Türkiye'de emekli gerçeği - 4

Türkiye'de emekli gerçeği - 4
Türkiye gibi bir ülke de, kendisinden önceki diğer tüm örgütlenmeler gibi, emeklilerin örgütlenmesi de çok kolay kabul görmedi ve sürekli engellerle karşılaştı.

 Veli BEYSÜLEN


Önceki üç yazımda, ülkede yaşayan 13.2 milyon emekli ile onların hak sahiplerinin yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunlara değinmiştim. "Türkiye’de Emekli Gerçeği 3" başlıklı yazımın son kısmında belirttiğim gibi, bu yazıda, emeklilerin örgütlenmesinin temel dayanağı, ulusal ve uluslararası belgeler, örgütlenmeye çıkarılan engeller ve verilen hukuk mücadelesini ele almaya başlıyorum.

Türkiye gibi, demokrasinin tam anlamıyla kurumsallaşamadığı, temel insan hakları normları ile evrensel hukuk kurallarının, devletin idari ve hukuki makamlarında görev yapan kadrolar ile iktidara gelen siyasi kadrolarca özümsenemediği bir ülke de, kendisinden önceki diğer tüm örgütlenmeler gibi, emeklilerin örgütlenmesi de çok kolay kabul görmedi ve sürekli engellerle karşılaştı.

Aslında Türkiye’de emeklilerin, özellikle Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) işçi emekliklerinin örgütlenmeleri 1970’li yıllara dayanır. Belirtilen yıllarda, zamanın iktidarının teşvik ve desteği ile Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti adı altında gerçekleşen örgütlenme, daha ziyade birtakım dayanışmaları sağlamak üzere oluşturulmuştu. Cemiyet, SSK emeklilerine, taksitli kömür satışı ile sağlık karnesinin dağıtımında aracılık yapıyordu. Zamanın iktidarının icazeti ile gerçekleşmiş bu örgütlenmenin, emeklilerin haklarını aramak, yönetim üzerinde baskı unsuru olmak ve emeklilerin günün şartlarına uygun aylık ve sosyal haklar almalarını sağlamak gibi bir fonksiyonu yoktu, olamazdı da. Bu Cemiyet daha sonra, Türkiye İşçi Emeklileri Derneği olarak, üç sosyal güvenlik kurumunun birleştirildiği AKP döneminde ise Türkiye Emekliler Derneği olarak iki defa ismini değiştirdi. Bu isim değiştirmelerin amacı, emeklileri temsilen SSK, şimdiki adıyla SGK yönetiminde bulunmaktı. Böylece her iktidar değişikliğinde mevcut iktidarın yanında olmayı yeğleyen dernek, bunun mükâfatını emeklileri temsilen Sosyal Güvenlik Kurumunun yönetiminden bulunmak olarak almaya devam etti. Bu derneğin yanı sıra, Tüm Emekliler Derneği, Emekli Dul ve Yetimleri Derneği, BAĞKUR Emeklileri Derneği gibi dernekler ve aynı meslek emeklilerinin üye oldukları, meslek esaslı emekli dernekleri ile özel sigorta emeklilerinin üye oldukları birçok dernek kuruldu. Bu durum, 1980’li yılların sonu 1990’lı yılların başına kadar sürdü. Ancak çalışma dönemlerinde, birçoğu DİSK’in başını çektiği işçi sınıfı ve emek mücadelesi içinde yer almış emekliler, bu durumu kabullenmediler. Kamu çalışanlarının, tüm engellemelere rağmen, sendikalar kurmaları ve sendikal mücadeleyi yükseltmelerinin mücadeleye ivme kazandırmasından da etkilenerek, mücadeleden emekli olmamak gerektiğinden hareketle arayışa girdiler. 1992 yılında DİSK’in sendikal mücadeleye yeniden dönmesi ile birlikte, geçmişte 15-16 Haziran Direnişi, DGM Direnişi, "Faşizme İhtar" eylemleri, MESS grevleri gibi DİSK’in önderliğinde yapılan birçok grev ve direnişte bulunmuş, eylemlerde önderlik yapmış emekliler harekete geçtiler. Bu hareketlenme ile 1994 yılında toplanan DİSK 9. Olağan Genel Kurulu, emeklilerin sendikal örgütlenmesini karar altına aldı.

