'Zorunlu' olan ama 'demokratik' olmayan eğitim

'Zorunlu' olan ama 'demokratik' olmayan eğitim
'Herkes aynı şekilde düşünüyorsa, kimse yeni bir şey düşünmüyor demektir.'

Cemal ÇAĞLI*


Toplum yapısı ile eğitim sistemi arasındaki ilişki özel durumların dışında doğrusaldır. Demokratik toplumlarda demokratik olmayan bir eğitim sistemi olamayacağı gibi; otokrasi, teokrasi ve faşizm gibi baskı rejimleriyle yönetilen toplumlarda da demokratik bir eğitim sistemi mümkün değildir.

Günümüz dünyasında ‘eğitim’ bir meta halini almıştır; hem de çok kazandıran bir meta! Meta-sermaye ilişkisi sosyal sınıfların toplumsal izdüşümüdür ve dolayısıyla eğitim sınıfsal bir olgudur. Eğitimi sınıflar üstü bir olguymuş gibi gösterip toplumun çoğunluğunu buna inandırmak egemen sınıfın en temel amacıdır ve egemenler bu amacına eğitim sistemi eliyle varır. Bunu birçok yol ve yöntem kullanarak, bireyin toplumsal ve sınıfsal yapısıyla uyumlu olan toplumsal bilincini köreltip eğitimi metalaştıranların çıkarlarına uygun bir düşünce ve algı biçimini çocukların zihinlerine şırınga ederek gerçekleştirirler; ‘öğrenciler kukla, öğretmenler ise kukla ustaları’ kılınır.

Çocukluk hakkı yok ‘çocuksuluk’ oyunu var.

"18 yaşına kadar herkes çocuktur" maddesi yönetenlerin, sömürenlerin uydurdukları bir hukuk maddesidir. Çünkü okul eğitimi öğretmenlerin, velilerin, partilerin, sivil toplum kuruluşlarının fikirleri alınmadan merkezden hazırlanmış müfredatlar eliyle yapılır. Çocukların çocukluk düşleri öldürülür; henüz birinci sınıftayken günde 6 saat okulda tutulan çocuğun duyusal, zihinsel ve biyolojik gelişimine katkı sağlamak bir yana, zararı olan bilgiler yüklenir. Daha da ileri gidilerek haftada 5 saatlik matematik derslerinin eklendiği ders programlarıyla çocukların duygu dünyası alt üst edilir.

Zorunlu eğitim değil demokratik eğitim

Adına "zorunlu eğitim" denilen eğitim hakkı emekçilerin değil zenginlerin talebi doğrultusunda Almanya ve Amerika’nın ardından bütün dünyaya yayılmıştır. Türkiye’de de Köy Enstitüleri kapatılarak atılan adımlarla birlikte "üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim"  projesi emperyalizmin çıkarlarına feda edilmiştir.

Nasıl bir zorunlu eğitim?

Buradan bizlerin zorunlu eğitime karşı olduğu anlamı çıkmamalıdır! Hayır! Bizler eğitim hakkının en temel insani haklardan biri olduğunu ve bu hakkın kamu tarafından toplumun tüm kesimine ücretsiz sunulması gerektiğini savunuyoruz. Asıl mesele eğitimin zorunlu olması değil, nasıl bir eğitim olması gerektiği, eğitimin sadece okulun beton duvarları arasına sıkıştırılmış bir hak olmayıp hayatın her alanında devam edecek bir süreç olması gerektiğidir. Eğitim yoluyla çocuklarımızı üretim içinde eğiterek geleceğe hazırlamak, onlara cesaret kazandırmak ve güven duygusu aşılamak dururken, tek tip düşünce, inanç, kültür aşılayıp kendilerinden, geçmişlerinden kopmasına yol açarak onları kurulu düzenin robotlarına dönüştüren bir zorunlu eğitime karşıyız. 

Robotlar üreten fabrika okullar

Özellikle 1950 yılından itibaren birer fabrikaya dönüştürülen okullar kişinin kendisini bildiği, bulduğu, neyi, ne kadar yapacağının bilincine vardığı, neden, niçin, nasıl sorularına yaşam hakkı tanıyan yerler olmaktan çıkarıldı. Çocuklarımız kendilerini de içinde bulundukları dünyayı da sorgulayamaz oldular. Sorgulayanlarsa merkezden atanan, kraldan çok kralcı kesilen yöneticiler eliyle kimi zaman not silahı ya da sınıfta bırakma gibi tehditlere maruz bırakılırken, kimi zamansa suçlu, düzen bozucu ilan edilerek devre dışı bırakıldılar.

Hazır düşünceler yeni düşüncelerin önünü keser

"Herkes aynı şekilde düşünüyorsa, kimse yeni bir şey düşünmüyor demektir."**

Hazır düşünceler eşliğinde şekillenerek öğretmen olan öğretmenler, eğitimciliğin bilgiye giden yolu kavratmak yerine aktarmak olduğunu sanarak, her şeyin en doğrusunu kendilerinin bildiği algısına kapılarak öğrenciler üzerinde mutlak otoritelerini kurarlar. Geri bildirimde ise aktarılanın aynen tekrarlanmasını isterler. Öğrenciler eğitim sürecinin temel özneleri olmaktan çıkarılıp birer nesne konumuna getirilirler. Kısacası öğrencilerin oyuncu olmalarını değil seyirci kalmaları istenir.

Yazılıp çizilenleri günün gerçeklerine, insanlığın geldiği düzeye uygun düşecek şekilde yorumlayıp, güncel hayattaki yaşantılarla bağlantısını kurmaya çalışan, başarının ve başarısızlığın rakamlarla ölçülemeyecek kadar öznel olduğunu kabul eden toplumcu öğretmenlerse -ki ben onlara   "üretim hatası" diyorum- sistemin bin bir çeşit baskı ve zulmüyle karşılaşıyor, sürülüyor, işlerinden, ekmeklerinden oluyorlar; hatta teröristlikle, vatan hainliğiyle suçlanıp tutuklanıyorlar… Kulakları çınlasın Ayşe Çelik öğretmenin. 2015 yılında ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için hakkında soruşturma açılan, yargılanıp 15 aylık hapis cezasına çarptırılarak 6 aylık bebeğiyle birlikte hapsedilen Ayşe Çelik öğretmen Anayasa Mahkemesi'nin ‘ihlal kararı’ vermesinin ardından nihayet  9 Mayıs 2019’da tahliye edilmişti.

Farklılıklara yaşam hakkı tanımayan okul eğitimi

Kapitalist sistemin emperyalist aşamaya gelmesiyle birlikte Almanya’nın ardından Amerika’da ve giderek de bütün dünyada uygulanan sistemin adıdır zorunlu eğitim. Herkesin aynı şeyi öğrenmesinin amaçlandığı, tek merkez tarafından yönetilen sistemdir zorunlu eğitim. Bu yüzdendir ki eğitim sistemi yerelden değil merkezden yönetilir. Okul eğitimi bir kişinin bin şeyi öğrenmesi değil, bin kişinin tek bir şeyi öğrenmesi üzerine kurgulanmıştır. Hiçbir bölgesel, kültürel fark gözetilmeden hazırlanır kitaplar. Bu kitaplarda yolları çamurlu gecekondular, yoksullar, işsizler, haksızlığa uğrayanlar, kazancı insanca yaşamasına yetmediği için ek işler yapan öğretmenler yoktur.  Varsa yoksa temiz sokakları, yeşil alanları olan, güzel ve bakımlı çocukların mutlu olduğu bir çevre vardır.

Efsanevi siyaset filozofu ve gazeteci Walter Lippmann zorunlu okul eğitiminin yol açtığı yıkımlar üzerine 1940’da yaptığı konuşmasının bir bölümünde şunları söylemiş:

" … geçen kırk- elli yıl boyunca eğitimden sorumlu olanlar, modern demokratik devleti ortaya çıkaran Batı kültürünü müfredattan yavaş yavaş çıkardılar.(…) Bu nedenle okul ve üniversiteler, içinde yaşamak zorunda oldukları toplumun yaratıcı ilkesini kavramaktan aciz insanları mezun edip dünyaya saldılar. (…) Yeni eğitimli Batılı insan tipi, kültürel geleneklerinden uzak kalmış olmasından dolayı hem biçim hem de öz bakımdan artık kendi aklına, ruhuna, fikirlerine, öncüllerine, düşünme biçimlerine, yöntemlerine ve geçmişten süzülüp gelen bilgelik değerlerine sahip değiller."

Standart testlerle robotlaştırılan gençler

Okul eğitiminin tek ölçme aracı, hayatın somut gerçekleriyle örtüşmeyen standart test sınavlarıdır. Bu testlerden yüksek puan alanlar başarılı, alamayanlar ise başarısız kabul edilir. Üstelik test uygulamaları daha ilkokul ikinci sınıftayken başlar. Önce üç, sonra dört ve nihayet 5 seçenekli testlerle çocuklarımızın özgür düşünme yetileri ellerinden alınır.

"Test sınavları, kazananları ve kaybedenleri eşit şekilde mahveden, eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal kontrol silahıdır. Standart test sınavları, zorunlu kurumsal okul eğitimi canavarının hareket etmesini sağlayan kuyruğudur. (…) Standart testlerin günümüzdeki etkisi, birkaç kişinin zenginliğine zenginlik katarken tasavvur ve aklı boğarak gelecek kuşaklar nezdinde bizim ulusal zenginliğimizi mahvetmesidir. Çocuklarımızı güya bilimsel yöntemle bir sıralamaya tabi tutmamızın yan ürünü işte budur" John Taylor Gatto***

Laik, bilimsel, eşit bir kamusal eğitim hakkının hayata geçirileceği günleri görebilme umuduyla, sevgiyle kalın.


* Eğitimci
** Walter Lippmann(1989-1974)
*** Eğitim Bir Kitle İmha Silahı(1935-2018)

Öne Çıkanlar