kalsın benim davam!

hayata dönüş operasyonu sonrasında bayrampaşa cezaevi’nin hastanesine girdik, yüzleri, kafa derileri yanmış kadınları gördük, o halde bile neşelilerdi.

bülent ecevit’in şair dehasının hayata dönüş operasyonu adını verdiği, türkiye cumhuriyeti tarihinin en acımasız katliamının, 19 aralık’ın yıl dönümü. bu yıl dönümünün özel bir önemi var; konuyla ilgili açılmış olan dava, iki hafta önce, yani aralık ayı içinde kimse ceza almadan bitti. iki asker ve 30 mahkûmun can verdiği katliamla ilgili yargılananlardan beşi dava süresince hayatını kaybetmişti, diğer 262 sanık için "kasten öldürme" suçuyla ilgili yeterli delil olmadığından beraat kararı veren mahkeme, "kötü muamele ve kasten yaralama" suçlarından da zaman aşımı sebebiyle davanın düşmesine hükmetti.

"operasyon" sırasında başbakan bülent ecevit, adalet bakanı hikmet sami türk’tü; yani bugün iktidarda bulunandan başka bir blok. nitekim, 2000’li yıllarda, bugün "yandaş" denen medyada, bu operasyon sırasında yanan ve hayatta kalanlarla röportajlar yapıldığı dahi oldu. ama işte devlette devamlılık esas ve bugün o 262 kişi ceza alırsa, bir daha aynı suçları işleyecek birileri öyle kolay kolay bulunmaz.

19 aralık’ta gerçekleşen katliam, uzun bir zulüm ve mücadele sürecinin parçalarından biri. iddiaya göre, 20 ekim 2000’de, f tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm orucu’na son vermek için yapıldı bu operasyon.

ama işte öyle olmadı. ölüm oruçları, yedi yıl sonra, tutukluların haftada 10 kişiyle 10 saate kadar sohbet edebilmesine imkan veren Adalet Bakanlığı genelgesinin kabul edilmesiyle son buldu. son eylemciler 5 nisan dünya avukatlar günü’nde eyleme başlayan ve tam 293 gün boyunca ölüm orucu yapan ve şu anda yine cezaevinde bulunan avukat behiç aşçı, adana’da 262 gün boyunca eylem yapan gürcan görüroğlu ve uşak kapalı cezaevi’nde eylemin 268. gününde olan sevgi saymaz’dı. eylemi bıraktığında, behiç aşçı, ölümün eşiğindeydi, hekimler birkaç saat sonra hayatta kalma şansının olmayacağını söylemişti.

tarih 22 ocak 2007’ydi, hrant dink iki gün önce katledilmişti ve devlet ikinci bir ölümün sorumluluğunu almak istememişti. 2000-2007 arasında cezaevlerinde ve dışarıda f tipi cezaevlerine karşı yürütülen ölüm oruçlarında 122 kişi öldü.

2000-2007 arasında süren ölüm oruçlarını gazeteci olarak yakından izledim. sürecin başında, kadınlara mahsus gazete pazartesi’de çalışıyordum, beyhan demir’le birlikte, hayata dönüş operasyonu sonrasında bayrampaşa cezaevi’nin hastanesine girdik, yüzleri, kafa derileri yanmış kadınları gördük, o halde bile neşelilerdi. (bundan çok şey öğrendim) daha sonra küçük armutlu mahallesi’nde eylemin sürdürüldüğü evleri ziyaret ettik, eylemi bitirmek için yapılan bir başka operasyonda öldürülenleri tanıdık. 2006’nın sonlarında behiç aşçı ile bir nehir söyleşi yaparak behiç aşçı kitabı’nı yazdım, önsözü yine beyhan demir kaleme aldı. elimizden gelen sadece bu kadardı, etkisizliğiyse yakıcıydı.

insanların eriyerek canlarından oldukları bu süreç bizim gibi dışarıdan tanıklarda bile, tarifi imkânsız izler bıraktı. başka türlüsü mümkün müydü, bilmiyorum. ama şundan eminim; demokrasiyi nasıl anlarsak anlayalım, nasıl tarif edersek edelim, gerçekleşmesi farklı alanlarda verilen mücadelelerle mümkün oluyor. farklı bir programa sahip bir partinin iktidara gelmesiyle ya da avrupa birliği’ne üye olarak değil. nitekim, f tipi cezaevleri bir avrupa projesiydi, avrupa birliği tarafından da desteklenmişti, oralarda kimse f tipleri dayatmasını, adet yerini bulsun diye dahi kınamadı.

