Devletin Bekası-İnsanın Bekası
Devlet insan için vardır. İnsanı yok sayan bir devlet tahayyülü ve o devletin bekası güzellemesi, ülkeyi ve insanını tüketmeye devam ediyor. İnsanı perişan olmuş bir devlet iskeletine doğru dört nala koşuyoruz. Böyle giderse bir damla suya muhtaç olacağız.
“Beka veya hayatta kalmak, hayatta kalmak ya da var olmaya devam etme yeteneğidir.”
Tarihsel olarak faşizm sürekli “devletin bekasından” söz eder, liberal demokrasilerde ölçü “insan” ve onun bekasıdır.
Çünkü devlet insan için vardır.
xxxxxxx
İnsan odaklı bir davranışı olsa devlet yönetiminin pusulası, “temel hak ve özgürlükler” ...
Normal ve sağlıklı bir toplumun inşa edilmesi için siyasetçiler, din, ırk, mezhep bölümü üzerinden siyasal sömürü yapamayacak, parçalanıp kamplaştırma gibi bir gariplik de ortaya çıkmayacaktı. Refah, toplumsal özgürlüklerin sürekli oynanması siyasetin varlık nedenidir.
100 yıllık Cumhuriyet'in geldiği noktada böyle bir hedef yoktu ve şimdilerde bundan çok uzaklardayız.
xxxxxxx
Sünni bir zemine kamp kurmuş siyasal İslamcı otoriter bir yapı ile “devletin bekası” üzerinden hayata bakan “siyasal milliyetçi” bir ortaklığın bölünmesinde çürüyen ve çöken bir tarih kesitinde “Öcalan açılımının” akıbetini bekliyoruz.
Ancak bir yandan da kayyumlar çoğalıyor… Baskı ivmesi artıyor.
Sopa bir yanda ve sabırla beklenen havuç diğer yanda.
“Açılım” sürecinde hukuk, demokrasi, özgürlükler yolunda yeniden yürüyüşün önü mü açılacak yoksa gelecekte siyasi iktidarın iktidardan gitmeme istikametindeki senaryoları mı asıl olacak?
Umutlar, umutsuzluklar, endişeler…
xxxxxxx
İnsanı yok sayarak kutsanan ve dillere pelesenk edilen “devletin bekası” siyaseti, toplumu sadece baskı altında bir fukaralar ordusuna dönüştürmedi, doğanın yok olmasına, yer altı ve yer üstü kaynakların talanının da çıldırmasına yol açtı.
Beka insan olsa…
Beka toplum olsa…
Beka doğa olsa…
Türkiye çok farklı bir noktada olacaktı.
Örneğin, "Türkiye'nin son 50 yılda kaybettiği sulak alanların toplamı neredeyse iki Marmara Denizi büyüklüğüne ulaşmayacaktı".
Yaşamın gıdası olan sulak alanların korunması, devletin ve siyasetin asıl hedefleri arasında bulunacaktı.
Ama öyle olmadı işte… İnsanı ve doğayı hiçe sayan bir anlayışla kuşatıldık.
xxxxxxx
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) bilim danışmanı Dr. Erol Kesici, su krizinin artık hayatın en önemli parçalarından biri olduğunu, temiz ve içilebilir suya erişim, temel yaşam hakkı olmasına rağmen dünyada 1,2 milyar insanın suya erişemediğini hatırlatıyor.
Türkiye, sahip olduğu 135 sulak alanla önemli bir tatlı su potansiyelini barındırıyor.
Ama “beka siyasetinin” amacı bunları korumak olmadığı için bu toplumsal zenginlik sürekli eriyor.
Dr. Kesici şunları söylüyor:
"Ancak hatalı su yönetimi, alan işgalleri, popülizm ve insan baskısı yüzünden sulak alanların neredeyse yarısı kaybedildi.
Seyfe, Kuyucuk ve Meke gölleri tamamen kurudu. Sultansazlığı'nın çok büyük kısmı kurudu. Manyas, Burdur ve Uluabat gölleri, Göksu, Kızılırmak ve Gediz deltaları, Akyatan ve Yumurtalık lagünleri aşırı oranda kuruma, kirlilik ve biyolojik çeşitlilikte azalma sorunları yaşıyor. Kızören Obruğu da aşırı oranda su çekilmesiyle artan kuruma ve yer altı su kaynaklarının tarımsal amaçlı çekilmesi nedeniyle çevresinde yeni obruklar oluştu."
xxxxxxx
“Burdur'da 7, Isparta'da 5, Antalya'da ise 4 sulak alan bulunuyor. Ancak son yıllarda hızla artan tarımsal sulama, çok sayıda sondaj kuyularının açılmasıyla, bu alanları besleyen yeraltı sularının büyük oranda kuruması, madencilik, enerji ve turizm yatırımlarının baskısı ve hatalı tarım uygulamaları ve kirlilik, bölgenin sulak alanlarının önemli bölümünün yok olmasına neden oldu.
Su kaynaklarının hoyratça kullanımına tanıklık eden Antalya'da, yakın zamana kadar sulak alan olan Yamansaz, Boğazkent ve Aksu deltası gibi alanlar Antalya'nın yitirdiği önemli doğa mirasları arasında yer almaktadır.”
xxxxxxx
Sular çekildikçe buharlaşma, kuruma daha hızlı artıyor.
Bitki örtüsü kayıpları kurumaya neden oluyor, hava ve toprak nemsiz kalıyor, suya olan talep giderek büyüyor.
Su yüzey alanımızın kuruması, kurutulması, iklimin değişmesine de yol açıyor.
Özetle insanın ve doğanın yaşaması gittikçe zorlaşıyor.
Ama bu, “beka” sorunu değil.
xxxxxxx
İnsanı yok sayan bir devlet tahayyülü ve o devletin bekası güzellemesi, ülkeyi ve insanını tüketmeye devam ediyor.
İnsanı perişan olmuş bir devlet özetine doğru dört nala koşuyoruz.
Böyle giderse bir damla suya muhtaç olacağız.