2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Altıncı Bölüm: Öğretim Politikaları (2) Orta Öğretim (Liseler)

MEB, eğitimin ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin fikir üretme yeteneğini tamamen kaybetmiş. Bir tür ideolojik iş ve işçi bulma kurumuna dönüşmüş.

Çıkan kısmın özeti: Bu yazı dizisi, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yayınlanan 2023 Eğitim Vizyonu adlı belgenin siyasi bir doktrin bildirgesi olduğunu ifşa ve teşhir girişimi. Eğitimi, özerk yurttaşların ihtiyaç ve talepleri yerine siyasi iktidarın fantastik fikir-zikir dünyasına göre düzenlemeyi hedefleyen bu hamlenin yıkıcılığını mantıksal ve olgusal çözümlemeyle sergileme çabası.

Vizyon kılığına sokulmuş bu metin, bağnaz (özgürlük-karşıtı) ve baskıcı (demokrasi-karşıtı) bir siyasi projenin propaganda duvarlarından biri. Bu duvarda, düşünce ürünü kılığına sokulup akademik terminolojiyle kamufle edilmiş stratejik bir harekât planı asılı. Bu plan, yerli ve milli sloganıyla yürütülen düşmanlaştırma-yalıtma-yok etme politikasını MEB eliyle eğitim sahasına taşıma harekâtı.

Vizyon belgesi, ne hazırlanışı sırasında paydaşlardan görüş aldı ne de yayınlanışından sonra kamuoyundan değerlendirme sordu. Siyasi iktidarın ideolojik programını tek doğru olarak dikte etmeyi bilerek ve isteyerek seçti. Böylesi tepeden inme promosyon malzemeleri politik eleştiri yöntemiyle incelenecek argümanlar taşımaz. Olsa olsa argüman taklidi yapan dogmatik manzumeler barındırır. Metodolojiyi hiçe sayan, bunun yerine faillerin öznel hislerini hakikat yerine koyan bir projenin olası sosyopolitik etkilerine ilişkin öngörülerde bulunmaya kalkışmak, bu hayal dünyasını ciddiye almak olur. Sebep-sonuç bağlantılarına dayanmayan bir zihinsel faaliyet, yol açacağı sonuçlardan önce, bir olgu olarak bu zihinsel faaliyetin kendisini incelemeyi gerektirir. Bu incelemeyle eşlenmemiş bir etki analizi illiyet rabıtalarını saptayamaz. Bu yüzden, dolaşımda tutulduğu sürece bu belgenin akademik bir değerlendirmeye tabi tutulması, bu yanlışa ortak olmak anlamına gelir. En temel felsefi kavramlarla dalga geçen bir propaganda broşürü, akademik değerlendirme niteliğinde bir emek harcanmasını hak etmez de.

Geriye kalan seçenek, hiciv üslubuyla şerh düşmek. Bundan maksat, demokratik mücadelenin gereği olarak, MEB’in taşeronluğunu yaptığı yerli ve milli gölge oyununun perdesini yıkmak, akademik ve teknik terminolojiye gömülmüş hokus-pokus numaralarını açığa çıkarmak, ve bu vizyon hokkabazlığının boyasını sökmek. Yazı serisinin başlığında ‘eleştiri’ kelimesini tutmanın sebebi ise, usulün esastan önce gelme ilkesine uygun bir "kendine gel" çağrısının kapısını açık bırakmak. Hiciv, çünkü, akıl muhatap alınmadığında, yegâne makul ve barışçıl hitaptır.

Eleştiri serisinde şimdiye dek beş bölüm yayınlandı. Başlıklara tıklayarak önceki bölümlere ulaşabilirsiniz.

1 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Birinci Bölüm: Sözün Önü

2 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – İkinci Bölüm: Felsefesi

3 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Üçüncü Bölüm: Temel Politikalar (1)

4 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Dördüncü Bölüm: Temel Politikalar (2) İçerik ve Uygulama"

5 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Beşinci Bölüm: Öğretim Politikaları (1) Okulöncesi ve Temel Eğitim

Bu altıncı bölümde, Orta Öğretim (Lise) öğretim politikalarının eleştirisi yer alıyor.

İzleyen bölümler aşağıdaki başlıklar altında incelenecek.

