Ekrem Düzen
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Beşinci Bölüm: Öğretim Politikaları (1) Okulöncesi ve ilköğretim
Çıkan kısmın özeti: Bu yazı dizisi, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yayınlanan 2023 Eğitim Vizyonu adlı belgenin siyasi bir doktrin bildirgesi olduğunu ifşa ve teşhir girişimi. Eğitimi, özerk yurttaşların ihtiyaç ve talepleri yerine siyasi iktidarın fantastik fikir-zikir dünyasına göre düzenlemeyi hedefleyen bu hamlenin yıkıcılığını mantıksal ve olgusal çözümlemeyle sergileme çabası.
Vizyon kılığına sokulmuş bu metin, bağnaz (özgürlük-karşıtı) ve baskıcı (demokrasi-karşıtı) bir siyasi projenin propaganda duvarlarından biri. Bu duvarda, düşünce ürünü kılığına sokulup akademik terminolojiyle kamufle edilmiş stratejik bir hareket planı asılı. Bu plan, yerli ve milli sloganıyla yürütülen düşmanlaştırma-yalıtma-yok etme politikasını MEB eliyle eğitim sahasına taşıma hareketi.
Vizyon belgesi, ne hazırlanışı sırasında paydaşlardan görüş aldı ne de yayınlanışından sonra kamuoyundan değerlendirme sordu. Siyasi iktidarın ideolojik programını tek doğru olarak dikte etmeyi bilerek ve isteyerek seçti. Böylesi tepeden indirme promosyon malzemeleri politik eleştiri yöntemiyle incelenecek argümanlar taşımaz. Olsa olsa argüman taklidi yapan dogmatik manzumeleri barındırır. Metodolojiyi hiçe sayan, bunun yerine faillerin öznel hislerini hakikat yerine koyan bir projenin olası sosyopolitik etkilerine ilişkin öngörülerde bulunmaya kalkışmak, bu hayal dünyasını ciddiye almak demektir. Sebep-sonuç bağlantılarına dayanmayan bir zihinsel faaliyet, yol açacağı sonuçlardan önce, bir olgu olarak bu zihinsel faaliyetin kendisini incelemeyi gerektirir. Bu incelemeyle eşlenmemiş bir etki analizi illiyet rabıtalarını saptayamaz. Bu yüzden, dolaşımda tutulduğu sürece bu belgenin akademik bir değerlendirmeye tabi tutulması yanlışa ortaklık etmek anlamına gelir. En temel felsefi kavramlarla dalga geçen bir propaganda broşürü, akademik değerlendirme niteliğinde bir emek harcanmasını hak etmez de.
Geriye kalan seçenek, ‘hiciv’ üslubuyla şerh düşmek. Bundan maksat, demokratik mücadelenin gereği olarak, MEB’in taşeronluğunu yaptığı yerli ve milli gölge oyununun perdesini yıkmak, akademik ve teknik terminolojiye gömülmüş hokus-pokus numaralarını açığa çıkarmak, ve bu vizyon hokkabazlığının boyasını sökmek. Yazı serisinin başlığında ‘eleştiri’ kelimesini tutmanın sebebi ise, usulün esastan önce gelme ilkesine uygun bir "kendine gel" çağrısının kapısını açık bırakmak. Hiciv, çünkü, akıl muhatap alınmadığında yegane makul ve barışçıl hitaptır.
Eleştiri serisinde şimdiye dek dört bölüm yayınlandı: Bu bölümlere, aşağıdaki başlıkların üstüne tıklayarak ulaşabilirsiniz.
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Birinci Bölüm: Sözün Önü
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – İkinci Bölüm: Felsefesi
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Üçüncü Bölüm: Temel Politikalar (1)
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Dördüncü Bölüm: Temel Politikalar (2)
MEB öğretim politikaları halen eğitim çağında bulunan öğrencilerin (yaklaşık 18 milyon 200 bin), öğretmenlerin (yaklaşık 1 milyon 100 bin) ve öğrenci ve öğretmen ailelerinin gündelik yaşamını doğrudan etkileyen uygulamaları düzenliyor. Öğretim politikalarına ilişkin başlıkları üç grupta ele almak mümkün.
- Okulöncesi (Erken Çocukluk) ve Temel Eğitim (İlkokul ve Ortaokul) öğretim politikaları. (sf. 77-90).
