Yiğit Bener
Malum virüsle yaşamak
Merhaba. Şu yeni maskelere bakmaya gelmiştim… Hani sürekli reklam klipleri dönüyor ya şu aralar… Neydi adı? Hah, tamam… "Golden Block…" Pek havalı. Evet evet… Bu. Alıp bakabilir miyim? Mersi. Hmm… Bayağı hafifmiş. Ben sanmıştım ki… Öyle mi?
Çok özel bir malzeme desenize… O çok övülen bir önceki model… Evet… Hani tuhaf bir adı olan… Neydi? Hah, o dediğiniz… O bu kadar hafif değildi. Doğru… İşe yarıyordu yaramasına ama… Bayağı ağır sayılırdı! Öyle… Bir süre sonra yoruyor insanı… Bütün gün suratınızda… Tabii tabii… Ama bakın bu iyiymiş…
Peki özellikleri de tam anlatıldığı gibi mi gerçekten? "Kesin" diyorsunuz. Sıfır tolerans. Vay canına! Helal olsun… Çünkü o ötekisinde %1 ya da %2 kaçak olabilir diyorlardı… Gerçi, hakkını yemeyelim… Gayet iyi korudu bunca zaman… Ama insan yine de tedirgin oluyor… Bunda hiç sorun yok demek… Öyle mi?
Pardon? Nerede yapılmış o araştırmalar? Haa… Hem de en feci mutasyonun en yoğun olduğu o ülkede demek. Ooo. İyiymiş bayağı. Peki nasıl oluyor bu? Demek öyle. Altın tozu yaratıyor bütün farkı, öyle mi? Tevekkeli değil kuyumcuda satılıyor mübarek! Biz de sanmıştık ki…
Yani… "Altın tozu" ve kuyumcu deyince… Sanmıştık ki… Yani altın meselesi "şıklık" olsun diye mi acaba… Yok yok, haklısınız. Çok saçma olurdu. Gereksiz maliyet… Üstelik evet, biz de yadırgamıştık… Yani… Ne oluyoruz böyle! Değil mi efendim? Sonradan görme yeni zenginler gibi!
Doğru, bir zamanlar da altın kaplama dişler varmış… Rüküş ötesi. Avam görgüsüzlüğü! Haklısınız öylesi hiç bize göre değil. Sağ olun, teveccühünüz… Biz zaten ailecek… Yok tabii, bizim gösterişe ihtiyacımız yok. Rahmetli peder derdi ki hep…
Gerçi… Şu da var… Şirkette bütün gün maske takıyoruz mecburen… Değil mi? E tabii, insanlar bize bakınca tam suratımızın ortasında ilk bunu görüyorlar. Artık maske bir ikinci derimiz oldu. Yüzümüzün alametifarikası… Kimliğimizin aynası… Çok haklısınız… E tabii… O zaman bari oldu olacak biraz kalitelisi olsun, şık dursun, değil mi? Klasımızı yansıtsın. Doğru… Lafı ağzımdan aldınız… Yok, rica ederim…
İsabet buyurdunuz: Günümüzde altın kol düğmesi ya da elmas kravat iğnesi mi daha çok dikkat çekiyor yoksa… Öyle tabii. Yaa… O da var. Gerçi o saatlerin çakmasını da yapıyorlar artık, herkesin bileğinde. Takmıyorum artık benimkini! Onun yerine yelek cebimde pederin… Aaa tabii… Bakın, gördünüz mü, bilen biliyor! Bunun çakması olmaz işte!
Neyse. Konumuza dönersek, maske deyip geçemeyiz artık. "Pırlanta kakmalısı geldi" deseniz, bir koşu gelip onu da alacağız kuşkusuz. E öyle, elit olmak kolay değil. Herkes alamaz. Bir farkımız olsun bir zahmet! Sağ olun. Çok naziksiniz. Ama diyorsunuz ki altın tozunun ayrıca bir de virüs öldürücü etkisi… Allah Allah!
Yani gerçekten etkili diyorsunuz, öyle mi? Kanıtlandı demek. Vay. Demek altın tozu… Bayağı nötralize ediyor yani virüsü… Vay canına! Kimyasal reaksiyon ha? Tabii tabii… Şeylasyon… Evet evet. Okumuştuk lisede.
Pandeminin ilk yıllarında bunlar bilinmiyordu… Doğru. Ne saçma önlemler önermişlerdi… Ya… Hatırlıyorum tabii. Sabun… Aşı falan… Ha ha… Hepimiz bir koşu… Bir de birbirimize girmiştik… Çin mi Rus mu Alman mı olacağız diye! Yaa… Cehalet işte… E doktorlar da ne bilsin tabii. Yepyeni bir virüs! Uzaylı gibi! Hâlâ da bilinmiyor. Doğru, belki uzaylıdır da gerçekten, kim bilir?
Ama diyorsunuz ki bu maskeler… Yüzde yüz? Aman aman… Pek iyi… Zaten artık bir şeyler de biraz işe yarasın, değil mi… İllallah dedirtti! Kaç yıl oldu yahu? Oldu mu o kadar? Beşinci yıla girdik demek. Dile kolay! Öyle ya… Bizim rahmetli de o yıl… Eksik olmayın. Cümlemizin… Zor, çok zor.
Gerçi, alıştık. Bununla beraber yaşayacağız artık. Tıpkı nezle gibi, grip gibi, kanser ya da AİDS gibi… Yaa, ne ilginç değil mi? Hayat! Eskiden babalarımız şey yaparken bizim gibi plastik kılıf mı takıyorlardı… Değil mi? Güzel günlermiş… HİV çıktı mertlik bozuldu!
E bu da öyle, doğru… Ha şeyinize plastik kılıf ha yüzünüze maske… Aaa, evet, evet, çok haklısınız… Onun da altın tozlusu çıkmıştı, hatırladım şimdi…
Üstelik doğru, maskeyi bütün gün… Hem de günde birkaç kez değişire değiştire… Yaa, sormayın! Şirkette verim de düşüyor elbette, düşmez mi? Tak çıkart… Saat tut… Ama ben asistanımı görevlendirdim, o hatırlatıyor iki saatte bir. Sanki kızcağızın başka işi yokmuş gibi! Aksıyor haliyle… Ama her şeyi de ben düşünemem ya!
O açıdan sizin bu yeni maskeler bayağı iyi oldu! Demek bütün gün hiç çıkarmasak da oluyor. Hatta birkaç gün mü? Ne diyorsunuz! Yaa… Vay canına. Kaç gün dediniz? Üç. Pek güzel… Azamisi mi bu yoksa…? Ha iyi… Çok mecbur kalırsak beş güne kadar… Ama "riskli" diyorsunuz…
Pardon, ne zaman? Altı ay sonra belli olacak demek. Yeni araştırmalar tamamlanınca. Anladım. Peki. Olumlu çıkarsa? Ha, o zaman beş gün aralıksız takabileceğiz. Yani hafta bir tane almak yetecek. İnşallah. Hadi bakalım… Güzel. Pek güzel.
Başka modelleri var mı? Yani renk açısından sormuştum… Yok mu? Ha elbette. Çok haklısınız. Aklım neredeydi… Altın tozu olunca. Doğru… Kuşkusuz. Tabii tabii… Estetik önemli ama asıl etkili olması… Kuşkusuz…
Bilmez miyim? Sizin firmanız daima… Ooo tabii… Kaç yıllık müşterisiyiz. Plastik kılıfları da hep sizden… Yaa. Elbette. Ne demiş İngiliz? Ucuz mal alacak kadar zengin değilim… Ha ha… Çok haklısınız.
Fiyat demişken, ne kadardı bu…? Ne? Tanesi mi? Yaaa... Hadi canım! Vay canına. Demek… Yani… Tabii… Can bu… Haklısınız… Paha biçilmez… Kuşkusuz… Ama yani… Bu da… Şeymiş biraz…
Bir hesaplayalım: Üç gün gider diyorsunuz, yani mecburen haftada ikiden… Ayda… Eee… Yani… Az değil tabii!
Ama araştırma çıkınca haftada bire iner diyorsunuz… Doğru doğru… O zaman daha makul olacak… Tabii. Peki.
Efendim? Eh ne yapalım. Alacağız tabii, kaçınılmaz olarak… Eee… O zaman şey… Şimdilik bir tane alayım. Denemek için… Olur a… Sonrasında alerji falan… Ha, asla yapmaz diyorsunuz.
Hmmm… Altın yapmaz tabii, doğru… Haklısınız. Olursa da zaten iade kabul ediyorsunuz demek. Çok iyi… Çok iyi… E elbette… Köklü marka olunca… Müşteri memnuniyeti… Tabii tabii… Sağ olun…
Hediye paketi? Yok, gerekmez. Kendime alıyorum. Hele ben bir deneyeyim, sonra hanım için de düşünürüz. O aslında eski model maskeleri de bayağı seviyor, renk meselesi önemli onun için. Bluzuyla uyum açısından… Tabii. Zaten bütün gün evde olunca… Ne gerek var, değil mi? Doğru… Milli servet… Bu da zaten bir servet… Ha ha… Şaka şaka… Nedir ki!
Kredi çipi kabul ediyorsunuz, değil mi? Temassız? Var var… Olmaz mı? Öylesini taktırdık. Hayatımız toptan temassız oldu! Beyin çipimiz bile… Artık hiçbir şeyi beynimizle temas dahi ettirmeden… Kafa tokuşturup…
* * *
Neyse ki tam bu noktada kan ter içinde de olsa uyandım. Hay ben böyle kâbusun!
Eğer bir yerlerde bu işlere bakan biri varsa gerçekten, yazdıysa bozsun! Neredeyse bir yıldır eve tıkılan hiçbir yazara böyle kâbuslar gördürmesin… Böyle öyküler yazmak zorunda bırakmasın!
Yazar dediysek, biz de insanız yahu, insaf!