7 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Yedinci Bölüm: Öğretim Politikaları (3) Özel İhtiyaç Alanları

8 - 2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Sekizinci Bölüm: Genel Değerlendirme

Orta Öğretim (Liseler)

Anlaşılan o ki eğitimde basamak yükseldikçe Milli Eğitim Bakanlığı’nın eli ayağına daha çok dolaşıyor. Okulöncesi ve ilköğretim kademelerinde ideolojik beyin yıkama faaliyetleriyle kaynaşık bir müfredat sayesinde maslahatı iyi kötü idare edebiliyordu. Lise düzeyinde ise, ideolojik kasnağı elinden bırakmadan, müfredat faslını ihaleye çıkarıyor. Eğitim işini, işi eğitim olmayan kişi ve kurumların üstüne yıkmaya girişiyor. Fen ve sosyal bilimler liselerini hangi üniversitede kime denk gelirse ona, imam-hatip okullarını ilahiyat fakültelerine, mesleki ve teknik eğitim okullarını hizmet ve imalat sektörlerine havale ederek asli görevlerine vekil tayin ediyor. MEB, eğitimin ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin fikir üretme yeteneğini tamamen kaybetmiş. Bir tür ideolojik iş ve işçi bulma kurumuna dönüşmüş. Öğrencilere dünyayı açıklamak ve insanlık hallerini tanıtmakla ilgili taslaklar ve önerilerle uğraşacağına, çalışma hayatının kapısında nasıl kuyruğa gireceklerini gösteriyor. Perişan bir kurum. Kendisinden umudu olanlara perişanlıktan başka hiçbir şey vaat etmiyor.

Eğitim dairesini fason malzemeyle çalıştıran MEB idaresi, elde edeceği kârı güzelce tarif ediyor: "Bilimsel becerilere sahip bireylerden oluşan toplumlar, diğerlerine göre belirgin bir güce sahiptir. Ülkemizin de böylesine bir güce sahip olması, özellikle ortaöğretim düzeyinde yapacağı öğretim tasarımıyla yakından ilişkilidir." (sf. 92) Bu tarif, bu ülkenin kendi insanını nesneleştirme tariflerinden biridir kuşkusuz. Devlet insana değil, insan devlete hizmet etsin anlayışının bir kez de MEB tarafından onaylanmasıdır. Bu tariften sonra söylenecek her söz, MEB adlı bu ideolojik aygıtın teknik ayrıntılarına dairdir. Fakat bu ayrıntılar incelikle şerh edilmelidir ki MEB "yok, ben öyle demek istemedim" diyemesin. Açıksözlü olamayan bir eğitim dairesi ağzını açamasın.

Eğitimin ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin fikir üretemeyen MEB, kendisinden dünyaya, insanlığa, yaşadığımız çağa, ve geleceğe hayrı dokunacak bir anlayış, bir bakış açısı beklenemeyeceğini defalarca beyan ediyor. Dünyanın değişimi karşısında uğradığı baş dönmesi, göz kararması, ve oryantasyon kaybına rağmen bu çarka atlamakla kalmayıp çarkı çevirenlerden biri olmayı hayal edebiliyor: "Ortaöğretimin, değişen dünyanın gerektirdiği becerileri sağlaması ve bir aşamada değişimin aktörü̈ olacak öğrenciler yetiştirmesi için, yapısal ve bütüncül bir dönüşüme gereksinim duyulmaktadır." (sf. 92) Genelgeçer bir hedef olarak zararsız, hatta yararlı görünüyor. Oysa bunu nasıl yapacağına baktığımızda kafa karışıklığından başka bir şey görmüyoruz: "Bu değişim ve dönüşüme surecinde ortaöğretim sistemi sonuç̧ değil süreç̧ odaklı, akademik becerilerle birlikte diğer gelişim alanlarını da dikkate alan, bireysel farklılıklara duyarlı, teknolojinin doğru ve etkin olarak kullanıldığı, çevresine ve öğrencilerine değer katan bir yapıya kavuşturulacaktır." (sf. 92)