- Orta Öğretim (Lise) öğretim politikaları (sf.91-118).
- Ek düzenleme gerektiren alanlar (özel eğitim, özel yetenek, yabancı dil, dijital beceriler, özel okullar, ve hayat boyu öğrenme) öğretim politikaları (sf.55-76 & sf.119-128).
Bu beşinci bölümde, birinci grup başlıkların eleştirisi yer alıyor. Serinin sonraki bölümleri diğer başlıkların eleştirileriyle devam edecek.
Okulöncesi (Erken Çocukluk)
Gündelik dilde "Okulöncesi Eğitim" adıyla bilinen "Erken Çocukluk Eğitimi" tüm dünyada önemi hem artan hem de daha iyi anlaşılan bir alan. MEB de sanki bu önemi kavramış gibi bir okulöncesi eğitim güzellemesiyle başlıyor vizyonunu anlatmaya. Oysa bu konuda üyesi olduğu ülkelerarası ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütünün (OECD) istatistikleriyle kendi yerli ve milli istatistikleri arasındaki farkın hesabını vermekten aciz. Bu alanın gitgide daha karlı bir yatırım alanı haline gelerek neredeyse özel şirketlerin eline geçmesindeki rolünü bilmezden geliyor. Okulöncesi eğitime ayırdığı kamu kaynağı bakımından 30 OECD ülkesi arasında sonuncu olmaktan rahatsız görünmüyor.
Acaba okulöncesi öğretime kaynak aktarmakta direnen MEB’in bir bildiği mi var? Belli ki var. Öğrenimin her seviyesinde öğrencilere ayni (malzeme) veya nakdi (nakit para) kaynak aktaran mevcut siyasi iktidar, okulöncesi alandaki boşluğun en azından bir kısmını doldurmayı planlıyor olmalı. Birbirinin tekrarı gibi görünen fakat cümleler arasındaki ayrıntılarda saklı nüanslarla hedefini ince gören bir plan bu:
- Şartları elverişsiz yerleşim birimlerindeki çocukların beslenme ihtiyaçları karşılanacaktır.
- Şartları elverişsiz hanelerdeki çocukların erken çocukluk eğitiminde araç̧ gereç̧ ihtiyaçları karşılanacaktır.
- Şartları elverişsiz okullarda erken çocukluk eğitimi alan çocukların beslenme ihtiyacı karşılanacak, ailelere materyal desteği sağlanacaktır.
- Erken çocukluk eğitiminde, yoksul hane halkına çocuk gelişimini destekleyici temel materyaller sağlanacaktır. (sf. 80)
Üstelik, şaşılacak şey, kırsal bölgelere(!) özel ve muhtemelen öncelikli hizmet(!) götürülecek!
- Kırsal ve düşük yoğunluklu yerleşim bölgelerindeki çocuklar için esnek zamanlı ve alternatif erken çocukluk eğitimi modelleri uygulanacaktır.
- Yaz dönemlerinde çocuklar ve ailelerin talepleri doğrultusunda, pilot okullardan başlanarak oyun temelli gelişim etkinliklerinin yer aldığı yaz okulu programları. [MEB bu cümleyi tamamlayamamış, biz tamamlayalım:" ... yaz okulu programları açılacaktır."] (sf. 80)
MEB’in okulöncesi eğitime kamu kaynağı ayırmaktan anladığı, aileyi ekonomik açıdan desteklemek. Fakat mühim bir eksik var. Daha doğrusu, bir değil iki önemli unsur eksik. Bu planda ne çocuk var ne de eğitim. Sadece destek var. Bu plana göre bu desteğin okulöncesi eğitime katkısı olup olmayacağını anlamak imkansız. Çocuğu değil, bir kurum olarak aileyi gözeten bir plan uygulayacak MEB: "[F]arklı nedenlerden dolayı elverişsiz şartlara sahip tüm çocukların eğitim hakkının sağlanması için devletimizin aile ve sosyal güvenlik politikalarıyla bütünleşik bir strateji geliştirilecektir. Millî Eğitim Bakanlığı bu bütünleşik stratejinin oluşturulmasında ağırlık merkezi olacak, toplum temelli bir erken çocukluk eğitimi öne çıkarılacaktır." (sf.79)
Çocuk hiçbir şekilde devletin nesnesi olmaktan kurtulmayacak, bu politikaya göre. Okulöncesinden başlayarak, içine devlet yuvalandırılmış bir aileye yuvalandırılacak 3-5 yaş çocukları. Kendi başlarına birer yetişkin olmaları MEB’in rüyası değil, karabasanı: "Toplumsal refahın artması ve ülkemizin sosyal, kültürel ve sürdürülebilir ekonomik kalkınması, eğitim sistemin ilk basamağı olan okul öncesinden başlamaktadır. Bu basamakta başta aile, okul ve çocuğun yakın çevresi olmak üzere tüm paydaşların birbirleriyle olan etkileşimlerinin sağlanması son derece önemlidir." (sf.79)
MEB’in bahsettiği "bütünleşik strateji" unsurlarına kimlerin dahil olacağı son derece muğlak bırakılmış. Çocuğunu devlete emanet ettiğini zanneden anababalar sistematik ve bilinçli olarak yanıltılıyor:
- Resmî ve özel, farklı kurum ve kuruluşların inisiyatifinde yürütülen her yaş grubundaki tüm erken çocukluk eğitim hizmetlerinin izlenmesi, değerlendirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik ortak kalite standartları oluşturulacak ve uygulamalar izlenecektir.
- Çocukla ilgili tüm yerel kurum ve kuruluşlar harekete geçirilecek ve tamamlayıcı bir iş birliği çerçevesi teşvik edilecektir.
- Farklı kurum ve kuruluşlar ile Halk Eğitim Merkezleri işbirliğinde anne babalara yönelik çocuk gelişimi ve psikolojisi odaklı eğitimler yaygınlaştırılacaktır. (sf.81)
Kimdir bu "resmi ve özel farklı kurum ve kuruluşlar"? Onyılların bilgi ve deneyim birikimiyle iş yapan bağımsız sivil toplum örgütleri midir yoksa sivil toplum örgütü maskesi ardında hükümet-güdümlü ihale ortakları mıdır? Merkezi eğitim dairesi bu müphem işbirliklerine ne maksatla müracaat etmektedir? Bilmiyor muyuz? Biliyoruz! MEB bu örtük istihbaratı bizimle açıkça paylaşıyor mu? Hayır!
MEB, hiçbir samimiyet sınavından geçemeyeceğini şu iki "dostlar vizyonda görsün" geçiştirmesiyle de ispatlıyor:
- Göçmen, geçici koruma altındaki ve mevsimlik tarım isçisi çocuklarla okulsuz köy ve köy altı yerleşim yerlerindeki çocukların bulunduğu okullarda hızlandırılmış̧, yoğun ve bir arada yasamı destekleyici müfredatlar oluşturulacaktır.
- Erken çocukluk eğitiminde özel gereksinimli çocukların uyumunun sağlanması için gerekli öğretmen eğitimlerinin verilmesi pilot uygulamalarla başlatılacaktır. (sf.82)
MEB bu sözleri tutamaz. İddiasının tersine, insanı ve dolayısıyla öğrenciyi eğitimin merkezine koymayan, aksine, devleti ve devlet desteğine muhtaç bıraktığı aileyi tüm yaşam biçimlerinin merkezine yerleştiren anlayışı sebebiyle tutamaz. "Göçmen, geçici koruma altındaki ve mevsimlik tarım isçisi" veya "özel gereksinimli çocuklar" yararına bir kaynak aktarımı, tek bir şartla, devletin ve gölgesinde kalmaya razı/mecbur edilen ailenin güçlenmesi yararına olacaksa düşünülebilir. Özerk ve bağımsız çocuk gelişimine kaynağı yok MEB’in, yerli ve milli ailenin gelişip serpilmesine var.
Temel Eğitim (İlkokul ve Ortaokul)
Eğitim, faaliyetin gerekçesinden başlayarak, siyasi bir konu. Devletin ve hükümetin toplumdaki siyasi enerji hatlarını kendi lehine kanalize ederken buna paralel olarak eğitimi de biçimlendirmeye çalışmasında şaşılacak bir şey yok. Mesele, eğitim hizmeti talep edenlerle ve siyasi güç arasındaki pazarlığın taraflar arasında süregelen bir müzakereye göre kesilip kesilmediği. Özellikle günümüzde giderek kuvvetini arttıran otoriter yönetimler pazarlığın tarafı olmaktan tamamen sıyrılma çabasında. Formülü diğer yönden okuyacak olursak, bir yönetimi otoriter yapan dinamik, iktidarı ele geçirenin her ihtiyaç (veya arzu) alanını muhatabından kopuk bir düzlemde düzenleme girişimi. Her ihtiyaç (veya arzu) alanını her noktasında siyasi bir manipülasyon malzemesi olarak kullanabilme kabiliyeti. Hal böyle olunca, müzakereye bırakılsa er veya geç barışçıl çözümler üretilebilecek pazarlık alanları (eğitim, sağlık, çalışma, dinlenme, kendini geliştirme vs.) gündelik aktivizm gerektiren birer mücadele alanına dönüşüyor. Otoriter rejim, müzakere yolunu kapatırken gündelik mücadelenin sürdürülememesi için bir dizi baskıcı, yıldırıcı, ve ezici önlem de alıyor. Hem aşırı hem illegal hem de gayrımeşru şiddete başvurmaktan asla çekinmiyor. Yarattığı kısır döngüden beslenerek büyüyor.
Türkiye’de de eğitim, her zaman toplum mühendisliği masasının daimi üyeleri arasında yer aldı. Ne var ki eğitimin sadece ve sadece siyasi düzenleme aracına indirgenmesini, kavramsal ve yöntemsel bağlarından tamamen koparılmasını mevcut iktidara borçluyuz. Bu mutlak indirgemenin en büyük adımı, zorunlu temel eğitimin 4+4+4 kalıbında yeniden yapılandırılmasıyla atıldı. Zaman içinde bazı aşırılıklar kısmen törpülendiyse de açık açık "hata ettik, düzelttik" beyanında bulunan olmadı. MEB, ilkokula başlama yaşında yaptığı ‘ayarlamaları’ Temel Eğitim başlığı altında belirtmektense Erken Çocukluk Eğitimi kısmında ve dolaylı şekilde yer verdi. (sf. 80)
Hedef 1: Erken çocukluk eğitim hizmeti̇ yaygınlaştırılacak.
Madde 1: 5 yaş zorunlu eğitim kapsamına alınacaktır.
[Bu maddede "5 yaş zorunlu okulöncesi eğitim kapsamına alınacaktır" yerine sadece "zorunlu eğitim kapsamına alınacaktır" denmesi, hala bir açık kapı bırakıldığını düşündürüyor.]
Mevcut iktidarın MEB’i, önceki iktidarların MEB’lerinin izinden giderek eğitim kademeleri, okul tipleri, öğretim yılları, sınav usulleri, giriş koşulları ve değerlendirme ölçütlerini her yıl veya yılda birkaç kez değişmeye devam etti. Bu kargaşayı gidermek bir yana, bilinçli olarak sürdürdü. Bütün bunları yapan kendisi değilmiş gibi şimdi güya ilkeleri ve hedefleri berrak bir temel eğitim vizyonuna eriştiğini iddia ediyor. Ne olduğunu bilmediği halde sıfırdan inşa etmeye kalkıştığı "çocuğun doğası" masalından bir türlü vazgeçmeyerek: "Temel eğitime gereğinden fazla bir akademik anlam ve içerik yüklemeksizin basit, sade ve çocuğun doğasına saygılı bir yaklaşım benimsenecektir. ... Her çocuk, içinde bulunduğu okul çevresinden başlayarak üretebilmeyi benimseyecek, doğayı, kültürü tanıyacak ve korunması adına aktif uygulayıcı olacaktır. ... Tüm çocuklarımızın bilimsel düşünme, tutum ve değerleri kademelerine uygun olarak içselleştirebilecekleri, bilgiden ziyade görgü temelli bir müfredat anlayışı benimsenecektir. Uygulama ve deneyimleme temel eksen olacaktır. İlkokulun Türkçe, matematik ve kültür-sanat-spor ekseninde şekillenmesi öne çıkarılacaktır. ... Tüm bu beklentiler 21. yüzyıl becerileriyle tutarlı olacak, uluslararası araştırma ve standartlar da göz önünde bulundurulacaktır." (sf. 84)
Bu satırları okuyan zanneder ki MEB bir öğrenme cenneti hazırlığında. Oysa aynı paragrafta MEB, anadili Türkçe olmayan milyonlarca çocuk için bir cehennem yaratmakta olduğunu ilan ediyor: "Bu bağlamda Türkçenin korunması ve geliştirilmesi, temel eğitimin omurgası olarak ele alınacaktır. Öğrencilerin Türkçenin inceliklerini tanımalarını sağlayan, Türkçeyi özenli ve bilinçli biçimde kullanmalarını destekleyen bir öğrenme-öğretme süreci inşa edilecektir." (sf. 84) Hoş, MEB’in şimdiye dek sergilediği performansa bakarak "Türkçeyi eğitimin omurgası olarak ele alma" fikrinin ana dili Türkçe olan öğrencilerin de çoktan eğilmiş omurgalarını paramparça edeceğini söylemek abartı olmaz.
Temel eğitim yıllarını yalnızca öğrenciler için değil, aileler, öğretmenler, rehberler, idareciler için de cehenneme çevirecek plan ise MEB’in birinci sıraya yerleştirdiği şu meşhur hedef: "İlkokul müfredatları çocukların ilgi, yetenek ve mizaçlarına uygun olarak iyileştirilecektir." (sf. 86) Karadüzen hazırlıklarla, kervan yolda düzülür anlayışıyla alelacele uygulamaya konan bu "ilgi, yetenek, ve mizaca uygun" eğitim, bu kuşağın yalnızca karanlıkta değil, aynı zamanda sonsuz bir kafa karışıklığı içinde yetişeceğinin garantisi.
MEB, boyundan büyük bir işe kalkışıyor. Hakkından gelmesi imkansız katılıkta bir programı "esnek müfredat" boyasıyla satmaya girişiyor. Ezberci öğretmenin ezberci öğrencisinden zerrece farkı olmayan MEB, kümelerine ayırıp numaralandırırsa hedef belirleme sınavından geçeceğine emin. Bu hedefleri öylesine çalakalem sıralamış ki ne tekrara düşmeyi dert etmiş ne de bu tekrarlar arasındaki büyüklü küçüklü çelişkileri. Yazdıklarını başka sıralamalarla kontrol etse en azından zevahiri kurtarırdı. Demek ki bu kadarı bile umurunda değil. MEB’in pek çok hedefi, bulunduğu kümeden alınıp yeniden sıralandığında savrukluğun büyüklüğü ortaya çıkıveriyor. (sf.84-89) [Küme başlığının hedefler arasında tekrar sayılması hakkaniyetli görülmeyecek olursa: Eğer MEB işaret ettiği kümeyi hakkıyla özetleyen başlıklar yazamıyor ve tekrara düşmemek için önlem almıyorsa (a) okura sorumluluk yükleyemez, (b) laf kalabalığıyla sayfa dolduracağına içeriği somutlaştırsın ve anlamı detaylandırsın da neyle karşı karşıya olduğumuzu bilelim.]
- İlkokul kademesinin amaçları dikkate alınarak çocukların değerlendirilmesi not yerine beceri temelli etkinlikler doğrultusunda yapılandırılacaktır. (sf. 85)
- İlkokullarda not yerine, çocukların gelişimsel özellikleri dikkate alınarak çok yönlü değerlendirme sistemi kurulacaktır. (sf. 86)
- İlkokul ve ortaokullarda çocukların izleme ve değerlendirilmesinde eportfolyo temelli bir gelişimsel izleme raporu kullanılacaktır. (sf. 87)
- Mevcut ödev verme uygulamaları, öğrenmeye katkısı açısından yeniden yapılandırılacaktır. (sf. 88)
- Okullar arası başarı farkı azaltılarak okulların niteliği artırılacak. (sf. 89) [MEB dürbünün ters tarafından bakıyor: Okullar arası başarı farkını, ancak ve ancak okulların niteliğini arttırırsa azaltılabileceği bağlantısını kuramıyor. Yoksa sınav notlarını kağıda geçirirken kanaat notunu yukarı doğru kullanarak mı azaltacak başarı farkını?]
- Okul Gelişim Planlarını izleme çalışmalarında hedefledikleri başarıyı gösteremediği belirlenen okullardaki öğrencilerin akademik ve sosyal gelişimleri için destek programları uygulanacaktır. (sf. 89)
Bu maddelerde sıralanan hedeflerin nasıl hayata geçirileceği hakkında hiçbir ipucuna sahip değiliz. Oysa bir vizyon belgesinden sadece hedef sıralaması değil, hayata geçirme tasarımı da beklenir. Bu başat bileşene yer vermeyen vizyon belgesi, ilerleyen her satırında bir talimatname şeklini almaya devam ediyor. Acıklı olan şu ki bu belge bir talimatname olmaktan bile aciz. Kimin neyi nasıl yapacağını ne bilen var ne açıklayan. Belli ki önümüzdeki yıllarda da okullar MEB antetli ve müşavir imzalı genelgelerin şifrelerini çözmeye ve günü kurtaracak cevabi yazılar icat etmeye devam edecek.
