Yeri gelmişken Barış'ı anmak
İbrahim TEKPINAR
Yeni Cumhuriyetin, yeni bir hafıza yaratmak için giriştiği işlerden biri ülkenin bir başından bir başına 10. Yıl Marşında denildiği gibi "demir ağlar örmek"
Demir ağlardan nasibini Siirt de aldı ve Kurtalan Ekspres Kürdün kederine de hep ortak oldu. Köy boşaltılmalarından tutun da batıya çalışmaya giden yoksulların hep yol ortağı oldu. Kurtalan Ekspres Batman ve Diyarbakır, Malatya’ya salına salına uğrar ve yönünü Sivas Kayseri’ye çevirir. Mecburi istikamet bir nevi çünkü; Siirt hem 1984 de ki Eruh meselesinde hem de yine köy boşaltılmaları meselesinde de en fazla yara alan şehirlerden biri. Yine en fazla etkilenen Şırnak ve Batman da Siirt’ten koparılarak daha sonra il yapılmıştır. Siirt siyasi arenaya 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın Siirt’ten seçilmesiyle girip, kederini ve kaderini değiştirmek istemiştir. Seçimlerden sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesinin jesti; Güres Caddesi olarak bilinen tek caddesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından, Kızlar Tepesi ve birkaç parkı Keçiören Belediyesi tarafından yapılmıştır. Sonraki dönemlerde en büyük jest olarak en fazla Kürdün yaşadığı Çakmak Mahallesi’nin tam karşısına "ADALET SARAYI" inşa edilecektir (nasıl jest ama) 2007 senesinde Üniversiteler Kararnamesi’nde Siirt’in de ismi yer alır
Önceki dönemlerde Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kampüsü’ydü ve aynı yerde eğitime başlanıldı. Hoca eksikliği sebebiyle dönemin cemaati kendi kadrolarını yönlendirip, ünvanlar hediye etmeye başladı. Taze bir eğitim kurumu olduğu için öğrenci kulüpleri bile olmayan üniversiteye kulüp bile açtırmayan ki açılması için başvurular olsa da açtırmayan rektörü " Örgüte(Fetö) üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme" suçlamasıyla yargılandı. Cemaatin hocalarının bir kısmı ihraç edildi. Fiziki şartları pek olmasa da okulun küçük kampüsünün önünde Tomalar ve okulun kadrolu sivilleri vardı. Hatta siviller o kadar ifşa olmuştu ki isim bile verilmişti "hamal". En basit protestolarda okula şedit davranarak dönemin Fetöcü polisleri ve yönetimi de öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmaları için ekstra çaba harcıyordu. Polislerin daha doğrusu dönemin cemaatinin meselesi alan açma meselesiydi ki orda cemaat çok da güçlü değildi. Dershane ve öğrenci evlerinde bile çok fazla kimsenin kalmadığından yolda öğrencilerin yolunu kesip kimlik sorgulayan polislerin "cemaat yurdu ve evlerine" gitmeleri için öğrencilere telkinlerde bulunduğuna hepimiz şahit olmuştuk.
Siirt’e gelen öğrencilerin ekseriyeti Siirt, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Van, Hakkari, Şırnak gibi şehirlerden gelen genel olarak Kürt öğrencilerdi. Politik bilinci olan en azından ülkede olup bitenlere karşı hassasiyeti olanlardı. Medyada Siirt YİBO da 14 ve16 yaşındaki kızlara yüz kişinin taciz ettiği haberleri düşünce, vicdani olarak en azından Edward Said gibi "onursuzluğa minik de olsa taş " atmak babında bir şeyler yapmak gerektiğini tartışırken Barış’ın paylaşımını gördük. Facebook üzerinden Siirt Öğrenci Kolektifi hesabından paylaşım yapılmıştı ve minik bir kağıda basın açıklamasının yapılacağı saati yazan broşürü kampüs içinde dağıtılmıştı. Boğaziçi meselesinde akademisyenlerin ve öğrencilerin çoğunun "okula daha önce polis bile girmemişti" dediği şeyin tam tersi Toma, polis sıradanlaşmıştı. Dicle Üniversitesi’nde baskının boyutu daha da fazlaydı en basit protestoda özellikle sınav gecesi öğrenci evlerine baskın yapılıp yüzlerce kişi cezaevine gönderilirdi. Kampüsün en fazla gösteri ve eylemlerinin olduğu Fen Edebiyat Fakültesi ile diğer bölümler arasına duvar bile örülmüştü. Aynı kampüste bir eylem sırasında Aydın Erdem öldürüldü. Dosyası açılmadan mahkeme kararıyla kapatıldı. Muğla Üniversitesi’nde öldürülen Şerzan Kurt da aynı dönemdeydi. Taciz için basın açıklaması yaptığımız gün polisler ellerine kamera ve notlar alarak adeta herkesi fişliyordu. Öncelikle Barış’ı, tacizi protesto ettiği için 10 ay ceza alıp okuldan uzaklaştırılan Barış’ı anmak lazım.
Barış ATAMAN:
Barış aslında Şırnaklıydı ama Mersin’den Siirt’e okumaya gelmişti. Aynı bölümlerde olmasak da aynı kantinde, "yeşil vadi" de Kızlar Tepesi’nde, öğrenci evlerinde tanışıklığımız vardı. Hatta en son 2010 Newroz’una Diyarbakır’a giden üniversite ekibindeydik. Öğrenci Kolektifleri’nin yumurtalı eylemleriyle adlarını duyurduğu dönem Facebook’tan Siirt Öğrenci Kolektifi adlı bir hesap açılmıştı. Taciz haberleri Türkiye gündemine düşünce bunu bir şekilde protesto etmek için hesaptan paylaşım yapmıştı. Kendisiyle bir şekilde konuştuk. Sonra eylemin olduğu gün kampüste toplandık. Katılanların çoğu dernekteki (SÖDER) öğrenciler olsa da bizim gibi bağımsız olarak gelenler de vardı. Hatta sevdiğimiz birkaç hoca bile destek vermişti. Pankart açıldı; "Kadınlardan ve Çocuklardan Ellerinizi Çekin". Kapıya doğru gidildi. Tabi işi fişleme olan polisler, öğrencilerin gözü önünde not tutup fotoğraf çekmesiyle bir bir herkesin yoklaması alındı. Barış metni okumaya başladı. "Siirt’te 14 yaşındaki ilköğretim öğrencisi H.T’nin rehberlik öğretmenine müdür yardımcısı tarafından taciz edildiğini anlatmasıyla ortaya çıkan vahşet, mahalle muhtarının birçok kez valiliğe mahallede fuhuş yapıldığını belirten dilekçe vermesine rağmen vali tarafından "gösteri yapmasınlar fuhuş yapsınlar" denildiği öğrenilmiştir. Son dönemlerde çocuk istismarları ve çocuklara yönelik yapılanlar gündemdeyken, Siirt’de iki yıldır kız çocuklarına yönelik yaşanan cinsel istismar olayı ilköğretim öğrencisi H.T 14 yaşında geçen yıl okulu bırakan ablası S.T 16 yaşında tecavüz eden onlarca erkeği şikayet etmesiyle ortaya çıktı. Ayrıca bu iki kız kardeş gibi bir çok yoksul aileden gelen başka kız öğrencilerinde istismara maruz kaldığı ortaya çıkmıştır. Siirt’te yaşanan olayın basında duyulması üzerine savcılık jet hızıyla dosyaya gizlilik kararı çıkarmıştır..."
Açıklamanın ardından olaysız bir şekilde dağıldık ve Kızlar Tepesi’nde başka bir etkinlikte tekrar Barış’ı gördük. Gözaltına alınıp bırakılmıştı. Etkinlik Koma Rewşen, Mehmet Atlı, Halit Bilgiç’in olduğu bir etkinlikti. Bahar dönemi sınavlarının hemen ardındaydı. Amfi hınca hınç doluydu herkesin halaylar çektiğini hatırlıyorum. Sonraki günlerde Newroz için Siirt’ten Diyarbakır’a giden arkadaşların arasındaydık.
2010 Newrozu ve Civan Haco katılmıştı. Newroz sonrası okulla ilişkim koptu ve Urfa, Mersin, Siirt arasında mekik dokumaya başladım. Mersin de birer ikişer ay olmak üzere bir seneden fazla kaldım. Sınav dönemlerinde tekrar Siirt’e gidiyordum. Mersin’deyken haberlerde gördüm. Mersinde bir etkinlikte kolunu büken polise "İmamın polisi" diye bağırıyordu. Gözaltına alındıktan sonra bu sebeple de kendisine 1 yıl 5 ay 15 gün ceza verilmiş ve Siirt’teki 10 ay da eklenince ki Siirt’te davadan yargılanan yani taciz suçlamasıyla yargılananların hepsi neredeyse beraat etti. Sadece iki kamu görevlisi görevinden uzaklaştırıldı. H.T ve S.T dışında başka kız çocuklarının taciz konusunda şikayetçi olması ve bir sürü şikayetin bedelini Barış ödemişti.
Ceza alma sebebi, dosyada gizlilik kararı olması ve asıl önemli olan "devlet büyüklerine hakaret". Hakaret denilen mesele dönemin muhtarı ve "devlet büyüğü" arasında geçen diyalog. "Devlet adil olduğu sürece güçlüdür" devlet adamı da adaleti tesis ettiği sürece büyüktür ama maalesef baskıların artmasıyla Barış Fransa’ya iltica edip orada üniversite okumaya başladı. Yine politik eylemlerin ve mücadelenin içinde yer almaya devam etti. Ailesiyle son konuşmalarından birinde babasına gelip onu almasını ve takip edildiğini özelikle belirtmesinden sonra intihar olduğuna kimsenin inanmadığı bir şekilde Fransa’da havuz inşaatında üstüne zift dökülmüş halde ölü bulundu. Baba "Oğlum son 10 gündür ısrarla yanına gelmemi istiyordu. Bir tedirginliği olduğunu düşünüyorduk. Ancak böyle acı bir haber asla beklemiyordum. Oğlumun buraya gelişi yaşadığı baskı ve şiddet yüzündendir, bunu hepimiz biliyoruz."
Sadece Barış değil Aydın, Şerzan ve Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, cesedi yerde bir hafta yatan ve evlatlarının köpekler yaklaşmasın diye başında nöbet beklediği Taybet Ana ve binlerce ölümün yanı başından tekrar Boğaziçi eylemlerine bakınca Pavese’nin "savaş birgün biterse kendimize şunu sormalıyız; "Peki, ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?".
Üniversite kampüsünde polis görmemiş akademisyenlerin şaşkınlığıyla çocukluğundan beri polisle, askerle, şiddetle iç içe ve en basit insan hakkı olan seçme seçilme haklarının ihlal edilip "kayyum atanan Kürt şehirlerindeki" insanların ruh hallerini kıyaslamak bile zor. O şaşkınlığın sebebi Şükrü Erbaş’ın" haksızlığa ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar." dediği türden.
Akademi hiçbir dönem iktidarın baskısından azade olmadı Osmanlı’nın Darul Fünün’u İstanbul Üniversitesi’ne dönüşünce hocaların tamamına yakını "yetersizlik" gerekçesiyle ihraç edilmişti. 1947-48`de, Demokrat Partili, Adnan Menderes döneminde ve 1960`da, 1971 Muhtırası’ndan sonra, 1980`de ve 28 Şubat`ta akademi ve akademisyenler darbe aldı. Son olarak Barış Akademisyenlerinin (içlerinde abimin de olduğu, ki muhafazakar bir aileden gelmesine rağmen, Türkçe Ezan döneminde Arapça Ezan okuduğu için yargılanan bir alimin torunu) hepimizin şahitliğinde gerçekleşen ihraçları bize akademinin hiçbir dönemde ne liyakatin olduğu ne de iktidarın baskısından bağımsız olmadığını alenen gösteriyor. Peki gücünü ve azametini her defasında baskıyla halkın üzerinde deneyen devletin tokadı neden hep Kürdün yanağında patlıyor? ve bu yaygara Kürdün trajedisinin yanında ne?