MEB bu nitelikleri öğrenciye kazandırmaktan değil, sisteme kazandırmaktan bahsediyor. "MEB sistemle kafayı bozmuş;" diye üslubumuzu bozsak hakkımızdır. Sanıyor ki böyle bir sistem kurulabilir. Eğitim olgusunu, emir-komuta zinciriyle hareket ettirilen bir robot, bir köle, bir kukla gibi görüyor. "Süreç odaklı ol" diyeceksin, hemen sonuçla ilgilenmeyi bırakıp süreç analizine girişecek. "Akademik becerilerle birlikte diğer gelişim alanlarını da dikkate al" dediğinde derhal sanata, spora, serbest zaman faaliyetlerine fırsat yaratacak. "Bireysel farklılıklara duyarlı ol" yönergesini alır almaz tek tipçi kalıplarını parçalayıp yerine yaşayarak öğrenme bahçeleri ve deneme-yanılma odaları kuracak. "Teknolojiyi doğru ve etkin kullan" emrini duyar duymaz elinin altında yarım kırık ne kadar alet-edevat varsa ortaya yığıp (sosyal medya ve oyundan da cayıp) fezayı keşfe çıkacak. "Çevrene ve öğrencilere değer katan bir yapıya kavuş" fermanını aldığında ise o güne dek işlediği cümle nobranlıklardan nedamet getirip şefkat ufuklarında sağgörüye erecek.

Öğrenciye nitelik kazandırmaktan nasıl kaçacağını bilemeyen MEB, bunun yerine niteliksiz öğrenci yetiştirme ve gütme sistemi yerleştirmeye çalışıyor. Bu hedefe uygun düzenlemelere 2023 Vizyon Belgesi’nin hemen her bölümünde rastlıyoruz. Okulöncesi ve temel eğitim kademelerinde olduğu gibi orta öğretim (lise) kademesinde de bu gütme sisteminin teknik ayrıntılarını köpürte köpürte anlatıyor. En sık vurguladığı uygulamalardan ikisi, gütme araçlarını tarif ediyor (sf. 92):

  1. Ortaöğretimde esnek ve modüler müfredat uygulanacak, ders çizelgesine bağlı olarak ders saatleri azaltılacaktır.
  2. Ortaöğretimde çocukların ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre esnek seçmeli ders setleri yapılandırılacaktır.

Her iki uygulama da öğrenciyi MEB’in kafasına koyduğu öğrenci tipini üretmek için tasarlanmış. Ders saatlerinin azaltılması kulağa hoş tınlasa da bu azaltmanın öğrenciye nefes aldırmak değil, "esnek ve modüler müfredata" yer açmak maksadıyla yapıldığı aşikâr. Bu uygulamanın öne çıkarılması, "çocukların ilgi, yetenek ve mizaçlarına göre esnek seçmeli ders setlerini" iyi bir şeymiş gibi göstermeye yönelik. MEB, öğrencilerin ilgi, yetenek, ve mizaçlarını tanıyabileceğini, ölçebileceğini, ve bunlara uygun müfredat geliştirebileceğini iddia ediyor (sf. 93 ve 94). Daha doğrusu böylesine olağanüstü bir bilgi ve güç sahibi olduğunu vehmediyor. Dokuzuncu sınıf öğrencilerine alan seçtirecek bir alimimutlak , kader belirleyecek bir kadirimutlak. Korkunç desek az gelir. Nasıl ki kazanılmamış boş güven sahibi insanlar kendine ve çevresine büyük zararlar verirse, MEB de Vizyon adını verdiği bu kör hamlesini kurumsal cüssesiyle bütün ülke zararına hepimizin tepesine indiriyor.

Hemen ardından, bir önceki cümlede ne söylediğini unutarak, çünkü aslında umursamayarak, birdenbire öğrencilere nitelik kazandırmaktan bahsetmeye başlıyor MEB, ve tabii ki sonunu getiremiyor. Niyet yamuk olunca söz bir türlü doğrulamıyor: "Bu becerilerin kazandırılması için müfredatlar birçok açıdan değerlendirilecek ve sürekli iyileştirilecektir. İyileştirmeler gerçekleştirilirken de 21. yüzyılın gereksinimleri doğrultusunda güncellemeler yapılacaktır. Ayrıca sertifika/beceri paketleri sayesinde öğrencilerin mesleklerle ilgili farkındalığını artırmaya yönelik adımlar atılacaktır. Okullar arasındaki farkın azaltılması için tüm okullarda, okul türü ayırt edilmeksizin, erişimi artırıcı ve kaliteyi sürekli iyileştirici adımlar atılacaktır." (sf. 92)

Öğrencilere nitelik kazandırma anlamına gelecek şekilde düzenlenmiş cümlelerin aldatıcılığı arasına, kimseye sormadan danışmadan kendi programını sokuşturuyor MEB. Neyin iyileştirileceğini de o biliyor, 21. Yüzyılın gereksinimlerinin neler olduğunu da. Nedir onlar? Sertifika/beceri paketleri ile mesleklerle ilgili bazı malumat. Başka? Hepsi bu kadar.

Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri

Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri hiç kurulmamış olsa, bugünün MEB’i derin bir nefes alırmış. Başından nasıl atacağını bilemiyor. Okuduğu lanetin şiddeti, lafı eveleyip gevelerken düştüğü zebunluktan ölçülebilir: "Fen ve sosyal bilimler liseleri; Türkiye’nin özellikle temel bilimler başta olmak üzere tüm alanlarında entelektüel sermayesini artırmak, medeniyet ve kalkınmaya ilişkin çabalarında çocuklarımızın var olan kapasitelerini geliştirmek için kurulmuştur. Yakın tarihimizde başarılı mühendisler, hekimler, edebiyatçılar, sanatçılar, akademisyenler, iş ve bilim insanlarının yetiştiği bu kurumlarımızın kapasitesini artırmak önceliklerimiz arasındadır." (sf. 98)

Zannedilmesin ki MEB’in önceliği bu saydığı niteliklere sahip yetişmiş insan sayısını arttırmak. Hayır. "Kurum kapasitesini" arttırmaktan söz ediyor. Anadolu liselerini çoğaltacağım diye sıradanlaştıran engin MEB tecrübesi, fen ve sosyal bilimler liselerini de aynı yöntemle aşağı çekmeye hazırlanıyor. Nitelikli insan yetiştirmek şöyle dursun, kazara yetişecek olanın da önüne set çekmekten bahsediyor. Bir zamanlar ortaklık ettiği kesimlerle arasının bozulmasını fırsat bilip niteliği yükseltme sorumluluğunu üstünden atıveriyor: "Özellikle Fen Liselerinin temel bilimlere yönelik kuruluş amacından uzaklaştığı kanıta dayalı olarak bilinmektedir." Doğrudur. Fen liselerinin üstüne titremesi gereken eğitim idaresi, bu liseleri kendi ideolojisinin manipülasyon aracına çevirmiştir. Fakat bugünkü MEB’in şu an yaptığı da tam olarak budur. Bu kez onlar değil, biz farkıyla. "Her iki lise türünün de kuruluş amaçları doğrultusunda yeniden ele alınması kaçınılmazdır," diye gürlüyor. Fakat elini taşın altına koymayacağını da ilan ediyor. MEB vizyonunda ne söylerse söylesin misyonundan şaşmıyor. Niteliksiz ara elemen yetiştirmekle görevlendirilmiş olan MEB, yüksek nitelikli öğrenciden de okuldan da uzak duruyor. Ve işi başkasına havale ediyor: "Bu amaçla, yükseköğretim kurumlarıyla iş birlikleri sağlanacaktır." (sf. 98) Görevden çekilirken ardında bir mazeret beyanı bırakmayı ihmal etmiyor. Üstelik ihaleyi yıktığı kuruma çürük bir havuç sallayarak: "Aynı zamanda üniversitelerin alt kademelere destek vermesi, daha yetkin lise mezunlarının üniversiteye gelmesini sağlayacağından, bu iş birlikleri üniversiteler için de bir geri dönüş yaratacaktır." (sf. 98)

Ülkemiz bir kez daha fen ve sosyal bilimler liseleri gibi iyi kötü çağıyla temas edebilen ve nitelikleri yüksek gençlerin yetiştiği kurumları kendi eliyle buharlaştırıyor. Yaratıcılık ve merak sahibi gençleri sıradanlığın ve yavanlığın çukuruna itiyor. Lise öğrencisini üniversiteye teslim etme fikri, olsa olsa bir korkağın icadıdır. Pedagojiyi geçelim, sağduyunun gölgesine bile tahammülsüzlüğün işaretidir. Düşünceyle ilişkisini kesmiş ve bu kesikten yürüyen kangrene gözünü kapamış çocukça bir inanışın tezahürüdür.

İmam Hatip Ortaokulları ve Liseleri

Fen ve sosyal bilimler liselerinin velayetini üstünden atmak için üniversiteyi vasi tayin eden MEB, konu imam-hatip okullarına gelince koruyucu aile kanununu baştan yazıyor. Fakat fen ve sosyal bilimler liselerinden esirgediği şefkati imam-hatip okullarına boca etme niyetiyle değil. Benzer bir nobranlığı bu kez evin içinde sürdürme maksadıyla. Öğretimin çeşitli kademelerinde eğitmen rolünü, işlevini, ve kimliğini azar azar inkar eden MEB, imam-hatip durağında toptan bir reddiyeyle elini beline koyup ne pahasına olursa olsun çocuğuna gün yüzü göstermemeye kararlı cevval bir ebeveyn olarak dünyanın karşısına dikiliyor.

Böyle bir rol-işlev-kimlik reddinin mevcut kafa karışıklığını içinden çıkılmaz bir çapraşıklığa taşıması kaçınılmaz. MEB imam-hatip okullarını geliştirme önlemlerinden bahsetmekle kalsa konjonktüreldir deyip bu konjonktüre ilişkin değerlendirmelerle yetinmek mümkün olurdu. Ne var ki MEB imam-hatip okullarını geliştirmekle kalmıyor, şiddetle savunuyor. Savunmadaki bu şiddet, imam-hatip okullarının etkin bir saldırı altında olduğuna ilişkin aktif bir değerlendirmenin varlığını gösteriyor. Geniş ölçekte din öğretimi, dar ölçekte imam-hatip okullarının tarihi Türkiye’nin siyasi tarihinden ayrı ele alınamaz. Bu yüzden geleneksel baskın siyasi rakiplerin (seküler hukuk devleti kanadı ile otoriter milli devlet kanadı) imam-hatip okullarını (bazen sahip çıkarak bazen sahneden uzaklaştırarak) paylaşamamasının sebebi eğitsel değil, politiktir. Her iki kanadın da üniter-devletçi oluşu, imam-hatip okullarını – din öğretiminin bir unsuru olabilecekse bile – siyasi kaldıraç desteği olmaktan başka bir konuma yerleştiremiyor. Diğer yandan, bu okulların yıllar içinde gösterdiği genişlemenin olası sakıncalarını dile getiren ve iyileştirmeye yönelik eleştiriler bile saldırı addediliyor.

İşte tarihin bu noktasında MEB, imam hatip okullarını mevcut ve muhtemel bütün eleştiriler karşısında tahkim etme görevini ifa ediyor. Bu tahkimi gerçekleştirirken aynı zamanda tutarlı görünmeye çalışıyor. Oysa imam-hatip okullarını dünyadan yalıtıp kendi sahanlığında tutmaya gayret ettiği sürece, uhdesine almaya kalkıştığı öznenin vebalini almak dışında bir sonuç bekleyemez. MEB bu açmaza girmeyi göze almış, demek ki bir tutarlılık imkânı bulunmadığının farkında. Keşke başkalarının da farkında olabileceğine ve ülkenin gençleri hayrına mürekkep harcayacağına ihtimal verseydi.

"Örgün eğitim sisteminde din eğitimini kurumsallaştırmak amacıyla oluşturulmuş olan imam hatip okulları, zamanla genel eğitim içinde algılanan bir eğitim kurumuna dönüşmüştür;" diyor MEB (sf. 104). Algının ne olduğunu söylüyor ama olgunun eğitim kurumlarının işlevsel bir bileşeni olduğunu iddia edemiyor. Böyle olmadığını herkesten iyi biliyor.  Çerçeve taleplerden ve – sanki seçenek bolluğu varmış gibi – bulduğuyla yetinmek zorunda bırakılan insanların tercihlerinden söz ediyor. "Devletin, öğrencileri dinin temel kaynaklarıyla doğru şekilde tanıştırması, imam hatip okullarının toplum tarafından sahiplenilmesini sağlamıştır;" (sf. 104) ifadesinin bu mecbur bırakma hamlesinin nişanesi olduğuna aldırmadan ayrımcı politikanın devamında ısrar ediyor.

MEB gibi merkezi bir eğitim dairesinin ülke yararına olup olmadığı başlıbaşına bir münazara konusu olmakla beraber, toplum haline gelme çabalarını engelleyen başlıca örgütlerden biri olduğunun tartışılacak tarafı yok. Seküler hukuk devleti bir kenarda dursun, kanun devleti olma mertebesinden bile düşmüş bu ülkede MEB, hükümete yol gösteren değil, hükümetin peşinden koşan bir memurlar mahfili. Bürokrasinin berhava edildiği her hükümet kipinde olduğu gibi bir propaganda aygıtı. Bu yüzden 2023 Vizyonu diye parlattığı bu belge, ne yazdığı okunmasa da olur bir propaganda duvarı. Mimari projesi çizilmemiş, iskânı onaylanmamış, toplumsal karşılığı olmayan kayıtsız bir duvar.

İmam-hatip okullarını (dolayısıyla bu okullarda okuyan ülke gençlerini) siyasi kaldıraç etmiş hükümetler ve bu hükümetlerin merkezi eğitim daireleri arasında süregelen kavgada MEB, eğitsel düzlemde pozisyon alır görünürken politik düzlemde pozisyon alıyor. Önce, anlamak istediğini anla muğlaklığında gönül almaya yelteniyor (sf. 104; p. 1). Okul türleri arasında avantaj farkı bulunmaması, bütün okulların hak temelli bakış açısıyla desteklenmesi gereğini ortaya koyuyor. Öğrenciler üzerinden bir tartışma alanı oluşmasının zararına dikkat çekiyor. Ayrımcı dili ortadan kaldıracağını, uzlaşmacı ve kapsayıcı bir bakış açısını hayata geçireceğini vaat ediyor. Bu vaatlerin yetersizliğine tedbir olarak, kimi veya neyi kastettiği pek anlaşılmayan "yanlış yönlendirmelerin önüne geçilecektir" korkutmasıyla gönlünü alamadıklarının kalbini yatıştırmayı deniyor.

Uzlaştırıcı görünen bu ifadelerin hemen ardından ise imam-hatiplerin mevcut konumundan taraf olduğunu vurguluyor MEB’ ve kurumsal desteğini bir kez daha teyit ediyor. Politik pozisyonunu iyice belirginleştirdiği bu kısımda cümleler, deşifre edilmesi gereken kodlar halinde kuruluyor (sf. 104; p. 2).

Bazı mihraklar tarafından dünyada giderek artan İslam’ı şiddetle bağdaştırma eğilimleri ve çoğalan marjinal grupların varlığı karşısında Türk eğitim sistemi içinde telif bir model olarak imam hatip okullarının önemi ön plana çıkmaktadır. Ciddi toplumsal değişimlerin tecrübe edildiği günümüzde yaşanan değer krizlerine ve belirsizliklere ülkemiz adına çözüm sunabilecek yapılar arasında imam hatip okulları da yer almaktadır. Sağlıklı bir din perspektifi sunmak için imam hatip okullarında eğitim görmekte olan çocukların her yönden gelişmesi şarttır. Bu suretle evrensel karakteri güçlendirilecek İmam Hatip Okullarının millî bir model olarak başka ülkelere örnek olma potansiyeli artacaktır.

MEB, imam-hatip okullarına (dolayısıyla bu okullarda okuyan ülke gençlerine) başlangıçtan itibaren yüklenen misyonu katılaşana dek koyultmaya kararlı. "Telif bir model" rütbesiyle taltif ettiği bu okullar (ve öğrencileri) dışarıdan ülkenin egemenliğine (ör: İslam’ı şiddetle bağdaştırma eğilimleri ve çoğalan marjinal gruplar"), içeriden yönetimin yetkisine (ör: "değer krizleri ve belirsizlikler") tehdit kabul edilen haller karşısında sadece savunmayla değil (ör: "her yönden gelişme’) aynı zamanda aktif rol üstlenmeyle de (ör: "başka ülkelere örnek olma") görevlendiriliyor.

Bu görevlendirmede MEB, ortaöğretim-üniversite işbirliğini yine devreye sokuyor. Bu kez, fen ve sosyal bilimler liselerine reva gördüğü doğrultunun tam aksi yönünü işaret ediyor. İhaleye bile çıkmadan müteahhit seçiyor ve projeyi iç kaynaklarla doğrudan kendisi finanse ediyor. Fen ve sosyal bilimler liselerini üniversitelerin üstüne savurarak elini ateşten çekmişti. Şimdi de imam-hatip okullarını ilahiyat fakülteleriyle kaynaştırarak bir izolasyon duvarı örüyor. Ülke gençlerini bir kez daha yalnız bırakıyor, bir kez daha yaşadıkları dünyayla temas etmekten alıkoyuyor, ve bir kez daha akranlarının gerisine düşürüyor.

Mesleki ve Teknik Eğitim

Fen ve sosyal bilimler liselerini sokağa atarak, imam-hatip okullarını ise eve kapatarak başından savan MEB, mesleki ve teknik eğitim okullarını da hizmet ve imalat sektörlerine kiralayarak, geç dönem Osmanlı nazırlarının öğrencisiz maarif hayalini gerçekleştirmiş durumda. Üstelik bu kez konu bir de teknik olunca, maariften hayır uman insanlarla (öğrenciler, aileleri, ve sosyal çevreleri) ilgilenmeye hiç gerek duymamış. Mesleki ve teknik eğitim okullarında sanki robotlar öğrenim görüyor gibi bir üslup tutturmuş MEB. Öğrencilerden bir kez daha tasnif edilebilecek nesneler olarak bahsediyor. Bu tasnif, elbette öğrencilerin ilgi, yetenek ve mizaçları değil, mevcut veya planlanmış sektörel ihtiyaçlar doğrultusunda yapılacak. Stratejik bir tasnif bu. Öğrenci-robotlara "bilgi, beceri, tutum, tavır ve meslek ahlakı" kazandıracak ki "sektörün iş gücü ihtiyacına cevap verebilecek niteliğe sahip, gelişen teknolojiye uyum sağlayabilen, paydaşların planlama ve karar alma süreçlerine etkin katıldığı bir yapı" inşa edilebilsin (sf. 110). Bu paydaşlar arasında öğrenci-robotların bir söz hakkı bulunacak mı? Hayır.

Kendini mi yoksa bizi mi ikna etmeye çalıştığı anlaşılmayan uzun ve zahmetli bir paragrafla aczini mazur göstermeye çalışıyor MEB. Mesleki ve teknik öğretimin ülke için öneminin farkında ama işi nasıl kıvıracağını bilmiyor. Geçmişte zaten kısmen edindiği bilene danışma yeteneğini tamamen kaybetmiş. Bu bilgi ve yetenek kaybının sebebi bariz. Eğitim görecek unsurun bir insan, bir özne olduğunu unutmuş MEB. Muhtemelen hiç öğrenmemiş. Dahası, hatırlatsan da aldırmıyor (sf. 110).

Mesleki ve teknik eğitime yönelik var olan toplumsal algıyı değiştirmeyi hedefleyen, öğrencilerin mesleki ilgi ve yeteneklerini tespit eden ve çocuklarla ailelerini bu doğrultuda yönlendiren, akademik ders yoğunluğunun azaltıldığı, mesleki ders içeriklerinin güncellendiği, öğretmenlerin iş başında eğitim olanaklarının artırıldığı, ulusal ve uluslararası sektör ve kamu finansal kaynaklarının kullanımı yoluyla okulların altyapı ve donanımının hızla değişen ve gelişen teknolojiyle uyumlu hâle getirildiği, mezunlarına istihdamda öncelik sağlandığı ve farklı ücret politikalarının uygulandığı, sektörün mesleki ve teknik eğitim süreçlerinde daha fazla yer aldığı, sektör liderleriyle iş birliği imkânlarının artırıldığı, ulusal ve uluslararası düzeyde sektörel iş birliği protokolleri ve iyi uygulama modeli olabilecek projelerin hayata geçirildiği, mezunlarının kendi alanlarında yükseköğretime geçişlerini sağlayacak bütünleşik bir yapının kurulduğu ve ülkemiz 2023 hedefleriyle uyumlu bir sistem oluşturulması planlanmıştır.

Öğrencisi pek nasiplenemiyor olsa da MEB mesleki ve teknik eğitim okullarına özel bir önem veriyor. Anlaşılır bir durum. Bu okullardan hasıl olacak bilgi ve beceriler ülkenin öncelikli ihtiyaçları arasında. Bu öncelik, MEB’in yatırım kaydırmalarına çoktan yansımış. 2018-2019 öğretim yılı verilerine göre (sf. 128-129) mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrenciler, toplam ortaöğretim öğrencilerinin üçte birini (% 31,7) oluşturuyor. Buna karşın, örneğin, imam-hatip okullarında okuyanlar toplamın onda biri (%10,7), fen ve sosyal bilimler liselerinde okuyanlar yüzde üçü (% 2,8) oranında. Önümüzdeki yıllarda mesleki ve teknik eğitim okul ve öğrenci sayısının diğer okullardan daha yüksek oranlarda gerçekleşeceğini öngörmek mümkün.

Diğer yandan, bu okulların derslik sayılarının kronik yetersizliği devam ediyor. İmam-hatip okullarında her 18, fen ve sosyal bilimler liselerinde her 22 öğrenciye bir derslik düşerken, mesleki ve teknik eğitim okullarında her 25 öğrenciye bir derslik düşüyor. Mesleki ve teknik eğitimin gerektirdiği öğrenme ortamının donanım ihtiyaçları düşünüldüğünde, mevcut aleyhteki durumun görünenden daha vahim olduğu anlaşılıyor.

Batı’nın tekniğini alıp ahlakını bırakmayı şiar edinmiş yerli ve milli eğitim bakanlığı, Batı’nın mesleki ve teknik eğitim standartlarını alamamış, alamıyor. Bunun yerine, kime ve neye hizmet edeceği şeffaf olmayan politik kurumlara 100 milyon Euro tutarında (684 milyon TL) bütçe aktarmaya devam ediyor. Bu gibi bütçe aktarmalarını, vizyon belgesinde iri ve koyu puntolarla vurguladığı "Türkiye’nin dış ticaretinde ihtiyaç duyulan nitelikli ara eleman ihtiyacını karşılamak üzere yurt dışında mesleki ve teknik eğitim imkânları oluşturulacaktır;" (sf. 111) ve benzeri taahhütleri yerine getirmek için kullanmasını ve bu gelişmeleri kamuoyuyla – denetim raporlarıyla birlikte – paylaşmasını beklemek her yurttaşın hakkıdır.

MEB, mesleki ve teknik eğitimin geliştirilmesine yönelik 6 hedef belirtiyor (sf. 112-117).

  1. Mesleki ve teknik eğitime atfedilen değerin arttırılması sağlanacak.
  2. Mesleki ve teknik eğitimde rehberlik erişim imkânları arttırılacak.
  3. Yeni nesil müfredatlar geliştirilecek.
  4. Eğitim ortamları ve insan kaynakları geliştirilecek.
  5. Yurt dışında yatırım yapan iş insanlarının ihtiyaç duyduğu meslek elemanları yetiştirilecek.
  6. Mesleki ve teknik eğitimde eğitim-istihdam-üretim ilişkisi güçlendirilecek.

Bu hedeflerin her birinde tartışılacak ve eleştirilecek unsurlar bulmak mümkün olmakla beraber, şimdilik iyi niyetli bir izleme kaydıyla bu hedefleri ve tümünün ortak eksikliğini belirtmekle yetinelim. Tek tek ele alındığında olumlu bulunabilecek bu hedeflerin bütüncül değerlendirmesinden çıkan sonuç, MEB’in "insanı merkeze alan" veya "sonuç değil süreç odaklı" eğitim gibi yüksek perdeden iddialarının kâğıt üstünde birer söz olmaktan ileri gidemediğidir. Mesleki ve teknik eğitimde henüz işin mesleki ve teknik kısımları bile çözülememişken insanı merkeze almaya sıra gelmediği öne sürülebilir. Oysa alışılagelen ve baştan yanlış kurulmuş takdim-tehir sırasını tersine çevirmenin koşulu bellidir. İnsanı merkeze almadıkça ve süreç odaklı olmadıkça ne mesleki ve teknik eğitimin ne de herhangi bir faaliyetin bir eğitim niteliği kazanmasına imkân yoktur.

İnsanı merkeze almak öğrencileri ilgi, yetenek ve mizaçları doğrultusunda tasnif etmekle değil, bu ilgi, yetenek ve mizaçları oluşur, görünür, ve işler kılacak öğrenme ortamları hazırlamakla olur. Öğrenme ortamları ise merkezi direktiflerle değil, o anda ve orada bulunan rehberler – öğretmenler – aracılığıyla varlığa gelir. Öğretmene işini öğretmek yerine öğretmenin işini yapmasını sağlayan nitelikli idarecilerin gözetim ve denetiminin katkısıyla. Yukarıdan aşağıya bir hiyerarşiyle değil, yatay bir ekip çalışmasıyla. Bu yaklaşım hayata geçirilmedikçe "süreç odaklılık" boş bir sözdür; çünkü süreç, insanı işlemekle ilgilidir. İnsanı işleme ortamını odağa koymayan bir teşkilat, emir-komutayla sonuç alacağını zanneden şaşkın ve ceberrut bir teşkilattır. Tesellisi yok değildir. Eğitim sisteminizin alametifarikası nedir diye soran olursa verecek cevabınız olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi