Cumhur İttifakı için zaman azaldıkça kavga artıyor
Kemal BOZKURT
MHP de, AKP de zamanın daraldığını ve hatta Cumhur İttifakı’nın bitmeye yüz tuttuğunu biliyor. O yüzden acele ederek bazı şeyler kamuoyuna açık tartışılıyorlar ki karşı taraf (için karşısı) hızla tavır alsın…
Sorunları birbirleri ile gerilimi artırarak değil muhalefet üzerinden çarpışarak çözmeye çalışmaları sorununun büyüklüğünü de gösteriyor. Bazen aksi olarak devasa sorunların yokmuş gibi yapılarak konuşulmaması da aynı duruma işaret ediyor. Mesela MHP’nin sorun olarak gördüğünü hızla konuşmasına karşılık AKP’nin konuşmaması gibi. Çakıcı’dan MHP ne kadar çok konuşuyorsa AKP hiç konuşmuyor mesela. Her ikisinin ortak olarak konuştuğu ve konuşmadığı şeyler de var elbette. Ekonomik olarak burjuvaziye vadedilen reformalar ortak konuşuluyor ve hiçbir tartışmaya yol açmıyor mesela. Gerçekleri söyleyen TTB ve İmamoğlu’na karşı da ortak konuşuluyor mesela. Berat Albayrak’ın istifası da ortak olarak konuşulmadı mesela. Oysa tüm ülke bunları konuşuyor değil mi? Ancak esas sorun ortadan kalkmadığı sürece muhalefet üzerinden yürütülen gerilimlerin de sonuç vermesi çok olası değil. Olası değil çünkü gerilimin kökü kendilerinde... Her şey mutlaka aslına döner. Aslına dönecektir bu gerilimde… Gemi batarken sıkıştığınız yerde suyun giderek yükseldiği gerçeğini istediğiniz kadar görmezden gelin, bu gerçeği su seviyesi ağzınız ve burnunuza geldiğinde hiç konuşamayacağınız anın geldiğini bilirsiniz ve acilen konuşmak zorunda kalırsınız: İmdaaaat, kurtarın!!!
Nihayetinde ‘Aynı gemideyiz!’ metaforu bana değil iktidara ait…
Muhalefet üzerindeki baskılar son dönem Kılıçdaroğlu’na tehditlerle devam ederken, HDP üzerindeki sürekli baskıların dozunun daha da artması devletin yasaklamadığı vergisini aldığı Devran, Seher, Leylan kitaplarını dahi siyasi bir söylemle ‘terör yayını ilan etmesi Kılıçdaroğlu’nun tehdit edilmesinin dozunun yüksekliği Cumhur ittifakı içindeki gerilimin yüksekliğini de gösteriyor. Orada ne kadar sert bir gerilim varsa muhalefete de o kadar sert baskı oluyor… Sorun ne kadar büyükse onu örtecek baskı da o kadar büyük oluyor… Sorunu çözmek yerine baskı ile örtmek diğerini aşağıya iterek kendini yüksekte göstermek nihayet su seviyesinin ağız burun seviyenize gelmesine kadar . Diyebilirsiniz ki muhalefet su altında hep ama... Muhaliflerin önemli bir kısmının uzun zamandır hep su altında olduğunu, dolayısıyla ciğerlerinin de geliştiğini unutmayın, su altındayken yerel seçimlerin kazanıldığını, su altındayken siyasi barajların yıkıldığını da hatırlayınız. İktidarsa hep su üstünde olma rehavetiyle kendi ilkelerinden de uzun zaman soluk aldığı ciğerlerini de kaybetmişti çoktan. Partiyi kimlerle kurup, kimlerle büyüdüyse onlarla mı küçülüyor şimdi mesela? Yıllarca süren baskıya muhalefet dayanabilir ama rahata alışmış, ihalelerle yaşayan iktidar kaç gün direnir kendisinin yarattığı zorluklara? İlk günden söylenmeler başlamaz mı sanılıyor? E söyleniyorlar işte… Terk ediyorlar ve sonunuz hayırlı olmayacak da diyorlar. Demiyorlar mı?
