Türkiye'de 17 yılda 53 bin 425 kişi intihar etti; alınmayan her önlem intiharları artırıyor

Türkiye'de 17 yılda 53 bin 425 kişi intihar etti; alınmayan her önlem intiharları artırıyor
AKP iktidarı döneminde yüzde 48 artan intihar vakalarını değerlendiren Sosyal Psikolog Erdal Kozan, 'İşsizliğin intihar oranları üzerinde artırıcı bir etkisi olduğu gün gibi biliniyor' dedi.

Emre CAKA


ARTI GERÇEK- CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi'nin geçtiğimiz hafta, Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) ise Şubat ayında açıkladığı raporda, AKP iktidarı döneminde intihar vakalarının çok ciddi oranlarda arttığına dikkat çekildi.

İlgezdi raporunda, "AKP iktidarında intihar vakalarında yüzde 48 artış yaşandı. Tek adam sisteminde her hafta en az 65 yurttaş yaşamına son verdi. Ekonomik gerekçelerle intiharlar 2017-2019 döneminde yüzde 38 arttı" tespitlerine yer vermişti. HDP ise TÜİK verilerine göre 2002 ile 2019 yılları arasında 53 bin 425 kişinin intihar ettiğini hatırlatarak, "Buna göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 2 bin 301 kişi canına kıymışken, 2018 yılında 3 bin 342 vatandaş intihar ederek yaşamına son verdi. AKP döneminde en çok intihar ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte 2019 yılında yaşandı. 2019’da 3 bin 406 kişi intihar etti" açıklaması yapmıştı. 

İntihar vakalarının derinleşen ekonomik kriz ile yükseldiğini belirten muhalefet partileri, pandemi ile birlikte intiharların artacağına dair endişelerini de dile getiriyor. 

İntihar vakalarının artmasını, toplumun yaşadığı depresyonu, intiharın son söz niteliğinde bir eylem mi, yoksa söylenecek sözün kalmaması anlamına mı geldiğini ve intiharların iktidarlar ile ilişkisini Sosyal Psikolog Erdal Kozan ile konuştuk: 

'İNTİHAR ÖNLENEBİLİR BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR'

Türkiye'de artan intihar vakalarını nasıl yorumluyorsunuz? 

Türkiye’de intihar olgusu ciddiye alınmıyor. İntiharların ardından sosyal medyada gösterilen tepki ve bu tepkiyi dindirmeye yönelik yetkili ağızlardan yapılan birkaç cümlelik açıklamalar dışında konuya ilişkin bir çalışma bulmak mümkün değil. Oysa intihar önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur. İntihara ilişkin takındığınız tutum intihar oranlarına artış ya da azalış olarak yansır. Örneğin işsizliğin intihar oranları üzerinde artırıcı bir etkisi olduğu gün gibi biliniyor. Peki işsizlik oranlarınız artarken ne yapıyorsunuz? İşsiz insanlara yönelik destekleyici politikalar mı üretiyorsunuz yoksa işsizleri iş beğenmiyorlar diyerek suçluyor musunuz? İkinci yöntemi seçerseniz intihar oranlarında yaşanacak olası bir artıştan da sorumlusunuz demektir. Türkiye’de olan budur. Pandemi ve ekonomik kriz gibi süreçlerde intihar eğilimi tetiklenebilecek risk grupları az çok bellidir. Türkiye’de bu gruplara yönelik önleyici tedbirler almak yerine intiharları psikolojik sebeplere indirgeyen bir yaklaşım hâkim. Elbette her insan davranışı gibi intihar da psikolojik bir süreçtir. Ancak bu vurgu kriz anlarında toplumsal durumun etkisi ile tetiklenen intihar davranışlarını açıklamaktan çok sorumluluktan kaçmayı kolaylaştırıyor. Oysa yapılması gereken intihara yol açan toplumsal faktörlerle mücadele etmek.

'İNTİHAR DAVRANIŞI ROMANTİZE EDİLEMEZ'

İntihar 'Son söz ve en büyük çığlık' olarak da adlandırılıyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İntihar son söz müdür yoksa söylenecek sözün kalmaması mıdır?

İntihar davranışını romantize etmekten ya da ona büyük anlamlar yüklemekten kaçınmak gerekiyor. Bu tarz söylemler intihar konusunda karar aşamasında olan kişilerin bir anda çizginin diğer tarafına geçmelerine neden olabilir. O yüzden ben bu seçeneklerin dışında bir tanım yapıyorum, intihar bir çıkışsızlık halidir. Kişi kendi içsel dünyasının ya da toplumun onu getirip bıraktığı bir noktada sıkışıp kalır. Artık gidebileceği bir yer kalmadığına inanır. Oysa bu en karanlık anda bile bir çıkış olduğunu birbirimize göstermek toplum olmanın sorumluluğu. Dolayısıyla yapılması gereken söylenecek bir söz varsa bunu birlikte söylemek, atılacak bir çığlığa fırsat vermek ya da sözün bittiği yerde göz göze diz dize bir sessizliğe bürünmek olmalı.

'BAŞIMIZA GELEN ŞEY ÇÜRÜMEYSE...'

Psikolojik olarak toplumsal bir çöküşten bahsetmek mümkün mü? 

Zor bir soru. Olası bir cevabın içine pek çok yanlışın karışması kaçınılmaz. Yine de korkulması gerekenin toplumsal çöküşler olmadığını söyleyebilirim. Toplumsal çöküşlerin ardından yeni değerler, yeni doğrular, yeni normlar yükselir. Oysa başımıza gelen şey çürümeyse… Çürümenin geri dönüşü yok. Yani korkulması gereken toplumsal çöküş değil, toplumsal çürüme.

'ARKADAŞI YAKILAN TRANSIN İNTİHARI POLİTİKTİR'

Peki bizi hangisi bekliyor? Buna biraz biz karar vereceğiz. İntiharın toplumsal nedenlerini vurgulamak işin kolay tarafı. Ancak bu konuda yapılan her vurgu topluma bir sorumluluk yüklüyor. Üstelik bu sorumluluk sadece devlete, kurumlara ait değil. Sana, bana hepimize ait bir sorumluluk bu. Evet, arkadaşı yakılarak öldürülmüş bir transın sistemin çarkları arasında sıkışıp kalarak intiharı seçmesi ya da atanamayan bir öğretmenin intiharı politiktir. Ancak bu insanların sıkışıp kaldıkları adaletsizliğe dair biz neler yaptık? Bizi açlıktan intihar eden komşusunun ismini bilmeyen insanlara dönüştüren şey ne? Eğer bu yıkıntıların arasından yeni bir toplum doğacaksa bu sorulara hepimizin cevap vermesi gerekiyor aksi takdirde kendimizi geri dönüşsüz bir çürümenin içinde bulmamız işten bile değil.

'DEVLET POLİTİKALARI İNTİHAR ORANLARINA PARALEL'

Dünyada bu denli intihar yoğunluğu oluyor mu onlar nasıl değerlendiriliyor? 

Pandemi sürecinde artan intihar oranlarına dair farklı kültürlerden pek çok bulgu paylaşılıyor. Örneğin kültürel spektrumun bireyci ucuna daha yakın olan Kanada’da da toplulukçu ucuna daha yakın olan Japonya’da da intiharların arttığı raporlanmış durumda. Burada devlet politikaları ile intiharların ilişkilendirildiğini de görüyoruz. Japonya’da salgının ilk dalgasında intihar oranlarında bir düşüş söz konusuydu. Bu durum hükümetin ilk dalgada devreye soktuğu sosyal politikalar ile açıklanmıştı. Ancak salgının ikinci dalgasında devletin sosyal desteğindeki azalmaya paralel olarak intihar oranlarının da hızla yükseldiği görüldü.

'ALINMAYAN HER ÖNLEM ORANLARI ARTIRIYOR'

Pandemi intiharları tetikledi mi? Neden ve nasıl?

Tarihte yaşanmış benzer pandemi süreçleri var. Örneğin İspanyol gribi salgını bunlardan birisi. O dönemde de pandemi sosyal entegrasyonu ve iletişimi sekteye uğratmış ve benzer şekilde artan intihar oranları İspanyol gribinin yol açtığı kaygı ve korkuyla ilişkilendirilmiş. Pandemi süreçleri hem yol açtığı korku ve kaygıyla hem de beraberinde getirdiği sosyal izolasyon, belirsizlik, kronik stres ve ekonomik zorluklarla kişinin psikolojik durumuna doğrudan saldırıyor.

Bu saldırıya karşı alınmayan her önlem intihar oranlarında bir artışa dönüşüyor. Bu konuda ruh sağlığını korumaya yönelik politikalar ve kampanyalar ya hiç yok ya da çok yetersiz. Türkiye’de hâlâ ruh sağlığı hizmetlerine erişim konusunda ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ruhsal rahatsızlıkların en önemli önleyici müdahalelerinden birisi olabilecek aile psikoloğu uygulaması hâlâ Sağlık Bakanlığı tarafından hayata geçirilmiş değil. Oysa genel popülasyondaki artan stres ve kaygı seviyesini düşürmeden intihar oranlarında düşüş beklemek gerçekçi olmuyor. 

'PSİKOLOJİK HER ŞEY TOPLUMSALDIR'

İntihar diğer bütün insan davranışları gibi birçok faktörden etkilenen kompleks bir davranış. İntiharı tek bir faktörle gerekçelendiren her açıklama eksik doğacaktır. Burada sıkça yapılan bir hata birey ile toplum arasında, psikolojik olanla toplumsal olan arasında sanki uçurumlar varmış gibi davranmak oluyor. Oysa bireyle toplum, psikolojik olanla toplumsal olan iç içedir. Psikolojik olan her şey toplumsaldır. Toplumsal arka planı olmayan tek bir insan davranışı örneklemek mümkün değilken intiharı salt bireysel nedenlere atfetmek toplumsal sorumluluktan kaçma gayretinden kaynaklanıyor.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar