Neler duymuşuzdur ama, ben şimdiye kadar böyle biri cezaevinde diğeri dışarıda iki yazarın böyle bir kitap yazdığını bütün dünyada hiç duymadım.
'Arafta Düet' romanının Selahattin Demirtaş'la birlikte ortak yazarlarından Yiğit Bener, Demirtaş'ın kitaplarını Diyarbakır'da okurlar için imzaladı. Bener, ikilinin ilk yüz yüze görüşmelerinin cezaevinde kitap çıktıktan sonra gerçekleştiğini söyledi.
Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener'in birlikte kaleme aldıkları "Arafta Düet" kitabının imza günü Diyarbakır'ın Sur ilçesinde gerçekleştirildi. Bener ve Başak Demirtaş'ın okurlarla buluştuğu imza günleri altı şehirde devam edecek.
'Arafta Düet'in ortak yazarlarından Yiğit Bener ve Başak Demirtaş, altı ilde Selahattin Demirtaş'ın kitaplarını imzalayacaklar. Yarın Diyarbakır'da başlayacak etkinlik serisi Van, Mardin, İzmir, İstanbul ve Ankara’da da imza günleriyle devam edecek.
Arafta Düet, kurgusu, mizahi üslubu, ters köşe yapan sonu ile, kitabı bitirip kapattığınızda zihninizde devam eden cinsten bir roman. Eksik görünen taşlar sonra yerli yerine oturuyor veya dikkatimiz sonradan geri dönüyor da diyebilirim.
'Arafta Düet'in Selahattin Demirtaş ile ortak yazarlarından Bener'le, romanın yazım sürecini ve metne hakim olan "araf" duygusunu konuştuk. Bener, "Yaşamın ötekinin gözünden nasıl göründüğünü merak etmesem yazmaya kalkışmazdım" dedi.
İktidar sözcüleri ve kimi muhalifler uyarıyor: “Boşuna sevinmeyin, Boğaziçi rektörünün kovulması direnişin zaferi değil, beteri gelecek!” Hay Allah! Adamcağız gitti diye üzülsek mi yoksa?
Mitoloji deyip geçmemeli. Antik Yunan öyküleri birçok açıdan günümüze ışık tutmaya devam ediyor. Örneğin Herakles’in on iki görevi arasında yer alan, Augeas’ın ahırlarının temizlenmesi…
Güzel ifade etmiş Ali Akay: 'Reklamlar ve kamuoyu yoklamalarının yüz yıldır kurmakta olduğu dünyanın içine yerleştik sonunda. Her tarafımızdan reklamlarla kaplıyız.' İllallah vallahi!
Biden’in 1915’te olanlara 'soykırım' demesi, tüm siyasileri (HDP hariç) enikonu öfkelendirdi: Bu niteleme 'tarihimize leke sürmek' ve 'ecdadımızın anısına hakaret etmek'miş. Sahi mi? Neden?
Bosna’nın Sırp Generali 84 yaşında vefat etmiş. Hayır, o malum katillerden söz etmiyorum. Onlar için üzülmezdim, ama Jovan Divjak için üzüldüm. Asker olamayacak kadar iyi bir insandı.
Antiemperyalistler 'kafalarını çalıştırmayı' öğrenmek zorundadır.
Bu bungun gündemde edebiyata sığınmak insana iyi gelebilir. Bambaşka bir yaratıcılıkta zengin bir eser keşfetmek isteyen okurlar için bir yazar ismi önermemi ister miydiniz?
'Mutlak kötülükle' amansız bir mücadeleye girişen muhalifler, kendi aralarındaki sorunları iktidarın zifir diliyle çözebilirler mi? Bu sorunun yanıtını eski bir yazıda bulabilir miyiz?
Oh! Oh! Melun sözleşme kaldırıldı. Artık kadınlara doyasıya şiddet uygulamak ve gökkuşağının her harfini kazımak serbest. Müjdeler olsun yurdumun erkeğine! Yerli ve milli kutsal ailemize…
İnsan yalnızca kendisininkine benzer bir özgeçmişe ve aynı toplumsal kimliğe sahip olanları mı anlayabilir? Sadece onların dertlerine mi tercüman olabilir? Çevirinin ten rengi nedir?
Katışıksız kötülükten besleniyorlar, düşmanlık üretmeden ve nefret kusmadan rahat edemiyorlar. Bu kuşkusuz hastalıklı bir ruh halinin dışavurumu. Ama aynı zamanda bir insanlık suçu!
Can çekişen çürümüş bir baskı rejiminin sonunun gelmesini beklemek hiç de kolay değil. Çok yorucu, çok yıpratıcı. Sanki bu çile hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Oysa… Er ya da geç…
Bir 'Açık Mektup' da bu sefer yazarımız Yiğit Bener’den, aşağı bakmayı reddederek direnen genç Ablalarına, Abilerine…
İktidar dili zifirdir, dışlayıcı ve suçlayıcıdır, içinde hep bir kırbaç barındırır. Gelgelelim, olağan baskı dönemlerinde bile bunun bir ölçüsü vardır. Ölçüsüzlük hayra alamet değildir.
Hayır hayır, Zat-ı Yetkilüm’ü yanlış anladınız. Olur mu hiç? Asla. Koskoca Zat-ı Yetkilüm! XXI. Yüzyılda… Hem de bizim ülkemizde? Gökkuşağının renklerine… Düşman? Yok daha neler! Haşa.
Zorba iktidarların ve veri hırsızı şirketlerin ne mal oldukları malum. Onlardan medet uman mı var? Asıl soru şu olamaz mı: Biz çağın gereklerine uygun şekilde örgütlenebiliyor muyuz?
Gezi üzerine konuşurken, insanların bu hareketin bir işe yaramadığını düşündüğünü söylemem üzerine “Kazandınız,” demişti Harvey, 'alışveriş merkezini inşa edemediler!'
Yazarların hep sıra dışı ya da çok derin şeyler yazmaları bekleniyor. İnsaf! Onların da insan olduklarını unutmayalım: Yazar beşer şaşar, bazen de sıradan bir gününü yazamaz mı?
'Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır.' demiş üstat Reşat Nuri Güntekin… Yalan tüm iktidarların fıtratında vardır. Ama arsızlık bambaşkadır.
Yılbaşı’nın kutlanmasını yasakladılar yerkürede. Evlerde bile. Salgın bahane, yasaklar şahane. Marazdan medet umuyor iktidarlar. Eğlenmek de yasak! Onlar, serpilip giden yaşama düşman.
Edebiyat dünyamızda ortalık yine toz duman. Bu seferki kutuplaşmanın konusu taciz değil, edebiyatımızın ismi: Türk edebiyatı mı diyeceğiz, Türkçe edebiyat mı… Yoksa 'imdat' mı?
Tacizcilerle “hemcins” olmak nasıl bir duygu? Cinsiyetimizin ve cinselliğimizin hep tacizle, şiddetle anılması, ilkellikle damgalanması? Sahi, biz erkekler… Bu muyuz? Neden? Yok mu çaresi?
Her doğru bilgi/olgu, haber değeri taşımaz. Haberin içeriği kadar zamanlaması, konumlanması, büyük resim içindeki işlevi önemli. Gazetecilik, ince ve meşakkatli bir uğraş vesselam.
'Gündem zehirlenmesinin' etkilerinden arınarak daha edebi konulara dönebilmek için yazılarıma bir süre ara vermiştim. Ama toksik siyasetten kaçarken edebi gündemin kirliliğine yakalandım!
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.