Hakkını vermeli, muhalefet sıkı durmasa ve çözülse bu tehditler de olmazdı elbette. Cumhur İttifakı’nın geleceği kendisine değil muhalefetin çözülüp çözülmemesine bağlıydı çünkü. Muhalefet çözülmediği oranda üzerindeki baskının artması da beklenilendi ancak onun da bir sınırı var. Bu karmaşık görünen tartışmalar arasında mutlaka sadeleşme de yaşanır ve gerilim aslına mutlaka döner çünkü.
Davutoğlu’nun 7 Haziran seçimleri sonrası CHP ile görüşmesi ve hükümet kurmaya çalışması onlar açısından rasyonel olandı ve bunu yine kendi anlattıklarından biliyoruz. O dönem hızla araya Devlet Bahçeli’nin girdiğini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne onay vererek yönünü çevirdiğini de zaten hepimiz biliyoruz. Bu da MHP açısından iktidara ortak olmak için rasyonel olandı. Erdoğan’ın bir dönem sürekli eleştirdiği ‘ideolojik bunlar!’ tavrı burada daha da kritikleşti. İdeolojik partiler doğal olarak diğerlerine göre daha sıkıdır ve bu partilerin büyük olanı yutması siyasette çok sık rastlanılan bir şey. Şimdi yaşanan da o zaten. Erdoğan belki dava diye bahsettiği şeyin yani ideolojinin partisinde eksikliğini hissediyordur muhtemelen ve bundan kendisinin sorumlu olduğunu söylemeden tabii. Şimdi durum daha da vahim. İYİ Parti kendi taraflarına çekilemediyse (ki bu bile çözüm olmayacaktı çünkü o zaman da İYİP kendi seçmenini Cumhur İttifakı’na taşıyamayacak seçmenleri ’İyi ama o halde biz neden MHP’den ayrıldık!’ diye tavır alacaktı muhakkak.). HDP de ittifaka dahil olamaz çünkü hem HDP ve seçmeni olmayacağını çok önceden ilan etti hem de zaten MHP buna olanak tanımaz. Tek seçenek CHP ile bu ittifakı büyütmekti. Böylece Türkiye İttifakı söylemi de HDP dışarıda kalarak gerçekleşebilirdi ki o zaman İYİ Parti de seçmenlerine durumu anlatabilirdi. İşte bunu engelledi MHP. CHP buna yanaşır mıydı o ayrı bir konu ama tehditlere bakarak söylenebilir ki böyle ciddi bir ihtimal olmasaydı bu tehditler de olmazdı Kılıçdaroğlu’na. Muhalefetin yeni bir şey söylemediği halde, Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun son basın açıklaması da buna işaretti (25 Kasım 2020). Yeni bir şey söylemeyeceği ortak basın açıklamasını niye yapar muhalefet? Biz dağılmıyor aksine daha da kararlıyız, beraberiz görüntüsü en önemli olan şeydi tüm bu izlerin birbirine karıştığı zamanlarda… Bizim izlerimiz burada ve hiç de karışık değil diyorlardı.
Şimdi genelde herkes duruyor kendi pozisyonunda ama Cumhur İttifakı pek duramıyor durduğu yerde. Durabilseydi bu son yaşanalar da olur muydu? Sık aralıklarla Cumhur İttifakı’nın dağılmayacağının söylenmesi, bağlılık açıklamalarının yapılması da bu durumu anlatıyor. Aksi halde insan neden iki güne bir ‘sorun yok!’ açıklaması yapsın ki?
Bu sıralar muhalefet pek üzerine gitmese de Sağlık Bakanlığı’nın vaka sayılarını az gösteren açıklamalarına karşın TTB ve İmamoğlu’nun gerçeği açıklayan tavır ve duruşları sonuç verdi. Ancak bu süre zarfında hastalık pek de yayılmıyormuş gibi 83 milyon nüfus içinde günde 2-3 bin kişi hasta oluyorsa hastalık da kontrol altında hissi verilen Türkiye’de şimdi gerçeklerin açıklanmak zorunda kalmasıyla durumun ne kadar vahim olduğu da herkes tarafından anlaşıldı. TTB ve İmamoğlu’nun duruşu ile olanlar, muhalefetin başka alanlardaki sıkı duruşu ile nasıl sonuç verirdi?