Öğrencilerin sınıfta işlenen dersler dışında da beceri geliştirmelerine ilişkin hedefler bir parça daha derli toplu görünüyorsa da bu bu görünüş aldatıcı, MEB savrukluktan taviz vermiyor. Ayrıca, çok iddialı olduğu bu kısımda yine henüz çizgileri belirginleşmemiş ve altyapısı düşünülmemiş soyut bir hayalin peşinde koşuyor: "Eğitimin hayat boyu devam eden bir süreç olduğu ve çocuk gelişiminin bütüncül olarak ele alınması gerektiği anlayışıyla eğitim ve öğretim süreci sadece ders saatleriyle sınırlandırılmayacaktır. Okulun, gerçek hayatın bir parçası olması, eğitsel süreçlerin ders saatlerinde olduğu kadar ders saatleri dışında da gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Çocuk için okul, hayat sahnesinin kritik bir ögesidir. Ev, sokak, dijital ortamlar ve okul bir bütün olarak düşünülecektir." (sf.84)
- Tüm temel eğitim kurumlarında çocukların düşünsel, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını destekleyen "TasarımBeceri Atölyeleri" kurulacak ve ulusal standartları oluşturulacaktır. (sf. 84)
- Okul bahçelerinin "TasarımBeceri Atölyeleri" ile bağlantılı olarak yeniden tasarlanıp yaşam alanlarına dönüştürülmesi sağlanacaktır. (sf. 88)
MEB, "Tasarım-Beceri Atölyeleri" adını verdiği projesinden çok umutlu. Keşke bu umudunu bize de bulaştırsa. Tahayyülündeki tasarımların, becerilerin neler olduğundan bahsetse. "Okulların, bölgelerindeki bilim merkezleri, müzeler, sanat merkezleri, teknoparklar, ve üniversitelerle işbirlikleri artırılacaktır; " derken (sf. 88) kastettiği "işbirlikleri"nin kimlerle hangi konularda yapılacağını belirtse. "Eğitim kayıt bölgelerinde okul-mahalle spor kulüpleri kurulacaktır. İlgili spor dalında yetenekli olan çocukların öğleden sonra spor kulüplerinde yoğunlaştırılmış antrenmanlara katılımı için gereken yapı kurulacaktır;" derken (sf. 88) spor faaliyetlerini tabana mı yayacağını yoksa sadece "yetenekli olan çocukları" mı öne çıkaracağını açıklasa. ‘Seçilmişler’ antrenmana giderken sınıfta oturmaya devam edenlerin hasetini nasıl tetikleyemeyeceğini izah edebilse.
MEB’in, ‘seçilmemiş’ öğrencileri de düşündüğünü iddia edebileceği hazırlıkları yok değil. ‘Dezavantajlı’ diye sınıflandırdığı bölgelerdeki okullara ilişkin özel bir çalışma yürüteceğini vurguluyor her fırsatta. Kriterlerini bilmiyoruz. Daha doğrusu, herkes kastedilenin ne olduğunun farkında ama kimse yüksek sesle söylemiyor. Söylese, MEB "ben öyle birşey demedim" diyecek. Açıktan demiyor çünkü, örtükten diyor. Devlet şefkatli elini ‘dezavantajlı’ bölgeye MEB terbiyesiyle uzatıyor.
