'Tohumların taşı delen özünde'
Cihan ERDOĞAN
‘Gene gönlümün gemisi parçalanıp kıyıya düştü.
Bu gönül camdandır ve taşlık bir yola düştü,
dayanması mümkün müdür?’
Şeyh Galip
Dünyanın karanlığının kendisine ağır geldiği bir zamana denk geldi ömrümüz.
Açılmış aç bir ejderha ağzını andırıyor bu karanlık. Bu eski zaman şehirlerinde işsiz kuşların konup göçtüğü viranhane havası var.
Eski bir çağın yeni bir başlangıcını mı yaşıyordu insan soyu? Dünya bile, sanki lanet olsun, dön emriyle dönüyor.
Bu uzun karanlıklarda evlerimize kapandık.
‘Adı üstünde ‘ev’ ama öyle bir ev ki cezaevi. Yani sürekli ceza verilen bir ev.’ Hüzün çağını aştık, nefret, şikayet ve ötekileştirme zamanlarındayız...
Kafalarımızda durmadan kişilik değiştiren sözcüklerin labirentlerinde gezinip duruyoruz.
Zamanın ruhunu anlamak için soru işaretleri gibi bükülüp beklemeyi değil, geçmişe doğru uzun soluklu yolculuklara çıkmak gerekiyordu.
İçinde dolaştığımız dünya Covid 19’la birlikte başka bir dünyaya, başka bir âleme, bir heyulaya dönüşmüştü.
Evlerimize yığıp-tıkıştırdığımız sessiz eşyalara benzememek için edebiyat dünyasına, sinema dünyasına iyice sığındık…
Eski yeni romanları okurken sinema dünyasına ustam John Berger’in önermesiyle görerek bakmaya başladım…
Sergey Mihayloviç Ayzenştayn, Federico Fellini, Theodoros Angelopoulos, Costa Gavras, Yılmaz Güney filmlerini tekrar izledim.
Çekimlerine yakından şahit olduğum Duvar filmini birkaç kez izledim...
Pont St. Maxsenses kasabasında büyük bir Manastır cezaevine çevrilerek film seti haline getirilmişti. Onlarca insan bu inşaatta günlerce çalıştı…
Filmin hemen ilk sahnelerinin birisinde filmin müziğini yapan Garip Şahin’i ‘Engin ol gönül engin ol.’ Türküsünü söylerken görüyoruz.
Garip Şahin kısa bir dönem olsa da kendisinin de kaldığı Ankara Merkez Cezaevi’nin Pont St. Maxsens’deki inşaatında çalışanlardan birisi de oydu…
Okuyucudan izin alarak biraz gerilere gideyim…
Devrimci hareketin yükseliş dönemlerinde Ozan’ların önemli bir yeri vardı.
Okul kantinlerinde, sokaklarda On’ların gür seslerini hep duyardık… Şiwan Perver, Aşık İhsani, Ozan Emekçi, Garip Şahin’in gür sesleri yankılanırdı her yerde.
Garip Şahin’le ilk defa Yol filminin onca koşturmadan sonra gün yüzüne çıkacağı Cannes sokaklarında karşılaşmıştık...
Costa Gavras’ın Kayıp filmiyle birlikte Yol filmi Altın Palmiye ödülünü paylaştılar.
Yol Filmi askeri cuntanın dünyada teşhir edilmesinde önemli rol oynadı.
Cannes dönüşü sevgili Hatice’yi karşılamak için Şahin’le birlikte uzun bir tren yolculuğundan sonra Milano’ya gitmiştik.
Üzerimizdeki marklardan birazını lirete çevirdik... Hayli yüklü bir parayla karşılaştığımızda neşelenerek bu güzel mistik şehirin Katedrallerini, tarihi sokaklarını gezinip durduk.
Bir marketten biraz alış-veriş yaptığımızda gördük ki elimizdeki liretler uçuşup gidiyor…
İtalya’nın güzel ekmeklerinden, peynirlerinden alarak şehirin dışına doğru yürüyerek büyükçe bir ormana varmıştık…
Yaprak hışırtıları, kuş sesleri içerisinde uyuyup kalmıştım... Uyandığımda Garip Şahin’i Aragon’un kitap sayfaları içinde gezindiğini gördüm...
Hava kararmadan bütçemize uygun kalabileceğimiz bir yer ayarladık...
Ertesi günü sevgili Hatice’yi Milano havaalanından aldık…
Yitirdiği oyuncağını bulan çocuklar gibi seviniyordu.
Başa dönersek Şahin’le Hatice, Duvar filminin çekimlerinde en zor görevlerden birisini üstlenmişlerdi.
Bütün oyuncuların giysilerinin toplandığı büyükçe bir yere ikisi bakıyordu.
Oyuncuların an’lık üst-baş değiştirdiklerini düşünürseniz işin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlarsınız.
Küçük bir karışıklığın büyük şeylere yol açacağı kesindi...
Garip Şahin elindeki koca bir defterin sayfalarını giysi yazılarıyla doldururken, ara ara şiir ve roman dünyalarında gezintilerini de ihmal etmiyordu...
İyi okuyup, iyi üreten birisi olduğunun altını da çizelim.
Sette gezinirken elbise reyonlarının arasında Yılmaz Güney’le Şahin’in derin sohbetlere daldıklarını görüp kenarlara çekilirdim.
Duvar filminin çekimleri bitmişti. Derin bir sessizlik içinde birkaç ay montaj işleri sürdü.
Bir sabah Bois Colombes’ten trenle Saint-Lazare Metrosuna vardığımda billboardları dolduran Le Mur (Duvar) filminin afişleriyle karşılaştım…
Paris’in her tarafı Duvar filminin afişiyle donatılmıştı.
Rue d’Enghien’de ki dernek lokaline girdim. İçerisi hayli kalabalıktı.
Garip Şahin’le Gavur Ali mutfakta peynirli omlet yapıyorlardı.
Şaşkın, şaşkın baktığımda Şahin bozuntuya vermeden ‘Gel gözüm iyi yetiştin..
Bizim Gavur aşçılığını yine konuşturuyor...’
Garip ‘Bu ne hâl’ dediğimde gülümsedi..
‘Evet afişler çıktı.’
Hiç söz etmemişti. Sevincimizden olsa gerek üstelemedik. ‘Peki tamam tamam bugün size içki ısmarlamam gerek.’ Diyerek Rex sinemasının karşısındaki güzel câfeye götürdü hepimizi…
Duvar’ın panoyu dolduran dev afişine bakarak yudumladık biralarımızı.
Duvar’ı topluca Paris’in tarihi sinema salonu olan Rex’in büyük salonunda dev ekranda ayrıntılarını görerek izledik...
Müzik filmle bütünleşip yatağına sığmayan bir nehir gibi akıp gidiyordu.
Şahin kendi anadili Kırmanç’ça (Zaza’ca) Haydre Haydre’yi gür sesiyle haykırınca izleyiciyi parçalı coğrafyanın kanayan yerlerine doğru alıp alıp götürüyordu.
Garip Şahin ayak izlerini sürdüğü Sey Qaji, Sa Heyder, Weliyê Wuşênê İmami’nin ahlarını evrensel dünyaya taşıyordu.
Ayrıca Yalnlızlık, ve Dağ Dumandır ezgilerinin ne kadar önemli olduklarını da vurgulamadan geçmeyelim.
Duvar filmi dünyanın en ücra köşelerine kadar gitmişti... Gittiği her yerde 12 Eylül karanlığını teşhir ediyordu.
Yılmaz Güney’in yurtdışında çektiği ilk ve son film oldu.
Garip Şahin’in politik sürgünlüğü bir entelektüelin bir yersiz-yurtsuzun sürgünlüğüne benziyordu.
O hala besteler yapıyor, destanlar, şiirler, türküler, klamlar yazıyor...
Ara ara resim yaptığı da oluyor.
Ömrünün elli yılını sanata ayırmış bir adamdan söz ederken elbette biraz ihtiyatlı olmak gerekmektedir…
Yukarıdaki başlığı Şahin’in bir ezgisinden aldım...
Garip Şahin esaslı bir itirazın adıdır.
Şimdilerde kendi yakasına yapışan bir illete karşı direniyor…
O güçlü sanatıyla o yalın ayak derviş gibi yürüyüşüyle bu illeti de tez elden yeneceğine inanıyoruz...
Dostlarına, sanat severlere yeni eserleriyle sesleneceği günleri bekliyor ve kendisine çok geçmişler olsun diyoruz.