Viktor Orban’ın 10 yıllık berbat yönetimi: Karmaşık otoriterliğin anatomisi

Viktor Orban’ın 10 yıllık berbat yönetimi: Karmaşık otoriterliğin anatomisi
Bağımsız medya organları, bazı karanlık ilişkilerle iş insanları aracılığıyla ya da iktidar yanlısı medya patronları vasıtasıyla ele geçiriliyor.

Bernard RORKE (*)


25 Temmuz günü, binlerce gösterici Budapeşte sokaklarına çıkarak, Index adlı internet portalının Genel Yayın Yönetmeninin işten çıkarılmasını ve 70’i aşkın gazetecinin istifasını protesto etti. Macar hükümetinin bağımsız medyaya yönelik baskıları göstercileri çok kızdırmıştı.

Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili ve liberal "Yeniden Avrupa" grubunun Başkan yardımcısı Katalin Cseh’in AP’nin en büyük grubu olan Avrupa Halklar Partisine gönderdiği açık mektupta belirttiği üzere, Macaristan’da ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar, gazete merkezlerine karşı baskınlar ya da editör ve gazetecileri dövmek ya da onları hapse atmak şeklinde gerçekleşmiyor. 

Bağımsız medya organları, bazı karanlık ilişkilerle iş insanları aracılığıyla ya da iktidar yanlısı medya patronları vasıtasıyla ele geçiriliyor. Cseh’in de yazdığı üzere, "Orban bu tür yöntemlerle devasa bir medya imparatorluğu kurdu". Bu imparatorluğun dışında kalan kamu TV ve radyo istasyonlarında da biat eden yönetici ve gazeteciler ile bazı gazete ve online siteler, hiç utanç duymadan hükümetin propagandasını yapıyor. 

2010 VE ORBAN'IN MİLLİ BİRLİK REJİMİNİN YÜKSELİŞİ 

2020 yılında, Başbakan Viktor Orban ve Fidesz partisi iktidardaki 10. yılına ulaştı Bütün dünyada demokratların lanetlediği, otokratların övdüğü bu utanmaz-sıkılmaz yönetim, yerlici ve sözümona liberal olmayan demokrasi adı altında sağcı bir karşı devrim gerçekleştirdi. Yönetim gericilikte o kadar mesafe kaydetti ki, bu yılın Mayıs ayında Freedom House, Macaristan’ın demokratik ülkeler kategorisinden çıkardı ve ‘’karmaşık rejimler’’ sınıflamasına koydu.

2010 seçimlerinde Orban, oyların üçte ikisini alarak bir zafer kazanmıştı. Bunun üzerine, Başbakan, ‘’Oy sandıklarındaki devrim’’, ‘’yeni bir rejim kurmuş, milli birlik rejimi başlamıştır’’ demişti. Sol-liberal partiler devre dışına itilmiş, ve meydan Avrupa Birliği içinde yeni tür bir otoriter rejime kalmıştı.

Demokratik bir devlet için hayati öneme sahip olan bağımsız iktidar merkezlerinin içi bir kaç ay içinde tamamen boşaltıldı. Yargı, bağımsızlığını kaybetti,medya ve eğitim sistemi de ağır darbeler aldı. Bu arada, devlet, çok sayıda büyük şirketin çoğunluk hisselerini ele geçirdi. İktidarı topyekün ele geçirme süreci, 2011 yılında çıkarılan 200’den fazla yasa ile adeta bir fırtına eserken gerçekleşti. Uzmanların da belirttiği üzere, yasa çıkarma konusunda bu son derece hızlı ve iradeli kaotik yaklaşım, yasamada kasıtlı olarak bir belirsizlik yaratarak kamuoyunda korku ortamı hazırlamayı amaçlıyordu.

"Milli Birlik Rejimi" kendini hızlı bir şekilde konsolide etti ve on yıl boyunca ham yerlici politikalar ile, devlet kurumlarını ele geçirme hamleleri, derin yolsuzluklar sürerken, denetim/denge mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Avrupa Birliği ise tüm bu süreci ağzı açık seyretti.

Rejim, AB kılını bile kıpırdatmazken, basına saldırdı, akademik özerkliği ortadan kaldırdı, azınlıklara, mültecilere ve göçmenlere karşı nefret kampanyaları başlattı, STK’ları ve ümiversiteleri taciz etti, ayrıca meşru muhalefeti hainler ve vatan düşmanları olarak niteleyip onları şeytanlaştırdı.

Rejim, sanki düzgün işleyen bir demokrasi imajına sarılarak AB’den herhangi ciddi bir itiraz gelmesini önlemeye çalıştı. Zaten üçte ikilik çoğunluğa dayanmanın rahatlığını yaşıyordu. Financial Times gazetesinin de yazdığı üzere, Orban, ‘’Devekuşu dansı’’ adını verdiği yöntemle, muhaliflerini boşa çıkarmak için kimi zaman avans verdi bazen de yarım ağızla geri çekildi, taviz verdi.

Bu dans sürerken, son 10 yıl içinde, Macaristan, konsolide olmuş bir demokrasiden hızlı bir şekilde karmaşık otoriter bir rejime dönüştü. Muhalifler ve demokratlar bu sisteme, yerlici hırsızlar tarafından yönetilen, aileleri, cüretkar ve küstah yakınları tarafından oluşturulan oligarşik grupça desteklenen bir mafya devleti adını verdi. Ve bütün bunlar, yurttaşlara karşı yoğun ve kitlesel bir polis şiddeti olmadan, muhalifleri tutuklamadan, gösteri gibi sunulan duruşmalar ya da  baskıcı rejimlerde sık tanık olduğumuz insan hakları ihlalleri gerçekleşmeden bir AB üyesi ülkede meydana geldi.

 2018 SEÇİMLERİ "HÜRDÜ AMA ADİL DEĞİLDİ" VE UTANÇ VERİCİ BİR ŞEKİLDE IRKÇIYDI

2018’de Orban’ın zafer kazandığı seçimler AGİT tarafından "hürdü ama adil değildi" olarak nitelendi. Hükümetin propagandalarında, görünür azınlıklara, George Soros’a, AB ve BM’ye karşı nefret söylemi içeren afişler ön plana çıktı. Orban’ın seçim kampanyasında, ırkçılık, antisemitizm, komplo teorileri ile içeride ve dışarıda ‘’halkın düşmanları yanılsaması vardı. Bu durum da rejimin hem ne kadar yavan ve nahoş olduğunu hem de aşırı-sağı ne kadar çok benimsediğini gösterdi.

Orban, 15 Mart Ulusal Bayram günü yaptığı tantanalı ama bol yalanlı konuşmasında Macaristan ve Avrupa’nın "Medeniyet kavgasının tam da kalbinde bulunduğunu" öne sürdü. Çünkü Orban’a göre, Afrika, "bizim kapılarımızı kırıp içeri girmek istiyordu" Ve yine Orban’a göre, Brüksel yani AB de, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen 10 milyonlarca göçmeni destekleyip örgütleyerek, "Avrupa nufusunu sulandıracak/bozacak, bizim kültürümüzü ve yaşam tarzımızı mahvedecek ve Avrupalı olarak bizim diğerlerinden farklı tüm yönlerimizi tahrip edecek"ti. 

Orban’ın bu konuşması BM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zeid Ra’ad El Hüseyni’nin tepkisine neden oldu ve BM yetkilisi Orban’ın ırkçı söyleminin tamamen yanlış ve asılsız olduğunu söyleyip AB’nin, bu ırkçı, otoriter, yabancı düşmanı söyleme karşı, demokratik yoldan seçilmiş olsa bile hemen tepki göstermesi gerektiğini belirtti.

Orban’ın biyolojik sürdürülebilirlik ve etnik tektürlülük içeren aşırı sağcı söyleminin uluslararası platformlarda mahkum edilmesine ragmen, geniş seçmen kitlesi 2018 seçimlerinde Başbakana yeniden üçte ikilik bir çoğunluk sağladı.

 CORONAVIRUS BAHANESİYLE 

Virüs nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve karantinadan aylarca önce, rejim dara düşüyordu ve iktidarı tamamen ele geçirme girişimi zayıflıyordu. Rejim geçen yılın sonunda yerel seçimlerde sürpriz bir yenilgiye uğradı ve bir çok büyük şehirde belediyeleri kaybetti. Kamuoyu anketlerinde hükümetin popülaritesi azalmaya başladı ve Orban’ın yenilmezlik efsanesi, sol ve liberal partilerin tutarlı koalisyonu sayesinde yıkıldı.

Ardından pandemi patladı ve AB’nin hiç bir zaman tanıklık etmediği bir şekilde demokrasiye yönelik en cüretkar saldırı kampanyası başladı. Macar Parlamentosu, üçte iki çoğunluk sayesinde, iktidar partisine, süre kısıtlaması olmaksızın ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisini verdi, seçimleri ve referandumları yasakladı. Ayrıca ‘huzuru bozabilir’’ gerekçesiyle yalan haber yayanları cezalandırma görünümü altında eleştiri yapan gazetecileri, aktivistleri ve akademisyenleri tehdit etmeye devam etti.

Yalan Haber yasasında yer alan hükümler sayesinde hükümet, LGBTİ haklarına saldırıları, muhalif belediye başkanlarını görevden almayı, futbol stadyumları inşa etmek için milyarlarca para sağlamayı ve onlarca gayrı menkulü kilisenin mülkiyetine devretmeyi, Parlamento’dan geçirmeden gerçekleştirebilecek.

Macaristan’a yönelik uluslararası eleştirileri Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, "sadece sahte haberler", "yalandan başka bir şey değil", "siyasi saldırılar" ve "Orban’ın göçmenler konusundaki tutumuna AB muhalefetinin yansıması" olarak red etti.

Orban daha sonra muhaliflerine yanıt olarak Olağanüstü Hal’i Haziran ortasında kaldıracağını açıkladı. Ama bu açıklama sadece Devekuşu Dansının bir adımıydı, bir başka siyasi ayak oyunu.

Budapeşte merkezli yasal bir denetleme örgütüne göre, Orban’ın COVID-19 öncesi yasal düzene dönmeye niyeti yoktu. ‘’Fesih’’ adlı yeni bir karar aslında hiçbir şeyi iptal etmediği gibi, "hükümete olağanüstü ve sınırsız yeni yetkiler kullanması için hukuki zemin yaratıyordu".

Orban yakın bir geçmişte, "İçinde bulunduğu yapıyı kemiren jeo-politik bir karınca" olarak betimlendi. 10 yıl boyunca AB Komisyonu ve Avrupa Halklar Partisi, pasif tutum ve gizli anlaşmalarla, AB içinde liberal olmayan, otoriter bir rejimin kurulmasını kolaylaştırdı.

Orban, Brüksel’den gelen sessizliğin sesi  ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in  suskun tepkisiyle cesaret buldu, teşvik edildi. AB’nin, Birlik içinde seçimle iş başına gelmiş ve halen hükmeden ilk diktatörlüğe karşı kararlı bir eylem gerçekleştirmesine gerek var. Von der Leyen’in zaten uzlaşmacı Komisyonu, AB sözleşmelerinin koruyucusu olarak, Orban’a karşı tutum almazsa bütün güvenirliğini yitirir. Orban, "Avrupa Değerlerini" bugüne kadar yaptığı gibi bundan sonra da çöpe atmaya devam ederse, Macar halkı bir on yıl daha berbat bir otoriter hükümetin elinde kalır. 


(*) Dublin doğumlu akademisyen-aktivist Bernard Rorke, 20 yıldır Budapeşte'de yaşıyor. Londra'da Birkbeck College'de Siyasal Bilimler ve Sosyoloji master'ından sonra Westminster Universitesi Demokrasi Araştırmaları Merkezinde doktorasını tamamladı. 1998-2013 yıllarında Açık Toplum Vakfında Roman Hakları uzmanı olarak çalıştı. Halen Budapeşte'de Central European Üniversitesinde "Roman Hakları" dersleri veriyor, İngiltere'de bazı yayınlara serbest yazar olarak katkı bulunuyor. Rorke'nin Artı Gerçek için kaleme aldığı son makalesi.

 

Öne Çıkanlar