Barış mı, “demokratik çözüm” mü?

Sorunun demokrasi ve hukukun eksikliğinden çıktığı ortadayken bu eksiklikleri tamamlamadan barışa nasıl ulaşılacak?

Demokrasi krizi nedir?

Siyasete olan güvensizliğin çok hızlı bir şekilde büyüyor olmasıdır.

Bizdeki durum da bu.

Siyaset kurumu bütün aktörleriyle itibarını yitirmiş gözüküyor.

***

Siyasetin hiçbir toplumsal sorunu çözemeyeceğine inananların sayısı toplumun üçte ikisine ulaşmış.

Topluma dönüp “bugünkü çıkmaz ilerde aşılır mı, sorunlar çözülür mü?” diye sorunca yüzde 75 “asla” diye yanıt veriyormuş.

Milyonlarca insan kendi ülkesinden de gelecekten de ümidini kesmiş.

Ümitsiz bir hayat nasıl yaşanır?

Bu korkunç ümitsizlik ve hayal kırıklığı neye dönüşür, nasıl toplumsal sorunlar yaratır?

***

Geleceğe yönelik umutsuzluk gençleri daha da derinden etkiliyormuş.

Gençlerde geleceğe güvensizlik had safhadaymış.

30 yaş altındakilerin 5’te 4’ü bekarmış…. Çünkü yüzde 80’i “bu ülkede çocuk yetiştirilmez” diye düşünüyormuş.

Aynı kesim kendini sokakta da fiilen güvencede hissetmiyormuş.

İnsanın kendini ülkesinde güvencede hissetmemesi, her an başına bir şeyler geleceğinden endişe etmesi ne demek?

Devlete ve o devlete yön veren siyasetçilere hiç güvenmemesi demek.

***

Siyaset kurumuna güvensizlik neden hızla artıyor?

Çünkü siyasal iktidar, yasaklarla “siyasetsizleştirmeyi” hedefliyor…

Çünkü siyasal iktidar, yasaklarla “siyaset alanını” sürekli daraltıyor.

Buna karşılık kuralsızlık da keyfilik de arttıkça artıyor.

Örneğin, Merkez Bankası yasasını kadük hale getirip, yerine “nass” koyunca… Ekonomik kriz patlıyor, sefil bir hale doğru tepetaklak düşüşün freni kopuyor.

Bizzat iktidarın yasaları bir kenara itip ekonomiyi mahvettiğini, ülkeyi sefalete sürüklediği herkes görüyor.

Toplumsal sorunlar siyaset marifetiyle çözülmedikçe, tam aksine siyaset sürekli yeni sorunlar yarattıkça inanç ve umut da haliyle terki diyar ediyor.

Bir ümitsizler, “desperadolar” ülkesi haline geliyoruz.

***

Siyasetsizleşme hızlanınca…

Siyasal gelişmeler de heyecan yaratmıyormuş, hatta öfke bile kayboluyormuş.

Kendi felaketine bile kayıtsız kalan bir topluma dönüşmekteyiz.

Toplumsal bir depresyon yaşanıyor.

Türkiye’yi bir psikiyatriste götürsek, kendi felaketine bile aldırmayan bu topluma “depresyon geçiriyor” teşhisini koyacağı belli.

***

Ekopolitik Düşünce Merkezi, cumartesi günü “Ayrışmadan Uzlaşmaya: Demokrasiyi Yaşatmak ve Güçlendirmek” başlıklı tüm gün süren bir etkinlik düzenledi.

Günün en popüler konusu da kasten adı konmayan ve böylece tanımlanmak istenmeyen son süreç oldu.

Bekir Ağırdır’ın katılımcısı olduğu ilk panelin moderatörü Mithat Sancar, adı konmayan son süreci yorumlayan çok kapsamlı ve nitelikli bir konuşma yaptı.

Bu “süreci” yaşayan Türkiye’nin genel durumunu da Bekir Ağırdır’dan dinledik.

Böylece son siyasal gelişmeler ve o gelişmeleri izleyen Türkiye’nin toplumsal resmini beraberce değerlendirme imkânı doğdu.

***

Genelde yorumlar ülkenin bir yol ayrımında olduğu tespitinde birleşiyor.

Türkiye bu haliyle çok daha ağır bir baskı rejimine de savrulabilir, biraz daha nefes alabilecek bir kımıldama da söz konusu olabilir deniyor.

Bu noktada adı kasten konmayan sürecin akıbeti belirleyici olacak.

Ancak cumartesi günü yaşananlar bize bazı ipuçları verdi.

Süreci başlatanlar “barış” diyor ama “çözümden” söz etmiyor…Buna karşın Kürt muhataplar “çözümü” öne çıkarıyor.

Nitekim Selahattin Demirtaş:

Demokratik çözüm ve barış için çaba sarf eden Öcalan'a güven ve desteğim tam” diyerek süreci farklı tanımlamakta.

Bir uzlaşı olacak mı, olacak ise nasıl olacak?

Sorunları “çözmeden” barış nasıl yapılacak?

Kavgaya neden olan sorunlar çözülmezse kavga biter mi?

Sorunun demokrasi ve hukukun eksikliğinden çıktığı ortadayken bu eksiklikleri tamamlamadan barışa nasıl ulaşılacak?

***

Barış mı, demokratik çözüm mü derken Erdoğan da yeniden adaylığını ilan etmiş gibi… “Bu sürecin asıl amacı zaten buydu” diyenler de çoğunlukta.

Umutsuzluğun, güvensizliğin ve artık hiçbir şeye aldırmayan bir çaresizliğin insanları teslim aldığı bir ülkede bu adaylık ilanının da bir heyecan yaratmayacağını tahmin etmek zor değil.

***

Demokrasiyi taca atarak…

Hukuku taca atarak…

Anayasayı, yasaları, kuralları taca atarak geldiğimiz nokta ortada.

Bu tablodan refahın ve özgürlüğün arttığı bir Türkiye çıkar mı?

Toplumdaki bu çaresizlik ve aldırmazlık beni ürkütüyor.

Bu adı konmayan “süreç” yeni çözümler, yeni çareler, yeni bir siyaset ve yeni bir heyecan yaratabilecek mi?

Kurtulabilecek miyiz?

Yoksa bu “süreç” toplumsal umuda son bir veda mı olacak?

mehmet altan çözüm süreci barış