daha önce yazdığım bir şeyi tekrar edeceğim. 19 aralık operasyonu bir darbe olarak değerlendirilmelidir. nasıl ki 28 şubat süreci islami harekete devlet eliyle yeni bir şekil verme süreciyse ve en çok bunun için darbe olarak adlandırılıyorsa, 19 aralık da türkiye solunun belli kesimlerini imha etmek, onlarla diğer kesimler arasına bir kama sokmak amacını taşıyordu ve bunda büyük ölçüde başarılı oldu. operasyon sonrası, basın bütünüyle susturuldu, sokakta polis şiddeti o dönemde alışık olunmayan bir boyuta ulaştı, parti merkezleri, kültür merkezleri, dernekler basıldı, kimisi mühürlendi. bir ara dönem atmosferi oluşturuldu.

operasyondan kısa bir süre önce, aydın ve yazarlardan oluşan arabulucular cezaevlerindekiler ve devlet arasında görüşmeler yürütüyordu, fakat anlaşma sağlanamadı. ancak daha sonra ortaya çıkan birçok bilgi, bu operasyonun bir yıl önceden planlandığını ortaya koydu. katliamda, giysilere zarar vermeyen ama insanları yakan bir kimyasal kullanılmıştı.

eylemi yürütenlerin de hataları oldu tabii; bunların ciddi bir bölümü sol içindeki rekabetten kaynaklandı. ama en büyük yanılgı, dışarıda kendilerine destek verebilecek, "duyarlı kamuoyu" falan denen bir topluluğun olduğu fikriydi. nitekim destek sanıldığından ve umulduğundan az oldu. özellikle medya, eylemcileri, eylemi şeytanlaştırdı. solun birçok kesimi dahi, eyleme sıcak bakmıyordu. (örgüt içi baskılara dair hatıralar, gözlemler, fikirler ortada dolanmaya başladı.) burada bir parantez açayım. ölüm orucuna başlamak çok zor bir karar, bazı eylemcilerin, bu kararı en azından –duygusal- baskıyla, yani arkadaşları tarafından ayıplanacağından çekinerek almış olması ihtimali var ve bu iyi bir şey değil. cesaretin bulaşması olarak tanımladığımız süreçlerin maalesef parçası olan böyle şeylerin birçok olumsuz sonucu oluyor; bunun başında eylemi bırakanlar geliyor. çünkü bir kere eyleme başlayanın bundan vazgeçmesi, ardından gelen eylemciler için çok kötü sonuçlar doğuruyor, karşı taraf her vazgeçeni sonrakilere karşı koz olarak kullanıyor, onları da vazgeçirebileceğine olan güveni güçleniyor. bu mücadelenin her şeyden çok psikoloji savaşı olduğunu söylemeye gerek yok.

diğer yandan, eylemi yürütenler karşılarındaki gücün ne kadar acımasızlaşabileceğini de hesaba katmamıştı. bunun bir sonucu olarak, operasyon yapılması halinde bazı tutukluların kendilerini yakacaklarını ifade etmeleri, büyük bir demagoji aracı sağladı, maalesef. oysa sonraki tespitlerde sadece tek bir tutuklunun fidan kalşen’in kendini yakarak öldüğü ortaya çıktı.

son olarak, sayıları bütün süreci değiştirebilecek kadar çok olan, kürt özgürlük hareketinden tutuklu ve hükümlülerin eyleme destek vermemesinin yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum. onların katılımı süreyi kısaltırdı, nitekim tecrit, sonraki dönemde köh için de önemli bir sorun oldu.

ölenler, sonraki yıllarda çok farklı kesimlerin, o sırada bunu aklına bile getirmeyecek olan insanların yolunun düştüğü cezaevlerinin, bir nebze daha yaşanır olması için hayatını feda etti, onlara çok şey borçluyuz. anıları yoldaşımız, ruhları şad olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi