Yurtseverlik kavramının içeriğini ve kapsamını yeniden tanımlamak gerek
Torun Ahmet Türkmen
ARTI GERÇEK- Deyim yerindeyse kurtuluş savaşı asıl şimdi başlıyor. Bu savaş, Atatürk’ün başını çektiği, vatanın işgalcilerden kurtuluşu savaşından, kimi yanlarıyla çok daha zorlu ve karmaşık.
Kurtuluş savaşında, mücadele edilmesi gereken ana hedef "düşman" kavramı ile net bir şekilde tanımlanan işgalci güçler ve bir avuç işbirlikçileri idi. Ülkenin kurtuluşunu hedefleyen toplumsal kesimler ve bireyler bu hedeflere ulaşılması için ‘özgürlük’ hedefi etrafında toplandı. Her şey netti.
Oysa gümümüzde ‘düşman’ kavramı, eskisinden çok farklı biçime büründü. Daha çok yaratılan algıyla bu kavram farklı anlama büründürüldü. Kavram karmaşası yaratıldı. Yurttaşlık kavramının içeriği boşaltılmaya çalışıldı. Her birey için ‘farklı düşman’ tanımlaması oluşturuldu.
Şimdi kimin ne olduğunu, insanların ilişkilerini, kimlerle nasıl bir bağ içinde olduklarını kolaylıkla bilmek mümkün değil.
Bu yanıyla, yeni biçimiyle vatan sevgisi, yurtseverlik gibi kavramlarının yeniden tanımlanması ve ortak fikriyat etrafında toplumun ezici bölümünün ikna edilmesi gerekiyor.
Siyasetin gidişatının aldığı yeni boyut birçok şeyi yeniden tartışmayı dayatıyor.
Bugün siyaseti yöneten anlayış ve ekibin ülkenin ve toplumun çıkarıyla ilgisi yok. Sadece birkaç alanda değil, tüm ülke çapında, kaynakların uluslararası çıkar guruplarıyla işbirliği içinde yağmalanması söz konusu.
Yirmi yıldır her şeyin, toplumsal yaşamdan kültüre, ekonomiden siyasal yapıya kadar tüm alanlarda iktidar ortakları ve paydaşları şu anda öyle bir noktadalar ki, sırf iktidarda kalabilmek, devlet ve toplum kaynaklarının yağmalanmasının ortaya çıkmaması için daha çok şeyler yapmaya hazır gözüküyorlar. Yeter ki pislikleri ortaya dökülmesin.
Ama işin boyutu öyle bir noktaya geldi ki, artık uluslararası arenada buna çanak tutacak pek güç kalmadı. Emperyalist güçler, bir süredir sömürü ve tahakkümlerini sürdürebilmek için yeni bir bakış açısı geliştirdiler. Ülkelerde kendileriyle uyumlu yeni arayışlara girdiler. Buna göre Tayyip Erdoğan ve onunla özdeşleşen tek adam rejimi bu yeni konsepte tam uymuyor. Yeni aktörler arıyorlar. Bu nedenledir ki, Avrupa ve Amerikan yönetimleri Erdoğan’dan uzak duruyorlar. Hatta yaptırım benzeri yeni girişimleri bile beklenebilir.
Millet ittifakı ile böylesi bir beklentini karşılanabileceğini düşünülüyor olabilirler.
Ülke tam anlamıyla ekonomik yıkımın içine düşmüş durumda. Hayat pahalılığı, yoksulluk, işsizlik limitleri çoktan aştı.
Tüm bunlardan öte, son dönemlerde ortaya çıkan, iktidarın çıkar paydaşları arasındaki çatışmalar yirmi yıllık sürecin kirli ve korkunç gerçeklerini ortaya koyuyor. İktidarın başındaki ve yakın çevresi artık yönetme kabiliyetlerini ve kontrol mekanizmalarını kaybetmekteler. Toplumsal desteklerini kaybettikleri gibi iç çatışmalarını bile önleyemez durumda bulunuyorlar.
Tel tel dökülüyorlar artık.
Kora kor bir mücadelenin olacağını söylemek, ülkenin içinde bulunduğu durum dikkate alındığında, hiç de abartılı değerlendirme olmasa gerekir.
Bir gerçek var ki, bu ertelenemez bir gerçeklik olarak ortada; Ülkedeki siyasi dengelere baktığımızda, Cumhur ittifakının karşısında yer alan Millet ittifakının güç birikimine ve mücadele kararlılığına baktığımızda, ittifakın sivil inisiyatifleri ve Türkiye solunu pek önemsemeyen tutumu ile etkili bir sonuç alınabileceği mümkün gözükmüyor.
Bu ancak sokağın dinamizmini harekete geçirebilecek, içinde HDP’nin de olacağı sol güçlerin ittifakı ve ortak ses vermesiyle başarılabilir. Aktif olarak bunun gerçekleşmediği durumda ortaya çıkan tablonun bedelini başta yoksullar olmak üzere, egemenler dışında tüm toplumsal kesimler ödeyecektir. Unutulmasın ki, bugün geçmişin üzerine sünger çekilmesi için yoğun pazarlıklar yapılmaktadır.
Demokrasinin, özgürlüğün yolunun anahtarı böylesi bir ittifakın ve diğer demokratik güçlerin planlı paralel hareket etmesinden geçiyor.