resmi tarih yazımı konusunda devlet kadar katılar, kendi kişisel hikayelerini yazarken de kontrollü ve daha kötüsü kontrolcüler. Ödleri kopuyor, karşılarına çıkacak aynaları peşinen örtüyorlar masa başına otururken. En çok özeleştiri içerdiği iddiası taşıyan anılarında bile, geldikleri geleneğin kendi varlıkları ve zaafları dışında tüm olumsuz yanlarını ortaya koymaya ‘çabalayan’, ama kendini parçalamayı asla göze alamayacağı için de hep burada bir şey eksik duygusu yaratan ah o anılarınız…
Ben ve benden sonraki kuşak, Türkiye sosyalist hareketi tarihini, bu devletin okullarında tarih eğitimi almış, ona göre şekillenmiş yazarlardan okudu.12 Eylül öncesinin kitaplarda okuduğumuz, kimi bizzat kendilerinden dinlediğimiz hareketli, kimi acı dolu yılları, sürekli bir kusursuzluk içinde kendi vakarını barındırır cümlelerle anlatıldı, yazıldı genel olarak. Ve doğal olarak destansı bir zaferin tarihinin yerine daha destansı bir tarih yazamayacağını düşünen 12 Eylül sonrasının ‘beceriksiz’ kuşağı olduk biz. Oysaki…
Bugün ben; 1940 yıllarının başında Karadeniz’in küçük bir kasabasında doğmuş ve hayatı da kendisi gibi serpilerek büyümüş, dal budak salmış bir kadının anılarını okudum, daha uzun yıllar da anıları olacak bir kadının. (**)
12 saatlik bir zamanda 80 yıllık bir hayatın bize gösterdiği kadarı ile küçük dehlizlerinde dolaşıp durdum. Yazabilmek için biraz beklemem gerekti, zira o dehlizlerin içinde yazılamayan odaları aradım, bulamadıklarımı kurguladım, kurgulayamadıklarımı eski ve başka ‘anılar’la birleştirdim. Yazdıklarından çok yazmadıkları, bazen kendi ifadesi ile ‘hatırlamadıkları’ üzerine uzunca düşündüm. Bunu evvelce okuduğum benzer maksadı taşıyan anı kitaplarında neden yapmadığım üzerine düşünürken, tümüyle bu yazıda ifade etmeye çalıştığım şey geldi aklıma; Yapmadım çünkü bana ait çok az şey vardı o metinlerde. 1940’larda Türkiye’de doğmuş bir kadının kendisi olmasının zerafet ve ironi dolu hikayesi…
Latife Fegan, Türkiye’nin hayatta kalabilmiş ender devrimci kadınlarından birisi. Elbette yaşayan ve döneminde devrimcilik yapmış o kuşak kadınlar hala vardır eminim, Latife Abla’yı farklı kılan hala ‘devrimci kadın’ olması… Bunun için Latife abla zaten. Mütevazi, şeffaflığından taviz vermeden —çabaya gerek yok zira aksi çabayı gerektirmez mi? – ortaya parça parça atmış kendisini. Genç kızlığı, hayata uyum sağlamaya çalışması, devrimci oluşu, bu dönemde bile örgütsel ilişkilerde çoğun kadının yaşadığı ‘sevgi dolu ‘ erilci yoldaşlığı nasıl yaşadığını, en küçük bir komplekse dahi kapılmadan saçmış orta yere. Beğenmeyen almasın.
Siyasi olarak kendimi ait hissettiğim gelenekten gelen Latife Fegan, Kıvılcımlı’nın yaşadığı zamandan 1980’li yıllara kadar ‘Doktorcu’ hareketlerin içinde bulundukları vaziyeti ipuçları ile ortaya dökmüş aslında. İpuçları sadece ipi tutmak isteyenin işine yarar evet daha fazlasına da gerek yok. Yazdıklarını farklı kılan şey aslında sadece kendinde var bir insanın, bir genç kadının, bir olgun kadının, eşinin ortadan nasıl kaybolduğu hala bilmeyen ve onsuz bir çocuk büyüten bir annenin, gittiği başka bir ülkede devrimcileşen, o topluma ait olan bir olgun kadının hikayesi aslında. Hissederek tanıklık ettikleri arasından, detaylarını ancak satır arası okuyan doldurabilir. İsterse.
Okurken ve şimdi, daha çok, İsveç’te ‘örgütsüz’ ve ‘kendi’ olarak başladığı hayatında geçirdiği duygusal düşünsel evreleri merak ediyorum, bu açıdan da yayıncısından O’nu bu dönemi yazmaya teşvik etmesini arzu ederim. Daha telaşsız ve sakin sakin… Biz bunu hak ediyoruz.
Böyle yazmanıza çok sevindim Latife Abla, böyle olmalıydı, boşlukları okurlar doldurmalı idi. Kişisel olanın politik olduğu daha açık nasıl şekle bürünebilirdi, küçük küçük çabalarınızın ve bununla yazdığınız kişisel tarihinizin değeri çok büyük. Ömrünüze bereket. Yazmasaydınız olmazdı.
Not: Ola ki bu geleneklerden gelmiş erkekler, dönemdaşları onun anıları üzerine cümle kuracaklardır, tarihler, olaylar ya da tartışılan meseleler üzerine fikir yürütecek, itiraz edeceklerdir. Sadece şunu söylemek isterim ki, bu sizin hayatınız değil, yazanın hayatı, susun anacım!
(*) 68’li feminist Carol Hanisch’in kitabından mülhem bir slogan, "Kişisel Olan Siyasaldır" diye tercüme edilebilir. Bk: Carol Hanisch, Kişisel Olan Politiktir, Kült Yayın 2013. Kitapta Hanife Aliefendioğlu’nun "Kemalist Feministlerden İslamcı Feministlere" ve A. Nazar Erişkin’in "Türkiye’de Stereopik Kadın Algısı" adlı denemeleri de yeralmakta. (e.n.)
(**) Latife Fegan, Yazmasam Olmazdı, Belge Yayınları, İstanbul Eylül 2020.