Bilmezden gelme meselesine dair
Zupancic, "Biliyorum ama yine de…” kitabında, karşılaştığımız kötücül durumlar, öğrendiğimiz sarsıcı bilgiler karşısında, farkına vararak veya varmayarak geliştirdiğimiz bilmezden gelme davranışının altında yatan nedenleri araştırıyor, bu durumun bireysel ve toplumsal hayattaki etkilerini açıklıyor.
Merve KÜÇÜKSARP
Slovenya doğumlu, felsefeci ve sosyal teorisyen Alenka Zupancic’in kaleme aldığı “Biliyorum ama yine de…” Barış Engin Aksoy’un çevirisi ile Metis Yayınları tarafından yayımlandı.
Daha önce ‘Neden Psikanaliz’ (2011), ‘Komedi: Sonsuzun Fiziği’ (2011), ‘Cinsellik Nedir?’ (2018) gibi kitapları Türkçeye çevrilen Zupancic, bu eserinde, günümüzde kimi sarsıcı, sıra dışı olayları bilmezden gelme itkimizle nasıl sıradanlaştırdığımızı, zamanla her türlü olguyu nasıl kanıksadığımızı anlatıyor. Zupancic aynı zamanda komplo teorilerindeki fahiş artışın bilmezden gelme ve kanıksama kültürüne yaptığı etkilere de değiniyor.
Bugün her birimizin kişisel katkısıyla bir bilmezden gelme davranış kültürü, toplumsal, sosyal ve siyasal hayatımıza sirayet eder. Kitap bu duruma neyin sebep olduğunu sorusunun izinden gider. Öncelikle Zupancic, bilmezden gelme durumunun reddetmeden farklı olduğunun altını çizer. Keza bilmezden gelme, olguları reddetmek yerine onları kabul ederek, farklı bir yordam takip eder. Bu yordam ise kişinin hayatını değiştirmeden, herhangi bir eyleme yeltenmeden, bilmemenin huzuru ile yoluna devam etmesidir.
Diğer yandan bilmezden gelme hali inkara da benzemez. Gerçeğin sarsıcı boyutlarından kaçma durumu için inkardan daha tesirli bir ruh haletidir. Bilmezden gelmede bir uyanış vardır mutlaka. Bilgiyle birlikte gelen bir farkındalık vardır. Ancak sonrasında kanıksama fazına demir atar zihnimiz. Bilhassa siyasi krizlerde, pek çok mevzuyu çabucak bilmezden gelmeye teşneyizdir. Hatta öğrendiğimiz an, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündüğümüz o bilgiyi bir noktadan sonra handiyse bilmezden gelmeye başlarız. Belki de tam da bu yüzden, konfor alanımızı terk etmemek, o eski meşhur söylencedeki gibi cennet bahçesinden kovulmamak için gireriz bu rüya sekansına… Bütün o bilme durumunun etrafını saran fırtına ve vaveylaya rağmen rüya görmeye devam ederiz.
Kitapta üzerinde sık sık durulan bir mesele de iklim krizidir. Malum günümüzün önemli bir sorunu ve bu konunun ciddiyetinin herkes farkında, öyle ki son on yıldır bu konuda konferanslar düzenleniyor, kitaplar yazılıyor, bilim insanları söylevler veriyorlar. Dahası büyük fırtınalar, depremler ve yangınların tam ortasındayız, konunun ciddiyetini her an soluyoruz ama bir yandan da hayatımızın değişmeyeceğine dair iyimserlik yaşıyoruz. Zira gerçekten de sahip olduğumuz bilgilere içsel olarak itibar etmiyoruz. Onları bilmezden geliyoruz. Gerçekliğimizi değiştirmesini istemiyoruz.
Ancak Zupancic, inkarın bilmezden gelmeden farklı olduğunu çeşitli örnekler eşliğinde anlatsa da, bu iki kavramın birbiriyle kimi zaman bağlantılı olabileceğini de iklim krizi ile örnekler. İklim krizi meselesinde iklim krizini inkar etmenin kapitalizmin yıkıcı sonuçlarını bilmezden gelmenin bir tezahürü olduğunu belirtir.