Berat Albayrak sonrası Bülent Arınç’ın istifası da, Mehmet İhsan Arslan’ın dipline sevk edilmesi de geçip gitti diye düşünülemez. ( Arslan partiden ihraç edilmek üzereyken Bülent Arınç'ın YİK'ten istifa edip partide kalması eleştirenlerin aralarındaki farklılığı anlatıyor.) Arslan BBC'ye verdiği son mülakatta: 'Yani ülkede altı milyon aktif, nüfusa bakarsanız 20 milyonu buluyor, HDP'ye destek veren, antidemokratik uygulamalara rağmen o kesimde direnen bir nüfusumuz var. Bu 20 milyonun tamamı terörist olamaz' demişti Söylenen bizim de bildiğimiz bir gerçek ve yeni bir şey değilken yine bizim de bildiğimiz bir gerçeği söylemesi sanırım daha da sarsıcı oldu AKP açısından: ''İlkeleri doğrusu bir kenara attık. Bizi gelecek seçimlerde hangi kesimler iktidara taşıyacak ve iktidarda kalmamızı sağlayacaksa, onlarla iş tutmayı tercih ettik.'' İhsan Arslan böylece dönülecek yerin ilk gün değil sadece mezarlık olduğunu söylemiş oldu. İlkelerin bir kez dahi terk edildiğinde geri gelmeyeceğini o da biliyor olmalı çünkü. Fabrika ayarlarına dönülmenin cılız da olsa konuşulduğu bir anda dönülecek ayar değil fabrika kurucuları dahi kalmamışken nereye dönülebilir? Kaldı ki o kişiler partide kalsa bile geçmişe dönülemezdi. Geçmiş sadece bir kez yaşanır nihayet. Zamanda yolculuk mümkün olsa bile… Siz zamanda yolculuk yapsanız halk o yolculuğa çıkar mı? Halk da çıksa 18 sene öncesi gibi bir daha sizi seçer mi yoksa hiç mi var olamazdınız? Farazalarla değil olanlarla tartışılır tarih, ve olanlar da olmuştur bir kere. Olmamış gibi olacaktıysa kendinizin de olmamış gibi olabileceğinizi de düşünmelisiniz…
Arınç’ın istifası ve Mehmet İhsan Arslan’ın dipline sevk edilmesiyle sadece iki kişinin değil, bir aklın da AKP'de devre dışı kaldığını söylemek mümkün. Ancak bu konuda yaşanabilecek sorunları önlemek için olsa gerek Arınç’ın istifa ettirilmesinden sonra Erdoğan ‘rencide oldum’ diye birkaç defa daha konuşarak bir uyarı yaptı partiye. Peki uyarılanlar ne yapar? Suskunlukları onay anlamına mı geliyor? O halde neden son zamanlarda Erdoğan sık sık parti kongrelerinde ‘eskiden heyecanlanırdınız, alkışlardınız…’ diye ısmarlama heyecan ve alkış istiyor. Bu basit gösterge çok derine işaret ediyor elbette. İnsan ne zaman heyecanını, merakını, ilgisini kaybeder?
Bir kere ayrılma kendi yolunda devam etme kapılarını açan Davutoğlu ve Babacan bu durumda daha da güçlenecek gibi görünebilir. Şimdi değilse de neden sonra… Ki toplumsal akış bir zaman alır. AKP içindekilere ‘Gidecek bir yerimiz var!’ seçeneği sunulması onlar açısından az şey değil. Terk etmenin kapılarını açan AKP bürokrasisi, terk edilmenin de kapılarını böylece açmış oldu. Kendi seçmeninin de vaktiyle başka partileri terk ederek geldiği düşünülünce bunun pek de zor olmayacağı söylenebilir.
Şimdi insanlar şaşırıyordur Türkiye'de dün 2-3 bin civarı olan hasta sayısı bugün nasıl birdenbire 30 bin civarı oldu diye. (Sağlıkta olan bu gelişmenin ‘siyasi’ bir duruşla olduğunu da görmeli) Dünden bugüne yaşam tarzımız değişmedi ancak gerçeklerle ilişkimiz değişti. Eh bu ilişki de kendi kendine olmadı elbette. Selam etmeli gerçekle, ilkelerle bağını en zor anda bile kopartmayanlara. Ki ilke dediğiniz şey zaten kimi anlarda değil tüm anlarda sadık kalınandır değil mi?
İlkelilerin kazandığı bir döneme merhaba…