Türkiye soluna dair düşünceler: Siyasal olan ile toplumsalın birlikteliğini yeniden, ısrarla hatırlamak

Türkiye soluna dair düşünceler: Siyasal olan ile toplumsalın birlikteliğini yeniden, ısrarla hatırlamak
Toplumsal alandaki zayıflığın önemli bir sebebi elbette devlet baskısıdır ancak tek sebep buna indirgenemez. Bunda bizzat sol çevre ve grupların, örgütlerin ve partilerin de payı vardır.

Can YILMAZ


Türkiye solu siyasi mücadeleye odaklanıp, toplumsal mücadeleyi es geçiyor. Kişisel kanaatim toplumsal alanda güçlü olmayanın söylemi de toplumsal alanda tutmaz ve siyasi bir niteliğe bürünüp taraftar toplamaz. Türkiye solu bugün toplumsal alanda zayıf kalmıştır. Türkiye solu irili ufaklı örgütlerin pasta savaşında kendi için var olmaya dönen yapılara dönüşmüştür. Eleştirel düşünceden bihaberdir. Fikir savaşı yürütemez, dil bilmez, merak etmez, okumaz bir insan yığınına dönüşmüştür. Eskiden çok mu böyleydi? Evet, değildi ancak daha canlıydı, hareketli bir düşünce ortamı vardı. Belki kavgalı gürültülüydü ama bir tartışma ortamı vardı. Şimdiki gibi kurak değildi. 

Toplumsal alandaki zayıflığın önemli bir sebebi elbette devlet baskısıdır ancak tek sebep buna indirgenemez. Bunda bizzat sol çevre ve grupların, örgütlerin ve partilerin de payı vardır. Bir başka büyük pay ise, Türkiye sağındadır. Türkiye sağının aileden, ekonomiye, dış siyasetten iç siyasete çok net, bariz, açık anlaşılır ve kabul gören tezleri vardır. Bana sorarsanız en güçlü tezi Ermeni meselesine kadar giden kurucu tezi yani dış mihrakların içerideki işbirlikçileriyle ülkeyi vatanı bölüyor olduğu tezidir. Bu tezin karşısında solun enternasyonal bir bakış sunmada başarısız olduğu ortadadır. Çünkü bu tezin basit kolay bir antitezi vardır. O da enternasyonalizmdir. Kürt meselesinin de asıl odağı burasıdır. Oysa Kürt meselesi başta pek çok meseleyi anlamada Türkiye solu enternasyonalist tez(ler) ortaya koymada başarısız olmuştur. Akademik olarak elbette bu gibi tezleri içerir çalışmalar cılız da olsa yapılmıştır ancak halen büyük boşluklar vardır. Buna benzer olarak doğru dürüst işçi sınıfı tarihinin, sınıfın ve siyasi hareketlerin görsel, yazınsal ve/veya işitsel hafızasının korunabildiğini söylemek mümkün müdür?

Bence tüm siyasi hareketlerin öncelikle toplumsal olarak karşılık bulması gerekir. Yani toplumda yer edinen siyasi fikirler artık onda yüzer geçer yer almazlar. Kökleşirler. Takipçilerinde o artık bir yaşam biçimi halini alır. Sizin hitap ettiğiniz hakkında söz söyleme iddiasında bulunduğunuz çoğunluğun ölüm orucunuza karşı kayıtsız kaldığını gördüğünüz anda siyasi yöntemlerinizi de gözden geçirmek tarihi bir sorumluluktur. Bile bile ve göz göre göre bugün şu ya da bu şekilde karşılık bulmayan eylemlerden uzak durmak gerekir. Mesela Yüksel Direnişi de böyledir. Bu direnişin bir karşılığı yok sevgili dostlar. Dostlar diyorum altını basa basa çünkü dost acı söylemekle yükümlüdür öncelikle. 

Peki, bu gibi siyasi mücadelelerin yerine neler yapılabilir? Mesela yoksul mahallelerinde kurslara gidemeyen, etrafında bir okumuş büyüğünün yönlendirmesine ihtiyaç duyan gençlere ücretsiz ders vermek düşünülemez mi? Klasiklerle tanışmaları sağlanarak bu gençlerin ellerinden tutan kaç grup var? Elbette var, bunları biliyoruz ancak yeterli değil... Bugün ölüm oruçlarından daha çok sayıda insan mobbinge maruz kalarak intihar sonucu aramızdan ayrılıyor. Mobbinge uğrayan kaç kişiye hukukçular ya da sendikalar dayanışma, hukuki destek sağlıyor? Sözde sağlandığını biliyoruz. Ancak ciddi olarak bu meselelerin üstüne eğilen kaç kişi, sağlıkçı var? Mobbing cehennemi bir ülkede hangi sektörlerde mobbingin nasıl bir etkide bulunduğu kaç bilimsel ya da sendika çalışmasına konu ediliyor? Partiler bu konuya eğiliyor mu? Bu konuda kadın hakları odaklı örgütlerinin hakkını vermek gerekir. Onlardan öğrenecek çok şeyi var sol çevrelerin. Pek çok kadın örgütü kadın yönelik şiddet başta olmak üzere cinsel taciz vb. pek çok konuda hak savunuculuğu yapıyor. 

Çoğu acı gibi son yaşanan ölüm orucunun yası da kısa bir süre tutulacak ve sonrasında sadece özel anma günlerinde yeniden hatırlanacak. Oysa gün be gün acılar içinde kıvranan kocaman bir sınıfın devasa sorunlarının ucundan tutulması ve çözüm elde edilmesi, başarı kazanılması halinde bu toplumsal gücün nasıl dönüştürücü bir siyasi güce evirilebileceği akıllara gelmelidir. Rosa Luxemburg işçi mahallelerinde işçilere ders veren bir komünistti aynı zamanda, bu her daim hatırlanmalıdır.  

Benim görebildiğim ve ucundan çekiştirdiğim sorunlar bunlar, yüzde yüz haklı görülmeyi beklemiyorum.  Ancak yazının okurları başlıkta da özetlediğim konular üzerine düşünmeye sevk etmesi biricik emelimdir. 

Öne Çıkanlar