BİLMEZDEN GELMENİN BASTIRMADAN FARKI
Zupancic, bir şeyi bastırmanın nasıl bir durum olduğuna, hatta bilmezden gelme ile bir şeyi bastırmanın arasındaki farklara da değinir:
“Bastırmada iki boyut ya da düzey söz konusudur, bir tarafta gerçeklik, diğer tarafta gerçekliğimizden ‘bastırılanın’ var olduğu düzey: Bastırılan şey gerçekliğin parçası olmaktan çıkar. Bilmezden gelme ise tek boyutludur; bilmezden gelinen şey gerçeklikten kaybolmaz: Halen orada, aynı düzeydedir, gerçekliğimizin parçasıdır. Yani bilmezden gelme bir şeyin ortadan kaybolmasına yol açmaz; o şeyin doğasını ve anlamını değiştirir, etkiler. “
Bilmezden gelmenin bir sebebi hali hazırdaki gerçekliğimizi değiştirmesini istemeyişimizdir. Ancak Zupancic burada, hayatımıza, zihnimize giren o yeni şeyin, gerçekliğimize dair olmadığına, dışımızda bir yerde olduğuna dair uyarıda bulunur. Keza bastırma durumunda da aynısı geçerlidir. Ancak bastırma o şeyi, gerçekliğimizin dışına atıp sıra dışı karakterine dokunmazken, bilmezden gelme o şeyi kısa zamanda gerçekliğin bir parçası olarak kabul eder, bir yandan da karakterini değiştirir.
Bilmezden gelme ezber bozan bir olguyu, sıradan bir olguya dönüştürür. Bilmezden gelme, olgunun ortalıkta fazlaca bulunduğu zamanlarda daha da başvurulan bir davranış kültürüdür zira bu noktada olguyu ortadan kaldırma gibi bir durum yoktur. Olan olgu sonrası dünyada gerçeğin ağırlığının azalması, en kötü olayın bile bir zaman sonra bizi etkilemeyi bırakmasıdır. Bilmezden gelmenin sonucunda oyun bilgi alanında kalır, hakkında sükûnetle ve sakinlikle konuşabilir, inkar etmeden ona doğrudan bakabiliriz. Ancak onun etkisi, yani gerçekliği artık çoktan yozlaşmıştır.
Bilgi, anlamından yoksundur artık. Hele hele günümüzde basın yayın organlarında, sosyal medyada toplumsal ve siyasal konjonktür üzerine kötü ihtimaller, felaket tellallığı bu denli artmışken, duyduklarımız, okuduklarımız bizi gitgide daha az etkilemeye başlar. İşte bilmezden gelme durumu felaket senaryoları ve komplo teorilerinin havada uçuştuğu bir dünyada kendini daha fazla gösterir.
Felaket tellallığının ve kıyamet senaryolarının kitapta yer verilen bir özelliği ise, gözümüzde abartılı bir fantezi olarak görülmeleri, kimi zaman gerçek bilgiyi de bu fantezi dünyasına ekleyerek, bilginin bize dokunmayacağı bir tür sahne yaratmalarıdır.
Zupanic, kimi zaman bilmezden gelme durumunun, “deja vu” hissiyle birlikte ortaya çıkışından da bahseder. Keza bir olay olduğunda, onun mahiyetini değerlendirirken, daha önce böyle veya buna benzer pek çok olay gördüğümüzü düşünür, “Biz daha önce de gördük bunları” diye içimizden geçirir, bilgiyi veya olguyu görmezden geliriz. Hatta kimi zaman hafızamızda farkına varmaksızın sahte hatıralar üretiriz, bu hissi yaratmak için. Sahte hatıra böylece bizi yadırgatabilecek şeyin nazarımızda sıradan olmasını sağlar. Zupanic, “Ben bunu daha önce görmüştüm”ün günümüzde sıkça rastlanan bir toplumsal hal olduğunun da altını çizer.
Sosyal bilimci Alenka Zupancic, kaleme aldığı ‘Biliyorum ama yine de…” isimli eserde karşılaştığımız kötücül durumlar, öğrendiğimiz sarsıcı bilgiler karşısında, farkına vararak veya varmayarak geliştirdiğimiz bilmezden gelme davranış kültürünün altında yatan nedenleri araştırıyor ve bu durumun bireysel ve toplumsal hayattaki etkilerini açıklıyor.