- Tam gün eğitim yapılan, koşulları elverişsiz yerleşim yerlerindeki okullardan başlayarak, çocuklara öğle yemeği verilmesi sağlanacaktır. (sf. 87)
- Çocukların kendi bölgelerinin üretim, kültür, sanat ve coğrafi kapasitesini keşfetmesine, bitki ve hayvan türlerini, yöresel yemeklerini, oyunlarını ve folklorunu tanımasına, derslerle bütünleşik veya ders dışı etkinlik olarak ağırlık verilecektir. (sf. 88)
- Şartları elverişsiz okullar kaynak planlanmasında öncelikli hâle getirilecektir. (sf. 89)
- Birleştirilmiş sınıf uygulaması yapan okulların ihtiyaçları doğrultusunda öğretmen eğitimi yapılacak ve öğrenciler için ek eğitim materyali desteği sağlanacaktır. (sf.89)
Burada bir kez daha MEB’in öğrenciyi eğitimin merkezine yerleştiremeyişine şahit oluyoruz. Özellikle konu dezavantajlı çocuklara geldiğinde MEB eğitim faaliyetlerinden uzaklaşıp terbiye faaliyetlerine yanaşıyor. Hak edildiği halde muhtaç olunmuş payın az bir kısmını alay-ı vâlâ ile lütfen bahşediyor devlet. Böylece, daha yoldan çıkmaya fırsat bulamadan yola girecek MEB’in ocağına düşmüş biçareler.
MEB’in hedefleri arasında neye hizmet ettiği meçhul iki hedef daha bulunuyor:
- Yatılı okulların imkânlarından faydalanılarak çocukların yaz dönemlerinde bölgesel değişim programlarına katılımına yönelik çalışmalar yapılacaktır. (sf. 88)
- Öğrencilerin sosyal girişimcilikle tanışarak toplumsal problemlere çözüm arama motivasyonu kazanması desteklenecektir. (sf. 88)
Bu her iki hedefin de ilkokul veya ortaokul çağı öğrencisine uygunluğu son derece tartışmalı. Somut ayrıntılarıyla planlanıp titizlikle uygulanmadıkça, hele de uzman rehberlerin katılımıyla ve gözetiminde yürütülmedikçe faydadan çok zarar getirmesi muhtemel konular arasında. MEB’in vizyon belgesinin hızla bir talimatnameye dönüştüğünün en açık göstergesi, saydığı hedeflerin içini nasıl dolduracağına ilişkin ipucu verme zahmetinde bulunmayışı. MEB, boşvermişliğin başıboşluğunda menzilsiz bir rota katetmeye azimli. İçinde insanlar olmasa kime ne! Velakin işbu durumda, her yurttaş MEB’in tepeden indirme programlarının hesabını sormakla görevlidir.
MEB’in yaptığı her şey mi yanlış? Hemen hemen. Bir veya iki doğru şeye rastlanmıyor değil. Fakat maksat bulanık olunca ferah ferah "işte bunlar da doğru işler" demek zorlaşıyor. Yine de zikredelim o kadar da yanlış görünmeyen uygulamaları şu soru eşliğinde: Daha önceleri nerelerdeydiniz? Kaynak sıkıntınız da olmadığına göre?
- İlkokul ve ortaokullar gelişimsel açıdan yeniden yapılandırılacak. (sf. 86)
- İlkokul ve ortaokullarda çocuğun bütüncül gelişimi esas alınarak, ders sayısı ve ders çizelgesi hafifletilip yeniden yapılandırılacaktır. (sf. 86)
- Ders çizelgeleri ilkokul ve ortaokul için ayrı ayrı düzenlenecektir. (sf. 86)
- Ortaokul, çocuğun somuttan soyuta geçtiği bir kademe olarak kavramsal öğrenmenin geliştirileceği bir dönem olacaktır. (sf. 87)
- İlkokul çocuklarının gelişimsel özellikleri dikkate alınarak teneffüs süreleri artırılacaktır. (sf. 85)
- İlkokullarda teneffüs ve serbest etkinlik saatleri yeniden düzenlenecektir. (sf. 86)
- İkili eğitim tümüyle kaldırılacaktır. (sf. 87)
- Yardımcı kaynak ihtiyacını büyük ölçüde ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılacaktır. (sf.87)
Birkaç olumlu noktanın varlığı, büyük yanlışların ve büyük eksiklerin boşluğunu görmeye engel değil. Örneğin, ortaokul dönemine ilişkin MEB’in ya söyleyecek bir sözü yok ya da bizimle paylaşmaktan çekindiği bir planı var. Muhtemelen ikisi birden. MEB ortaokul yıllarının "çocuğun somuttan soyuta geçtiği" yıllar olduğunun ve bu yıllarda "kavramsal öğrenmenin" gelişeceğinin farkında. Velakin, soyut kavramsal öğrenmenin geliştiği bu yıllarda neyi nasıl yapacak da öğrencileri yerlileştirecek ve millileştirecek, orasını pek açık etmek istemiyor sanki. Veya, kendi planından korkuyor.