'Bu koşullar altında yaşamaya çalışırken gerçekten iyi olmak, iyi kalmak çok zorlaştı'

'Bu koşullar altında yaşamaya çalışırken gerçekten iyi olmak, iyi kalmak çok zorlaştı'
'Bir yılını geride bıraktığımız salgın koşullarında yaşamak, 'süregelen bir travmatik stresörle yaşamak' demek'

Emre CAKA


ARTI GERÇEK- Covid-19 salgınının 3. zirvesinde Türkiye, bir taraftan yasakların getirdiği psikolojik baskılarla boğuşurken, bir taraftan da ekonomik krizler ile boğuşuyor. 1 yılı aşkın süredir devam eden Covid-19 salgınında aşı tedavisi olmasına rağmen insanların aşılanamıyor olması, dünyanın eşitsizliğini gösteren en çarpıcı noktalardan. 

Türkiye salgında üçüncü pik dönemini yaşarken Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin ile yurttaşların yaşadığı sorunları, salgının olası bırakacağı etkileri, intihar vakalarını ve salgının sosyal eşitliğini konuştuk…

Altekin, "Depremler, savaş, göç, terör, uçak kazası, çığ felaketi, arkaplanda da gündemden hiç düşmeyen, hatta artarak devam eden kadına şiddet, çocuk istismarı, ekonomik kriz, işsizlik ve intihar haberleri, ek olarak küresel ısınma, iklim krizi, hava kirliliği, asit yağmurları, gıdalardaki katkı maddeleri ve zararlı tarım ilaçları, ve şimdi de Covid-19 Salgını… Bu koşullar altında yaşamaya çalışırken gerçekten iyi olmak, iyi kalmak çok zorlaştı" dedi. 

Covid-19 Salgını’nın insanlarda ve toplumda yarattığı etkileri genel olarak yorumlayabilir misiniz?

Hayatta kalmak en temel evrimsel motivasyonlarımızdan biri. Tehlike ve tehdit karşısında kendimizi korumaya ve hayatta kalmaya çalışmaya programlı canlılarız. Varlığımızı, sağlığımızı ve bütünlüğümüzü tehdit eden her tür dış etken bizim için bir stres kaynağıdır. Hastalık tehdidi ve yaşamsal riskler korku yaratır, bu korku ortamındaki belirsizlikler, asılsız haberler, kulaktan kulağa yayılan şehir efsaneleri ve komplo teorileri ise kaygı yaratır ve insanları paniğe sürükler. Doğa boşlukları sevmez, insan denen canlının belirsizliğe toleransı düşüktür; işte komplo teorileri o belirsizlikleri belirli hale getirme ve bu yolla da kaygıyı azaltma çabası olarak görülebilir. Ancak komplo teorilerine rağbet etmek bir yandan belirsizliği ve kaygıyı azaltmaya hizmet ederken, bir yandan da şüpheciliği, tedirginliği arttırır, yeni kaygılar ve korkular yaratır, en çok da ötekileştirmeye ve düşmanlaşmaya neden olabilir. Bu nedenle şehir efsanelerine, asılsız ve yanlış bilgilere, komplo teorilerine itibar etmek yerine, somut, net ve bilimsel verileri esas almak, ayağımızın bastığı yerdeki, yani şimdiki zamandaki gerçekleri dikkate alarak kaygımızla baş etmek daha sağlıklıdır, daha koruyucu ve önleyicidir.

Salgın hastalıklar insanları alarm durumuna geçiren büyük stresörlerden biridir. Stres karşısında ortaya çıkan en yaygın üç stres tepkisi, savaşmak, kaçmak ya da donmaktır. Herkesin kendi yapısına, mizacına ve yaşamsal gelişim hikayesine göre stres tepkisi farklı olabilir. Bu hastalık salgını karşısında kimi insanların korkuları çok daha yoğun, aldıkları güvenlik tedbirleri azami düzeyde, konuyla ilgili zihinsel meşguliyetleri de aşırı olurken; kimi insanlar riski ciddiye almama, gerçeklikten kaçma, kaçınma ve hatta olasılıkları inkar etme ve tehlikeyi yok sayma eğilimindeydi. Kimi insanlar ise korku ve kaygıdan neredeyse paralize olmuş durumdaydı, yani sağlıklı düşünemez, harekete geçemez halde donakalmış haldeydi…

'BU KOŞULLARDA İYİ KALMAK ÇOK ZORLAŞTI'

Şunu da belirtmek gerekir ki, şu son dönemde insanların stres düzeylerini yükselten ve baş etme kapasitelerini aşan en önemli etkenlerden biri de, bu hastalık salgınının yakın zamanda yaşadığımız pek çok başka travmatik deneyimin üzerine eklenmiş olması… Yakın tarihimiz özellikle de son birkaç yılımız pek çok doğal afet, kaza, kriz ve toplumsal travma ile dolu geçti… Depremler, savaş, göç, terör, uçak kazası, çığ felaketi, arkaplanda da gündemden hiç düşmeyen, hatta artarak devam eden kadına şiddet, çocuk istismarı, ekonomik kriz, işsizlik ve intihar haberleri, ek olarak küresel ısınma, iklim krizi, hava kirliliği, asit yağmurları, gıdalardaki katkı maddeleri ve zararlı tarım ilaçları, ve şimdi de Covid-19 Salgını… Bu koşullar altında yaşamaya çalışırken gerçekten iyi olmak, iyi kalmak çok zorlaştı.

Bir yandan hastalığın, entübe edilen ağır vakaların ve kayıplarımızın sayıları artarken, diğer yandan ikinci ve üçüncü dalga ile gelen bu son kapanmalar, kısıtlamalar ve sokağa çıkma yasakları insanların dayanma gücünü çok zorlar hale geldi; hemen hemen herkes tükenmişlik içinde…

Zor koşullarda ve süregelen bir travmatik stres ortamında aylarca yaşamak çok zordur; insanı tükenmişliğe sürüklemesi çok olasıdır. Akut yani görece kısa süreli stresörlerin insanda yarattığı etkilere kıyasla, kronik yani uzun süreli stresin yarattığı kümülatif etkiler çok daha derin ve tahrip edicidir. Hatta insanın sadece psikolojik sağlığını ve sağlamlığını tehdit etmekle kalmaz, bağışıklık sistemini de düşürerek hastalıklara daha açık hale getirir.

‘BECERİMİZE YATIRIM YAPMAK TEK ÇIKIŞ YOLUMUZ’

Salgın sürecinin başlarında yaşanan ilk kapanma döneminde ve karantina günlerinde, her şey çok daha yeniydi, hepimizin gücü ve enerjisi daha tazeydi, depolarımız biraz daha doluydu… Baş etmenin türlü yollarını deniyorduk; okuma listeleri, müzik listeleri paylaşılıyordu, sosyal medya etkileşimleri artmıştı, herkes kendini bu yollarla eğlemeye, oyalamaya çalışıyordu, gündem üzerinden üretilen mizah hepimizi diri tutuyordu, kimileri için inzivaya çekilmek için bir fırsat oluvermişti, dolaplar çekmeceler indirildi kaldırıldı, her şey ayıklandı, temizlendi, düzenlendi, ve bu kaygı giderici, yatıştırıcı bir kontrol ve güven hissi verdi belki… Ve belki de içten içe pek çok insan o dönemde her şeyin kısa bir zamanda eski normaline döneceğine dair bir inanç, bir umut taşıyordu… Ama sonra aylar geçti, herkesin dayanma gücü zorlanmaya, enerjisi ve umutları düşmeye başladı… Düzenlenecek dolap, temizlenecek çekmece kalmadı… Kimse kitap okumaya da odaklanamaz oldu… Mevsim değişti, kış geldi, günler kısaldı, herkes iyice melankolik hissetmeye başladı… Kapanmalar ve karantina uygulamaları ile sokaklar ıssızlaştı, insanlar yalnızlaştı… Yılbaşı ve bayramlar gibi insanların aileleriyle, sevdikleriyle birlikte olmaya alışık oldukları, yan yana olmak istedikleri zamanlarda yalnız kalmak, birbirimizden ayrı kalmak, insan temasına, konuşmaya, gülmeye en çok ihtiyaç hissettiğimiz şu günlerde çok zorlayıcı olmaya başladı… İşte böyle zamanlarda, yani, dış koşulları ve dış gerçekliği değiştirecek kontrol ve etki gücümüz olamadığında, o koşullara ve gerçekliğe uyumlanma becerimize yatırım yapmak tek çıkış yolumuz olur. Uzun vadede sağ ve sağlıklı birbirimize kavuşabilmek, bugün bu zorlukla baş edebilmek için en büyük motivasyonumuz olacak…

'HEPİMİZ AYNI GEMİDE DEĞİLİZ'

Pandeminin etkisi herkes için aynı seviyede mi? Yani salgının dahi sosyal adaletsizliğinden bahsetmek mümkün mü?

Bir yılını geride bıraktığımız salgın koşullarında yaşamak, "süregelen bir travmatik stresörle yaşamak" demek. Yani her anımızda bedenimize, sinir sistemimize ve psikolojik dengemize ağır bir tehdit altında yaşamaya çalışmak demek. Salgın nedeniyle uygulanan tedbirler, herkes için, her meslek için farklı düzeyde zorlukları da beraberinde getirdi. Bazı işler ve meslekler tüm risklerin varlığına rağmen aynı şekilde devam etmek zorunda kaldı; sağlık, emniyet, sosyal hizmet güvenlik ve fabrika çalışanları gibi, fırın, market, kasap ve market çalışanları gibi… Bazı işler ve meslekler salgın tedbirlerine uygun olacak şekilde yeniden düzenlenerek uzaktan yürütüldü, yürütülüyor; kurumsal çalışanlar, eğitim ve danışmanlık çalışanları, çevirmenler, bilgisayar programcıları gibi… Ancak bazı işler ve meslekler var ki neredeyse bir yılı aşkın süredir ya tamamen faaliyet durdurdu ya da her zamanki ortalamasının çok gerisinde kaldı; kafeler, restoranlar, eğlence mekanları, sinemalar, tiyatrolar ve buralarda çalışan sahne sanatçıları, teknik ekip, oyuncular ve müzisyenler gibi… Hepimiz aynı gemide değiliz maalesef. Son aylarda gittikçe artan oranda haber konusu olan intiharlar da pandeminin psikolojik, sosyolojik ve ekonomik etkilerinin bir sonucu olarak dikkat çekicidir.
 
‘İNTİHAR BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR’

Şunu vurgulamayı çok önemserim ki intihar bir halk sağlığı sorunudur. Ve intihar, hiçbir zaman basite indirgenmiş neden-sonuç ilişkileri ile ya da genellemelerle açıklanamaz. İntihar çoğunlukla depresyonla yakından ilişkilidir. Depresyon, kişinin zorluklar karşısında dayanma gücünü azaltır, kırılganlığını arttırır; yoğun bir iç sıkıntısı ile birlikte çeşitli kaygı ve korkuları tetikleyebilir. Kişinin, kendisiyle ve çevresiyle ilgili algıları, inançları ve düşünceleri umutsuzluk ve çaresizlik ekseninde çarpıklaşır ve katılaşır. Fark edilmemiş ve tedavi edilmemiş depresyon, zamanla kişinin psikolojik sağlamlığını, esnekliğini, dayanma ve uyumlanma kapasitesini azaltır; sosyal bağlarını zayıflatır. Çaresizlik ve umutsuzluk, yalnızlaşma ve yabancılaşma ile birleştiğinde intihar riski artmaya başlar. 

Pandemi koşullarında işsiz kalan, sosyal güvenlik haklarından yararlanamayan, evini, ailesini, hayatını geçindiremeyen, gelecek kaygıları artan müzisyenler, oyuncular, sanatçılar başta olmak üzere pek çok iş ve meslek grubundan insan, çok somut ve çok büyük bir mağduriyetle karşı karşıya. Tüm bu tabloyu ve bu tablonun verileri arasında dikkat çeken intihar olgusunu, salt psikolojinin perspektifinden açıklamak son derece eksik ve yanlış olur. Çünkü intihar sosyolojik, ekonomik ve politik boyutları da olan karmaşık bir meseledir. 

‘CİDDİ KAYIP VE YOKSUNLUKTUR’

Sahne sanatçılarının bu süreçte işsiz kalması, geçimini sağlayamaması, en temel hayat ve mutfak masraflarını karşılayamaması, borçlarını ve faturalarını ödeyememesi, bir yanda aile içi sorunları tetiklerken, diğer yanda sosyal hayattan geri çekilmeyi ve yalnızlaşmayı da beraberinde getirdi… Bütün bunlara ek olarak, en can yakıcı kayıplardan biri de, bu süreçte müzisyenlerin ve oyuncuların onları ruhen en çok besleyen, adeta kimliklerinin, benliklerinin bir parçası olan sanatsal deneyimden, üretimden ve dışavurumdan mahrum kalmış olmalarıdır; yani sahnede olmaktan, müzik yapmaktan, görülmekten, duyulmaktan, alkışlanmaktan yoksun kalmak müzisyenler, dansçılar, oyuncular ve tüm sahne sanatçıları için gerçekten çok ciddi bir duygusal kayıp ve yoksunluktur… 
  
Zor zamanlarda bir yandan varoluşsal sancılar ve sorgulamalar artarken, bir yandan da fark edilmemiş ve tedavi edilmemiş depresyon, politik ve ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde artar. Geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısı ile de birleştiğinde büyük bir risk unsuru haline gelebilir.

Salgın bittikten sonra olası kalıcı psikolojik etkiler neler olacaktır?

Baş etme becerileriniz ne kadar çeşitli ve gelişkinse, aile ve sosyal destek kaynaklarınız ve yakın ilişkileriniz ne kadar sağlam, güvenli ve doyurucuysa, iletişim ve problem çözme becerileriniz ne kadar esnekse, hayatınıza anlam katan iş, uğraş ve amaçların varlığı ne kadar güçlüyse, ve kendinize ne kadar zaman ayırabiliyorsanız, stres verici dış gerçeklerin ve travmatik olayların sizin üzerinizdeki etkileri o derece azalacaktır.

Salgın kontrol altına alındıktan ve normal hayatımıza döndükten sonra bizi içsel ve dışsal olarak nasıl bir dönüşümün beklediğini henüz hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz, hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Her şeyin bir anda bir düğmeye basılmışçasına sıfırlanmayacağı muhakkak, elbette bir takım izler, etkiler kalacaktır. Hatta kalacak olan etkiler sadece bizimle sınırlı olmayacak, muhtemelen gelecek nesillere de aktarılacak derin katmanlarda da devam edecektir. 

Ancak her zaman göz önünde tutulması gereken kriter, zorlayıcı hayat olayları sırasında ve sonrasında yaşanan stres tepkilerinin günlük yaşam kalitesini ve işlevselliği ne derece etkilendiği-etkilenmediğidir. Yani, salgın geride kaldıktan ve hayat az çok normale döndükten sonra bile eğer tüm çabanıza rağmen, hala günlük hayatınızı sekteye uğratan düzeyde etkiler yaşıyorsanız; uyku ve yeme düzeninizle ilgili problemler haftalarca normale dönmüyorsa; tekrarlayıcı görüntüler ve zorlayıcı düşünceler sizi fazlasıyla yoruyorsa, durduramadığınız tekrarlayıcı hareket ve davranışlar, ani irkilmeler, şiddetli kaçınmalar, temizlik ve kontrol ritüelleri günlük hayatınızı belirgin düzeyde etkilemeye devam ediyorsa; kendinizi rüyadaymış, bedeninizin dışındaymış gibi hissediyorsanız, kendinizi boşlukta, duygusuz, tepkisiz ve donmuş hissediyorsanız; ya da ani öfke patlamaları, aşırı kaygı ve panik, huzursuzluk ve yerinde duramama söz konusuysa; hayata dair yoğun bir isteksizlik ve enerjisizlik yaşıyorsanız, o zaman bu belirtileri ciddiye almak ve profesyonel bir yardıma başvurmak faydalı olacaktır…


Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin ile yarın da alıştığımız zoom toplantılarının yorgunluğunu, salgın devam ederken stres ve psikolojik sağlımızı korumanın yollarını ve salgının uzun vadedeki etkilerini konuşacağız…
 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar