Bir kadının özgürleşme serüveni

Bir kadının özgürleşme serüveni
Edouard Louis, ‘Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri’ isimli eserinde, kendi anılarından ve çocukluk travmalarından yola çıkarak her birimize çok tanıdık gelen, hangi sınıftan olursak olalım, şahit olduğumuz veya maruz kaldığımız bir hayatı anlatıyor.

Merve KÜÇÜKSARP


Fransız yazar ve çevirmen Edouard Louis’nin kaleme aldığı “Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri” isimli roman Ayberk Erkay’ın çevirisi ile Can Yayınları tarafından yayımlandı. Louis bu yeni romanında, 18 yaşından beri çocuklarına ve evin işlerine bakmakla mükellef olan annesinin yoksunluk ve yoksulluk içinde geçen hayat hikayesini anlatırken, onun zincirlerini kırma serüvenini de mercek altına alıyor. Ataerkil düzenin kadınların yanı sıra eşcinsellerin de üzerinden silindir gibi geçmeye çalışmasını taşlıyor.

Edouard Louis, genç yaşına rağmen (d. 1992) eserlerini kaleme aldığı Fransa’da oldukça sevilen ve hakkında belagatli övgüler yapılan bir yazar. Eserlerinde otobiyografik öğeleri sıklıkla tercih eden Louis, bu romanında da zor geçen çocukluğunun ve marazi aile hayatının otopsisini yapıyor. Feminist bir nitelik taşıyan metin, sosyo ekonomik açıdan alt sınıfa mensup bir kadının ataerkil düzen ile imtihanını ele alıyor.

Dokuz on yaşlarındayken belleğinde iz bırakan anıları kaleme alan anlatıcı -Edouard Louis- eşcinselliğinin farkında olan, etrafının bunu keşfetesinden korku duyan bir çocuktur. Annesine duyduğu güçlü bağlılık ve sevgiye rağmen, ona karşı da kendini saklı tutar, kimliğinin keşfedilmesi endişesiyle, okuldaki etkinliklerden annesini uzak tutmaya çalışır. Louis, küçük bir çocuğun herkesten saklı korkularını, onu yalnızlaştıran ruh haletini dokunaklı bir dille ifşa eder ve homofobi üzerine okuru düşünmeye davet eder:

“Bir erkek nedir? İktidar, kuvvet, öbür oğlanlarla dostluk mu? Bende yoktu bunlar. Cinsel saldırıya uğrama riskinin yokluğu mu? Buna karşı da korunaklı değildim.”

Louis sorunlu bir evde yaşamaktadır. Evde kardeşi ile arasında bir çatışma olduğu gibi anne ve babasının arasındaki ilişki de oldukça kötüdür. Dahası annesinin hem babasıyla evlenmeden önceki, hem de sonraki hikayesi oldukça trajiktir. Annesi bir zamanlar aşçı olmak istediği halde, hayalini gerçekleştiremeden on sekiz yaşındayken hamile kalır, eğitimini yarıda bırakarak evlenir. Kocasıyla birlikte Fransa’nın kuzeyindeki bir köyde yaşamaya başlarlar. İlk kocasından bir çocuğu daha olur. Ancak alkolik bir eşe ve yoksul bir hayata daha fazla dayanamayan annesi, iki çocuğunu yanına alarak kardeşinin yanına sığınır, kocasından ayrılır. Bu sırada başka biriyle tanışır, -yazarın babası olacak- kişi ile evlenir ve Louis’nin yanı sıra bir de –kürtaja yanaşmayan kocasının isteğiyle- ikizleri olur.

Louis’nin annesi bir müddet sonra kendini yine aynı hayatı yaşarken bulur. Alkolik bir koca ve sefalet içinde bir evde sabahtan akşama kadar beş çocuğuna bakarken, ev işlerini yaparken, mutsuz ve perişan bir halde… Annesi için ev hayatı bir tür hapishanedir, bu hapishaneden çıkış yolu bulamamakta, kurtulmayı istemektedir. Bu isteği romanda çeşitli yerlerde kendini gösterir:

“Başka bir yaşama layık olduğundan ve bu yaşamın soyut olarak başka bir yerde, sanal bir dünyada var olduğundan emindi, hemen şuracıkta bir yerdeydi ve yaşamının gerçek dünyada bu yaşama denk gelmesi kazara gerçekleşmişti, o kadar.”

Kocası yüzünden hayatı mahvolan, evliliği ve evi azap verici bir hapishaneye dönüşen yalnızca annesi değildir üstelik. Aynı sınıfa mensup pek çok kadın benzer çileyi çekmektedirler. Bu kadınlar çocuklarının bakımını ve evin işlerini üstlenirken bir de alkolik kocalarının psikolojik veya fiziksel şiddetleri ile de baş etmek zorundadırlar. Louis bu açıdan özgürlüğün ve kadın meselesinin aynı zamanda sınıfsal bir bağlamı olduğuna da işaret eder. Bununla birlikte Louis, Nobel ödüllü yazar Peter Handke'nin 1920li yıllarda yaşayan annesinin günlük rutinine dair şu sözlerini de alıntılayarak kadınların hayatını çalan ve onları hapseden ataerkil geleneğin her dönemde tekrar ettiğini vurgular :

‘’Sofrayı kur, sofrayı kaldır ; ‘Herkes aldı mı ?’ Perdeleri aç, perdeleri kapat ; ışığı aç, ışığı kapat ‘Banyonun ışığını açık bırakmayın’ ; aç, katla ; doldur, boşalt ; prize tak, prizden çıkar, ‘Bugün de bitti.’’’

Annesi Monique kırklı yaşlarının ortalarında babasını terk etme cesaretini bulur. Görünüşünü, ismini değiştirerek Paris’e taşınır ve başka bir adamla ilişkiye yelken açar. Bu kez daha temkinlidir. Aşk uğruna özgürlüğünden taviz vermeye hiç niyetli değildir. Ancak yine de bu adama da bir bağlılık, hatta Louis’in işaret ettiği şekliyle bağımlılık duymaktadır. Anne ve oğlu belirli periyotlarla görüşürler. Yaşananlar geride kalsa da, Louis’nin çocukken yaşadığı travma hâlâ belleğinde tazeliğini korumaya devam eder. Öyle ki, Louis, annesinin davranışlarını anlattığı bir bölümde, yazma edimine yaşadıklarının ağırlığından kurtulmak için, belleğini sağaltmak için sığındığını belirtir:

“Bana bizim aileyle ya da komşularla ilgili bir şeyler anlatıp dururdu ama onu dinlemek istemezdim. Şikayet ederdim: Biraz sus ne olursun! Sıkıntıyı, babamın yaşamı tarafından dayatılan saatler ve günler tekrarını bertaraf etmek için konuştuğunu anlamıyordum, ki kendi yaşamını bir anlatıya dönüştürmek, tıpkı yıllar sonra benim için de geçerli olacağı üzere, varlığının ağırlığına dayanabilmekte bulduğu en iyi yöntemdi.”

Fransa’nun umut vaat eden genç yazarlarından Edouard Louis, ‘Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri’ isimli eserinde, kendi anılarından ve çocukluk travmalarından yola çıkarak aslında her birimize çok tanıdık gelen, hangi sınıftan olursak olalım, şahit olduğumuz veya maruz kaldığımız bir hayatı anlatıyor; ehliyet alma, çalışma, kürtaj olma hatta makyaj yapma hakkı elinden alınan, ev işleri ve çocuk bakımının omuzlarına yüklendiği bir kadının hayatını…

Öne Çıkanlar