Genel kurulda seçilen DİSK Yönetim Kurulu, göreve gelir gelmez çalışmalara başladı. Öncelikle konfederasyonun üye olduğu Avrupa Sendikalar Konfederasyon (ETUC) ile Özgür İşçi Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU) üyesi 28 ulusal konfederasyonda emeklilerin örgütlü olduklarını tespit etti. Tek tek Ülke düzeyindeki Emekli sendikaları, aynı zamanda ETUC'a bağlı Emekli ve Yaşlı Sendikaları Federasyonuna (FERPA) üye idiler. Yani Avrupa ülkelerinin emeklileri ülke içindeki örgütlülüklerini uluslararası birlikle pekiştiemişlerdi. Avrupa Ülkelerinde ki örgütlenmeleri inceleyen DİSK, emekli örgütlenmesinde, emeklilerin çalışma dönemlerinde üye oldukları işkolu sendikalarına üyeliklerinin devamı yöntemi, emeklilerin ayrı bir sendikada örgütlenip çalışanların konfederasyonuna üye olmaları yöntemi veya her ikisinin de uygulandığı karma yöntem olmak üzere üç farklı yöntemin izlendiğini tespit etti. DİSK, özellikle İtalya örgütlenme biçimi olan, emeklilerin ayrı sendika biçiminde örgütlenmeleri ve çalışanların konfederasyonuna üye olmalarına dayanan örgütlenme biçimini örnek aldı ve emekçiler, dolayısıyla emekliler arasındaki suni ayrımlara son vermek üzere, SSK, BAĞKUR ve EMS farkı gözetmeksizin tüm emeklilerin üye olacakları bir emekliler sendikasının kurulmasını kararlaştırdı. Bu kararını hayata geçirmek üzere, değişik illerde bölge toplantıları düzenleyerek emeklileri buluşturdu.

Türkiye çapında yapılan bölge toplantılarında kuruluş hazırlıkları tamamlanan sendikanın kurucuları, 12 Temmuz 1995 tarihinde Ankara’da bir araya gelerek, 149 kurucunun imzasını taşıyan kuruluş dilekçesini Ankara Valiliğine verdiler. Böylece Türkiye’nin ilk emekli sendikası, DİSK/TÜM EMEKLİLER SENDİKASI (EMEKLİ-SEN), tüzel kişilik kazandı. Gerek anayasanın 51. Maddesi'ne, gerekse o zaman yürürlükte bulunan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 6. Maddesi'nin Birinci Fıkrası'na göre, sendika kurucularının, gerekli belgelerin ekli olduğu dilekçe ile sendika genel merkezinin bulunduğu ilin valiliğine başvurmalarından itibaren sendika tüzel kişilik kazanır. Yani Türkiye’nin ilk emekli sendikası EMEKLİ-SEN, 12 Temmuz 1995 tarihinde tüzel kişiliğe kavuşmuş bir sendikadır. Türkiye'de çalışanlarla dayanışma içinde olmak üzere DİSK'e bağlı sendika olarak faaliyet yürüten EMEKLİ-SEN, kuruluşundan kısa bir süre sonra ETUC'a bağlı, FERPA'ya üye olarak mücadelesini uluslararası düzeye taşıdı.

Kuşkusuz bu sendika, ulusal ve uluslararası belgelerin teminatı ile kurulmuş bir sendikadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin değişik zamanlarda imzaladığı ve taraf olduğu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 23/4 Maddesi, Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 8. Maddesi, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 22/1 Maddesi,  Türkiye’nin aday ülke kabul edildiği, Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin 7. Maddesi, AGİK (AGİT) Paris Şartı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 11. Maddesi gibi, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin sendika kurma ve istediği sendikaya üye olma hakkını, ayrımsız "herkes" için hak olarak tanınması temel alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. Maddesi'nin 5. Fıkrası, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz." diye belirtmektedir. Fıkraya 7.5.2004 tarihinde eklenen cümle ile, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmü eklenmiştir. Görüldüğü gibi Anayasa, taraf olunan temel hak ve özgürlüklere dair sözleşmeleri kanun hükmünde kabul edip, iç kanunlarla farklı esaslar içermeleri durumunda, öncelikle hüküm teşkil edeceklerini hüküm altına almıştır. Elbette ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının çiğnenmesinde sakınca görülmeyen bir ülkede, bu örgütlenmenin kolay olacağını düşünmek kendimizi kandırmak olurdu. Nitekim EMEKLİ-SEN kurulduğu andan itibaren, idare tarafından evraklarının alınmaması ve işlem yapılmamasının yanı sıra, hakkında açılan kapatma davaları ile engellenmeye çalışıldı. 

İlk yıllarda bu davaların bir kısmı kazanıldı veya idare davalardan çekildi. Kazanılan davalar içinde dikkat çekenlerden biri, İstanbul Kadıköy Şubesinin kapatılması için, İstanbul İl Muhakemat Müdürlüğü tarafından açılan ve Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 1998 yılında reddedilen davaydı. Kazanılan diğer önemli dava ise, 2002 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, sendika tüzel kişiliğini muhatap almamak için sendika merkez yönetim kurulu üyelerine karşı açılan davaydı. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın iddianamesinde savcılık, kanunda yeri olmayan sendikada yöneticilik yapmak suretiyle kanuna karşı suç işlenmesinden dolayı, yönetim kurulu üyelerinin cezalandırılmalarını ve sendikanın faaliyetten men edilmesine karar verilmesini talep etmekteydi. Dosyayı ele alan mahkeme, dosyanın konunun uzmanı üniversite öğretim üyeleri, Prof. Dr. Mesut Gülmez, Prof. Dr. Maksut Mumcuoğlu ve Doç. Dr. Mithat Sancar’dan oluşan 3 kişilik bilirkişi heyetine gönderilmesini kararlaştırdı. Kendisine iletilen dosyayı inceleyen bilirkişi heyeti, sendikaya üye olma hakkının, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerde "HERKES"e tanındığını, bu nedenle emeklilerin de sendika kurma hakkının olduğunu belirten bir rapor hazırladı. Konunun uzmanı üç kişilik bilirkişi heyetinin bu olumlu raporu üzerine, davayı açan savcılık karar duruşmasında iddiasını geri çektiğini belirterek davanın reddi talebinde bulundu. Bunun üzerine mahkeme, uluslararası belgeler, Türkiye’nin kaydettiği demokratik gelişme, tam üyelik görüşmeleri başlamış olan AB müktesebatı gibi gerekçelere dayandırdığı kararla davanın reddine karar verdi. Davayı açan savcılık iddiasından vazgeçtiği için, temyiz talebinde bulunmadı ve karar kesinleşti. Görüldüğü gibi, EMEKLİ-SEN’in lehinde olan her iki karar da idare tarafından temyiz edilmediği için kesinleşmiştir.

Tüm olumlu mahkeme kararları ile bir konuda kesinleşmiş mahkeme kararı varsa, aynı konuda tekrar dava açılamaması gerektiği yönündeki evrensel hukuk kuralına rağmen; özellikle AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından itibaren kapatma davaları açılmaya devam edildiği gibi, açılan davalar ısrarla takip edildi. Bu ısrar sonucu, sendikanın kurulmasından 12 yıl sonra, 9 Ekim 2007 tarihinde, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden bir kapatma kararı çıkartıldı.

Kapatma kararı verilmesine yol açan, bu davanın açılış ve takibinde izlenen yöntemler, tam bir hukuk garabetidir. Üstelik davanın sadece Türkiye ayağında değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ayağında da skandallar zinciri yaşanmaya devam etti. Bu dava ve karşı karşıya kalınan hukuksuzlukları önümüzdeki yazılarda ele almaya devam etmek üzere, şimdilik sağlıkla kalın!

Öne Çıkanlar