Selim İleri, kalabalıklar içinde yalnız
Belki şaşırtıcı değil ama beklenmedik bir kayıp oldu Selim Bey’in ölümü. Dostluklarda büyük bir eksiklik, edebiyat dünyasında derin bir boşluk bıraktı arkasından.
‘Roman karakterleri mi Selim İleri’ye öykünür, Selim İleri mi yarattığı o karakterleri üstünden atamaz, bir türlü bilemem” diye yazmışım 2007 yılında. Yazarlığının 40. yılı için Handan İnci’nin hazırladığı ‘Şimdi Seni Konuşuyorduk’ adlı kitapta yer alan bu yazıya şöyle devam etmişim: “Bir türlü kendisini anlatamayan, yaşamın haksızlıklarını bir türlü içine sindiremeyen, kendini asla olduğu gibi ifade edemeyen kahramanların yazarı. Çatışmaları buhrana dönüşebilen, yalnızlığa yazgılı ve öfkeli kahramanların….”
‘Kalabalıklar içinde yalnız’ başlıklı bu yazının üstünden yaklaşık yirmi yıl geçti, Selim İleri pek çok başka yeni kitap yazdı ama yalnızlığı da etrafındaki kalabalık da aynı oranda büyüdü. Geçmişe, edebiyata ve kaybedilmiş değerlere bağlılığıyla içinde bulunduğu hüznü çoğaltan Selim İleri, geçen yıllar içinde bozulan sağlığına rağmen çevresindeki insanları da çoğaltmayı sürdürdü. Türk edebiyatının büyük yazarlarından biri olarak saygı ve sevgi gördü. Beklenmedik ölümü karşısında edebiyat ve sanat dünyasının hatta kitaplarla ilgili hemen herkesin kapıldığı üzüntü de bizi bunu gösteriyor. Arkasında bu kadar çok hatıra fotoğrafı, anı ve uzaktan da olsa sevgi-saygı bırakarak göçüp gitmek, pek az yazara nasip olur. Selim İleri, ilk gençlik yıllarından itibaren kurup geliştirdiği, çoğaltarak sürdürdüğü dostluklarına bunun için mi emek vermişti, bilmiyorum. Ama onun bambaşka çevrelerden bu kadar çok insana değebilen istisnai bir kişilik olduğunu söyleyebilirim.
Selim İleri’yi 1990’ların sonunda tanıdığımda, eski ve yaşını başını almış bir yazar olduğunu düşünürdüm. Oysa daha 50’lerinde bile değilmiş… Bende bu izlenimi uyandıran kendi gençliğim ve toyluğum kadar Selim Bey’in geçmişle kurduğu sımsıkı bağlardı. Attila İlhan’la mektuplaşmış, Kemal Tahir’in, Leyla Erbil’in, Behçet Necatigil’in, Vedat Günyol’un evlerine girip çıkmış yakınları olmuş, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Edip Cansever’den Cüneyt Arkın, Çolpan İlhan’a kadar 1970’lerin ve hatta daha öncesinin büyük isimleriyle dostluklar kurmuş birisiydi Selim İleri… Sadece dostluklar ve rakı sofraları değildi onun büyük ustalarla olan ilişkisi, onların yazdıklarını, şiirlerini romanlarını da çok iyi bilirdi. Türk ve dünya edebiyatına gerçekten hakimdi. Edebiyat, sanat onun içinde tutkuyla yaşadığı bir dünyaydı ve bunları şaşırtıcı bir dikkatle hafızasına kaydettiğini görürdünüz sohbetlerinde. Selim İleri’nin bir dönem TRT 2’de yaptığı programda her hafta bir saate yakın unutulmaz romanlar, öyküler ve filmler arasında neredeyse ezbere yaptığı gezintiyi hayranlıkla takip ederdim. Sohbet ederken mutlaka unutulmuş bir roman, bilmediğiniz bir tartışma ya da yazar onun dağarcığından çıkıp size yeni bir pencere aralardı.
Ölümünden iki gün sonra K24’te çıkan yazısında Hasan Bülent Kahraman da onun eski metinlere durmadan, yorulmadan dönmesini, bunları hem kendi edebiyatına katmasını hem de antolojiler hazırlamasına işaret ediyor. Yukarıda anlattığım kendinden önceki yazarlara ve edebiyata olan merakını kendi edebiyatının da bir parçası kılmıştı Selim İleri. Belki de daha önemlisi kaleme aldığı yazılar, yaptığı sohbetler ve hazırladığı antolojilerle kendinden önceki ve kendi çağdaşı yazarlara destek olmuş, edebiyata hizmet etmekten hiç geri durmamıştı. Bu özelliğinin de Selim İleri’nin ‘büyük edebiyatçı’ kimliğine önemli bir katkı yaptığını düşünmüşümdür hep.
Ahmet Oktay’ın Selim İleri romancılığı ve romanları üstüne yazdığı kitabı ‘Şeytan Melek ve Soytarı’ 1998’de çıkmıştı. Selim İleri, 2002’de Handan Şenköken’le birlikte ‘Anılar; Issız ve Yağmurlu’ adlı bir söyleşi kitabı yayımlamıştı. O kitapta, Ahmet Oktay’ın kitabından söz ediyor ve kendisini Handan Şenköken’e şöyle özetliyordu: “Bende ve yazdıklarımda şüphesiz melek ve şeytan da vardır. Ama soytarı hep öndedir. Belki bu yüzden, bir yerden, bir yaştan sonra geçmişe dönüp baktığımda ‘Boşuna bir hayat…” diyorum. Kendisi olamamış bir insan. Bazan olmaya yeltenmiş, kıvıramamış. Bazan başkalarını üzmemek için özellikle soytarı olmuş. Bazan Sezai’nin Meşhur Paskal’ının sonunu özlemiş… İroni ya da şeytan bende gelgeçtir. Bir an ışır, genelde hemen tutuklaşır. Gençliğimde belki daha fazla…”
Ahmet Oktay söz konusu kitabının girişinde postmodernizme metinleriyle tepki veren üç romancının adını sayar; bunlar Selim İleri ve onunla neredeyse yaşıt iki romancı Nedim Gürsel ile Orhan Pamuk’tur… Ahmet Oktay’a göre ‘peki ala postmodern anlatı içinde yer alabilecek’ Selim İleri’nin geçmişle alakası ise epey eleştireldir ve meselesi Osmanlı değil Cumhuriyetledir; Cumhuriyet niçin ve neden teklemiştir? Sorusuna yanıt arar. Onun dünyasında ‘bireysel özgürlüğü, dayanışma ve sevgiyi’ dışlayan para ve zenginlik her zaman ‘horlanmıştır.’ Ahmet Oktay, Selim İleri’de paranın ilişkileri yozlaştırıcı etkisine Cemil Şevket Bey romanından örnekler verir, eserlerindeki burjuvazi eleştirisini gösterir. Romanlarındaki merkezi figürlerin hep ‘yenilmişler’ olduğuna işaret eden, cinsiyet ve cinsellik konularının en temel katmanı oluşturduğunu söyleyen, pek çok romanında birinci anlatıcının bir sanatçı kişilik olduğunu tespit eden Ahmet Oktay, İleri'nin romanları kadar kimliğini de inceler, irdeler hatta eleştirir…
Selim İleri kadar üretken bir yazarı, Ahmet Oktay gibi döneminin en etkili eleştirmeninin böyle detaylı ele alması da istisnai bir durum. Onun külliyatına hakim olmak kolay değildi. Ne kadar üretken bir yazar olduğunun kaç kişi farkındadır bilmiyorum. Erken yaşlardan itibaren arka arkaya kitaplar yayımlamış bir kalemdi Selim İleri. Bu yazı için kütüphanemi karıştırdığımda bu kadar çok Selim İleri kitabına sahip olduğuma ben bile şaşırdım. Rafımda kırka yakın roman, deneme ve söyleşi kitabı var Selim İleri imzasını taşıyan. Bende olmayan bir bu kadar kitabının daha olduğunu sanıyorum. Çok üretken bir yazardı Selim İleri. Bunu hem yazmayı bir tutkuyla sevmesine, yazmanın onda bir yaşam biçimi olmasına hem de yazarak geçinen biri olmasına bağlayabiliriz. Romanlar onun en temel üretimiydi. Hep yeni bir roman üstünde düşünür yeni bir, hatta bir kaç kitap üstünde çalışırdı. Nitekim, öldüğü güne kadar bu böyle sürdü. Biliyoruz ki son zamanlarda yeni romanı ‘Sen Diye Biri’ üstüne çalışıyordu editör Ruken Kızıler’le birlikte. (Bu kitap Mart ayında İş Bankası Yayınları’ndan çıkacak.) Bir diğer kitabı da Turgay Kantürk ve Altay Öktem ile hazırladığı, SRC Yayınları’ndan çıkacak olan Sait Faik kitabı; o da yayına hazırlanıyor. Ben de Selim İleri ile ölümünden bir gece önce son dönemde çok gittiği Safa Meyhanesi’nde buluşmuştum. Buluşma sebebimiz Gülriz Sururi’nin anı kitaplarının (Bir An Gelir, Kıldan İnce Kılıçtan Keskince) yeni baskılarıydı. Selim İleri bunlara güzel bir önsöz yazmıştı. Gülriz Hanım’ın manevi kızı Zeynep Miraç, o ve ben bu yeni baskıları kutladık…
Dört yıl önce geçirdiği hastalıktan sonra sağlığı iyice bozulmuş, benim tanıdığım ‘yaşlıymış gibi davranan’ o genç Selim İleri’ye göre epeyce kötüleşmişti. Ama sanki her zamankinden daha sosyal, daha dışa dönük olmuştu. Hemen her gecesini bir dost buluşmasına ayırıyordu. Onu seven dostlarının neredeyse hepsi, garip biçimde ya kısa süre önce onunla buluşmuştu ya da birkaç gün sonrası için randevulaşmıştı… Buluşmalara pandemi döneminde hız verdiği resim çalışmalarından birini hediye getiriyordu çoğunlukla. Hayatının bu dönemini de böyle geçirecek gibiydi. Hastalıklı, yorgun, kırgınlıklarla dolu ama kesinlikle yaşam enerjisi hiç tükenmemiş biriydi Selim İleri. Bu nedenle onun bir gün ansızın göçüp gideceğini hiç beklemiyorduk. Belki şaşırtıcı değil ama beklenmedik bir kayıp oldu Selim Bey’in ölümü. Dostluklarda büyük bir eksiklik, edebiyat dünyasında derin bir boşluk bıraktı arkasından. O, Türk ve dünya edebiyatının hem geçmişi hem bugünüyle ilişkilenen, aydın ve entelektüel kimliklerini de üstünde taşımış o büyük yazarlardan biriydi. Onun kaybıyla birlikte kelimenin tam anlamıyla ‘geçmiş ve bir daha gelmeyecek’ bir şeyleri yitirdiğimizi biliyoruz hepimiz. Sanıyorum ki Türkiye’nin yası en çok da bu nedenledir.