Umutsuzluk, çaresizlik, güvensizlik ve...

Umutsuzluk, çaresizlik, güvensizlik ve...
Her çöküş yeniyi de taşır bağrında. Yeni olan ise muhalefetin konumuna, donanımına, örgütlülüğüne bağlıdır.

Cemal ÇAĞLI*


Kitleler umutsuz ve çaresiz kaldıklarında ‘duygu-durum bozukluğu’ yaşarlar. Çıkışsızlık, sıkışmışlık ve çözümsüzlük, kitlelerde teslimiyet duygusuna yol açar. Bu süreç uzadıkça kendi gerçekliğinden koparlar; çözümün kendilerinde olduğu inancını giderek yitirirler. Güvensizlik duygusu derinleşir ve direnme duygusu yerini teslimiyete bırakır. Başka bir deyişle; örgütsüz çoğunluk, örgütlü azınlığın merhametine kendini teslim eder ki bu bir toplumsal tükeniştir.

Toplumsal tükeniş noktası, "Şeklen demokratik, fiilen dikta" olan bir rejimin adım adım inşası için gereken hukuksal zeminin yaratılmasına en uygun noktadır. Biz buna ‘dönüm’ ya da ‘büküm’ noktası diyelim. Bu nokta toplumsal gelişim eğrisinin ya tepesidir ya da en çukurudur. Dikta rejim tepeyse, muhalefet çukurdur. Tersi de mümkündür ama bu da muhalefetin ‘ölümcül hata’ yapıp yapmamasına bağlı bir olasılıktır. 

Muhalefet çukurda ise dikta rejimi, yitirdiği gücünü muhalefetin muhalefetsizliğinden alarak devletin tüm kurumlarının baştan aşağı tekelci sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesindeki tarihi fırsatını yakalar. Kuzu postuna bürünmüş olan kurt, milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi yüzüyle (‘şeklen demokratik’ yanını bir tarafa bırakarak) ekonomik, demokratik, siyasal, sosyal, haklar isteyen emekçilerin üzerine kin ve nefretle saldırır.

Tarih Tekrar Etmez Ama Benzerleri Yaşanır.

Bugün yaşadıklarımız dünden, yarın yaşayacaklarımız da bugünden bağımsız, kopuk değildir. Tarih, yaşananlardan ders çıkarmayanları affetmediği gibi ertelemeleri de affetmez. İleriye doğru atılacak olan her ertelenmiş adım, toplumu geriye, karanlığa sürüklemek isteyenleri bir adım daha ileri götürür ve öyle bir an gelir ki ileri doğru ertelenmiş adımların sayısı onları, yüzleri, binleri bulur ve "atı alan Üsküdar’ı geçmiş’ olur.

Muhalefet, Bir Ülkenin Kaderidir!

Özgürlüğün, eşitliğin olduğu ülkelerde dikta rejimler olmaz; çünkü dikta rejim bir neden değil sonuçtur.

Neyin sonucudur?

Ekonomik ve siyasal krizlerin, çöküşlerin sonucudur. Dikta rejimler, günümüzde, küresel sermayenin küresel krizini aşmanın yol ve yöntemlerinden biridir.

Her çöküş yeniyi de taşır bağrında. Yeni olan ise muhalefetin konumuna, donanımına, örgütlülüğüne bağlıdır. Kriz muhalefet tarafından yönetiliyorsa, çöküşlerin yerini demokrasi alır; muhalefetin dinamik ve öncü bir rol oynamadığı durumdaysa diktatörlüğe dönüşür kriz.

Peki, Bizim Muhalefetimiz Ne Yapıyor?

Topu kaleye değil taca atıyorlar.

Sahayı terk edip tribünlere çekiliyorlar.

Onlar bizi oyuna getirip sokağa çıkmamızı istiyorlar, biz bu oyuna gelmeyeceğiz diyerek oyuna geliyorlar; otoriter yönetimlere en çok korku salan şeyin, sokakları ve meydanları dolduran kitlelerin demokratik tepkileri olduğunu unutarak sokakları ve alanları   ‘örgütlü kötülüğe’  teslim ediyorlar.

Tarihten ders çıkaranlar bilir ki; otoriterliğin dikta rejimine evrildiği süreçlerde iktidarlar kitlelerin sokağa çıkıp demokratik tepki vermesine karşıdırlar ve en korktukları durum da budur.

Burada önemli olan, muhalefetin sokağa nasıl çıkacağıdır. Evet, dikta rejimler zaman zaman kitleleri kışkırtıp onların sokaklara, meydanlara dökülmelerini ister ve arkasından provokasyonlar eşliğinde çatışmalar yaratır, çatışmaları bahane edip kitlelere saldırır; ama genel anlamda muhalefetin örgütlü bir biçimde sokağa çıkmasından ödü kopar. Bu yüzdendir legal siyaset alanlarının daraltılması, anayasada yazılı olan gösteri ve yürüyüş hakkına rağmen bir dizi sanal neden yaratılarak engellenmesi.

Kabız Olana Leblebi, İshal Olana İncir

Darbeden darbe üretenlerin gerçek yüzünü topluma göstermek yerine onları meşrulaştıran adımlar atan, "Anayasa’ya aykırı ama evet oyu kullanacağız" diyerek milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını sağlayan, seçimle iş başına gelen belediye başkanlarının yerine kayyumlar atanıp seçilmişler tutuklanırken cılız tepkilerle süreci geçiştiren, meşru yollarla meclise gelmiş olan meclisin üçüncü büyük partisinin itibarsızlaştırılırak bu partinin terörle ilişkisi olduğuna dair yaratılmış olan bir algının gölgesinde demokratik siyaset yapması engellenirken, hakkında kapatma davası açıldığında üç maymunu oynayan bir muhalefet varken, demokratik görünümlü dikta rejiminin parti devletine dönüşmesinin önüne geçilemez. Hele hele Osman Kavala adını söylerken Selahattin Demirtaş adını söylemekten kaçınan, HDP ile birlikte adlarının anılmasından öcü görmüş gibi korkan muhalefet, kabız olana leblebi, ishal olana incir vermeye devam ediyor!

Milliyetleri Farklı, Yöntemleri Aynı

Parlamenter yollarla iktidara gelen dünyanın bütün otoriter, faşist dikta rejimleri, geçmişte uygulanıp denenmiş, teori ve pratiği belirlenmiş olan yol haritalarını kendi ülkelerinin özel koşullarına uyarlamışlardır.

Şöyle ki;

"Diktatörlerin, darbecilerin, faşistlerin milliyetleri farklı, kullandıkları yöntemler ise hemen hemen aynıdır. Tümü birbirlerinin kopyaları gibidir. 1933 Almanya’sı ile 1980 ve 2017 Türkiye’sinin siyasi olaylarında birçok benzerlikler vardır. Almanya’ya bakıp, Türkiye’yi okuyabiliriz. Türkiye’yi okuyup, Mussolini İtalya’sını anlayabiliriz"**

"Cahil, bencil, muhafazakâr, saldırgan, cani motifleriyle umutsuzluğu, önyargıları ve düşkünlüğü örgütleyen öfke ve hoşgörüsüzlük" diktatörlüğe giden yolun temel taşlarıdır.

Gerçek gündemi ve gerçek sorunları perdelemek için mezhepçilik,dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve şiddeti devreye sokmak temel yöntemleridir.

"İç ve dış düşmanlar" olmadan var olamazlar. Örneğin Hitler Almanya’sının, iç düşman olarak gördüğü Yuhudiler, Komünistler, Çingeneler "öteki" iken; Türkiye’de Kürtler, Ermeniler, Aleviler, sol ve sosyalistler "öteki"dir.

Evet, bir yanda umutsuzluk, çaresizlik ve güvensizlik sürerken; diğer yanda umut, cesaret ve demokratik direniş sürüyor.

Yazıyı Demirtaş’ın "Hadi Gülümse" başlıklı son yazısından bir alıntı ile bitirelim.

"Sen de aç gözlerini artık canım kardeşim. Vurmayı bırak. Biliyorum artık, sen de beni tehdit belledin. Anlıyorum seni. Ve inanmayacaksın belki, seviyorum bile. Açınca gözlerini, göreceksin ikimizin de insan olduğumuzu. Ve gözlerimizi kapatarak yarattığımız bu karanlıkta, ne kadar kalabalık durduğumuzu"***


*Eğitimci

**Kemal Yalçın, Artı Gerçek, 7 Mart 2017,

*** 29 Mart 2021, T24

Öne Çıkanlar