Baskın Oran
Çok sıradışı ve özgün bir roman
Adı, Arafta Düet. Düet iki sanatçının/müzisyenin ortak yapımı ya, Araf da cennet ile cehennem arasındaki geçiş bölgesi.
Araf’a takılmadan yürürsek, bu düet iki kişinin yaşadıkları çok çelişkili şeyleri sırayla anlatmaları üzerine kurulmuş: Ayvaz ve Sinan. Aynı kuşaktan, ama birbirleriyle “husumetli” iki emekli.
***
Ayvaz Dere, emekli bir tümgeneral. 12 Eylül dönemi Mamak Cezaevindeki işkenceciliğiyle tanınmış. Muhtemelen 12 Eylül’ün “yobazları” başımıza dolayan rezil politikaları sonucu hayal kırıklığına uğruyor ve eşini de kaybettikten sonra hayatını “huzur içinde ölmek için son mekanı olarak planla”dığı, Anamur-Silifke yolunda 21 m2’lik bir bungalovda inzivaya çekiliyor. Telefonu, interneti, radyosu, televizyonu yok. Sadece elektrikli bir moped, bir yatak, iki sandalye, bir masa.
Sinan Çağlayan Ankaralı bir emekli, eski tüfeklerden, kendisini pısırık gören ve sonunda da boşayan eşinden olan oğluyla ilişkisi tamamen kopmasın diye, annesi öldükten sonra İzmir’e göçmüş, efendiden (ve biraz deprese) bir avukat. Silahlı mücadeleye yabancı; KHK’yle atılan akademisyen gençlerin davalarına filan bakıyor. Solcu bir gençken, askerî cezaevinde Teğmen Ayvaz tarafından tokatlanmış; kendisi iyi hatırlıyor ama Ayvaz ancak şöyle böyle anımsıyor.
***
Nasıl karşılaşıyorlar?
Ayvaz’ın bungalovunun hemen üstünden geçen asfalt yolda sabahın köründe gümbürtü kopuyor, bir araba virajı alamayıp takla atıyor. İçinden iki genç sağ kurtuluyor; arabayı süren bir Kürt kızı ve bir de yanındaki oğlan.
Arabadaki oğlan, kazayı eski eşinden öğrenir öğrenmez hemen iki arkadaşını alıp kaza mahalline ulaşan Sinan’ın oğlu çıkıyor; öyle karşılaşıyorlar.
***
Kız ile oğlan yakınlarda “kamp kurmaya” gidiyor imişler. Gittikleri yer, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı yanında. Kısa kesiyorum, oğlanı alıp mopediyle kampa götürmeye çalışan Ayvaz dahil hepsi jandarma tarafından gözaltına alınıyorlar santral inşaatında bir patlama vukua gelince. Sonra Ayvaz’ın yüzü suyu hürmetine salıveriliyorlar.
***
Bu olaydan sonra kitap, Ayvaz ile Sinan’ın önce fena halde ve uzun uzun didişmeleri, epey sonra da birbirlerine suhuletle, anlayışla yaklaşmaları gibi olağanüstü bir süreçle ilerliyor.
Sinan ve arkadaşları gittikten sonra Ayvaz son anda, “istihbarat”ın bungalova yaptığı baskında yere yatırılıp gözaltına alınıyor.
Ve 155 sayfalık kitap beklenmedik bir anda ve edebiyat açısından non climactic (zirvemsi bir sonuca varmayan) sayılabilecek, ama kendi başına çok özgün bir zirve oluşturan bir biçimde sona eriyor:
“Avukatımı istiyorum, adı cebimdeki kartvizitte!”
Kartvizit kimin çıkıyor, yazmak anlamsız.
***
Kitabın sıradışılığı ve özgünlüğü, bu ilginç kurgunun yanı sıra, birbiriyle daha önce hiç temas etmemiş, biri “dışarıda” diğeri “içeride” iki kişi tarafından yazılmış olmasından geliyor.
Dışarıda olan, tanınmış yazar ve çevirmen Yiğit Bener. Yazar ve müzisyen bir aileden geliyor.
Diğeri, şu anda toplam 42 yıla mahkum edilmiş, 2016’dan beri içerde tutulduğu süre zarfında bu kitaptan önce Dipnot Yayınları'nda çıkan ve hepsini okuduğum 5 eser (Seher, Devran, Leylan, Efsun, Dad) yayımlamış, Edirne cezaevine taa Diyarbakır’dan gelip giden eşiyle görüşmesine zaman zaman engel çıkartılan, avukat, gerçekten dirayetli ve esprili Kürt lider Selahattin Demirtaş.
Erdoğan’a “Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız” dediği için cumhurbaşkanının kendisine “taktığı” söylenegelir.
***
Bu acayip düet mensuplarının birbirleriyle bütün temasları mektuplaşmalar yoluyla olmuş; tabii ki cezaevi yönetiminin denetiminde yapılan. Nasıl oluyorsa.
Hangisinin Ayvaz’ı hangisinin Sinan’ı yazdıkları belli değil, söylemiyorlar; ben de çözemedim. Ama düet mensuplarından birinin kendini Ayvaz’ın diğerinin de Sinan’ın yerine koyarak yazdığını düşünüyorum. Çünkü bu iki çok farklı kişiliğin çok farklı ve kendi içlerinde tutarlı yaklaşımları var aynı olaya.
***
1 kitabı birisi “içeride” olan 2 kişinin yazması nasıl oluyor bilmiyorum çünkü Kürt meselesinden tutuklanan bir komşuma ilk baskısı 1991’de yapılmış “Nerede O Eski Mahpushaneler” adlı anı kitabımı yolladım oğlu vasıtasıyla Sincan Cezaevi'ne, yaklaşık 6 ay oldu, henüz eline ulaşmamış olduğunu öğrenmiş bulunuyorum.
***
Velhasılıkelam, neler duymuşuzdur ama, ben şimdiye kadar böyle bir süreçle böyle bir kitap yazıldığını bütün dünyada hiç duymadım.
Belki de sadece yazarların değil, cennet vatanımızın da epey özel oluşundandır.
İkisine de, ama özellikle “içerdeki”ne helal olsun.
Fotoğraf: Refik Tekin
Baskın Oran kimdir?
1945 İzmir. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Genelkurmay başkanına (2009), cumhurbaşkanına (2017) ve içişleri bakanına (2018) davalar açtı ve kaybetti. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/).