Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
21. yüzyıl başında yandaş-karşıt senaryoları
Osmanlı ve Türkiye tarihinde demokrasi şafakları ile ilgili gözlem ve tespitlerimden yandaş-karşıt senaryolarının üretimi konusunda son yazım, 2002 sonrası AKP önderliğinde söken altıncı ve son demokrasi şafağına odaklanıyor.
Ancak, 1950’de başlayan büyük demokrasi umudunun mayalanma dönemi olarak görülebilecek 1945-50 arası gibi, 2002’de başlayan umutların mayalanma dönemi olarak da 1990’lara ve 90’ları anlamak için de 1980’lere bakmak gerekiyor öncelikle.
1980’LER
Amerika güdümündeki soğuk savaş dönemi Sovyetler fobisine 1979 İran İslam Devrimi sonrası eklenen ‘radikal İslam tehdidi’ algısı nedeniyle, popülist İslami söylem (1945 sonrasında İsmet İnönü için olduğu gibi) Amerika dostu 12 Eylül 1980 darbecileri için de ‘kullanışlı’ hale gelmişti.
Estirdikleri devlet terörü sayesinde darbecilerin oy talebi söz konusu olmadığı için tüccar popülizme ihtiyaçları yoktu. Zaten 1980 öncesi sağ ve sol siyasi aktörlerin de ‘katkısıyla’ (!) can pazarına dönüştürdükleri ülkede darbeciler, asayişi sağlama vaadiyle örgütsüz halkın desteğini büyük oranda garantilemişlerdi.
Aydınlar Ocağı’nın fikri altyapısını oluşturduğu Türk-İslam sentezine dayanarak giriştikleri büyük toplumsal zihniyet inşasındaki başarılarında bu destek önemli rol oynamıştı. Neoliberal hakimiyetin yayılmaya başladığı küresel konjonktürün bundaki rolünü anlamak için aradan yıllar geçmesi gerekecekti. Ancak, 1973’te Şili’den başlamak üzere askeri darbelerin Sovyetler karşıtlığı kadar (Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararlarında özetlenen) neoliberal ekonomik politikaları hayata geçirme amacıyla yapıldığı o zaman da aşikardı.
1945-50 arasında olduğu gibi 1980’lerde de (İslami rengi koyulaşmış) Türk-İslamcılık aracılığıyla içerimlenmek istenen taşra/çevre (havas), bu sefer bu söylemi sahiplenen sağ merkez partiler kadar, İslam-Türkçü söylemiyle öne çıkan Milli Görüş çatısına da yöneldi ve bu, müesses nizam için alarm zillerinin çalmasına neden oldu.
1990’LAR
1950’lerde Demokrat Parti içinde ve 1960lerda Adalet Partisi içinde varlığını sürdüren ‘ılımlı’ İslamcı akımın devamı olarak görülebilecek Milli Görüş çizgisi, 1970’te kurulup bir yıl sonra kapatılan Milli Nizam Partisi ve devamı partilerin çatısı altında sebatla parlamenter siyaset mücadelesini sürdürmüştü. Kapatmalara ve kesintilere rağmen 1960-80 arasındaki çok uzun demokrasi baharında Milli Görüş çizgisi oldukça etkili olmuştur. Yani, Türkiye’de muhafazakar-mütedeyyin kesim olarak nitelendirilen geniş bir halk kesiminin sesinin siyaset sahnesine yansımasını sağlamıştır.
1980 darbesiyle başlayan gece karanlığının ülkede yarattığı ağır tahribat sürerken, reel sosyalist rejimlerin çöküşü sonrası küresel düzeyde ortaya çıkan (İkinci Dünya Savaşı sonrası liberal demokrasi rüzgarına benzer) neo-liberal demokrasi rüzgarı, 1945-50 arası Türkiye’sinde olduğu gibi, 1990’lar Türkiye’sinde yeni bir demokrasi şafağın mayalanmasına yol açtı.
Geçen yazıda belirttiğim üzere, 12 Eylül darbesiyle sekteye uğrayan sınıf düzlemindeki hak mücadelesi, kısa süre içinde sendikal örgütlenme aracılığıyla toparlanmaya çalışırken, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren toplumsal cinsiyet düzleminde ağır koşullar altında kadınların ve çok daha ağır koşullar altında LGBTQ+ bireylerin mücadelesi 1990larda daha geniş bir demokrasi tahayyülünün ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu on yılın öne çıkan özelliği, postmodern dünyadaki gelişmelere paralel olarak eş zamanlı bir şekilde küreselleşmenin (ulus aşırılık) ve partikülarizmin (kimlik) gelişmesinin yarattığı gerginliğin belirleyici olmasıydı. Kolektif kimlikler düzleminde dil ve inanç gruplarının önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak şekilde güçlenmesi ve kitleselleşmesi sonucu Türkiye Cumhuriyeti’nin tekçi özelliğini tehdit eder hale gelmesi müesses nizamı alarma geçirdi. Ancak her zaman olduğu gibi partiler ve parlamenter mücadele üzerinden bunu soğurma güveni ve planı eksik olmadı.
2002 SONRASI YANDAŞ-KARŞIT SENARYOLARI
Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin altıncı şafağı olarak 2002 sonrası birkaç yıla baktığımızda, askeri vesayet ve ordu gölgesinde müesses nizam partileri (gerçek) demokrasinin bir numaralı düşmanları olarak anlatıda yer almaktadır. Farklı düzlemlerde eşitlik ve hak mücadelesi verenlerin sesi, temsilcisi veya (zımni veya açık şekilde) umudu olarak ortaya çıktığını iddia eden Adalet ve Kalınma Partisi’nin, bu ‘demokrasi düşmanları’ karşısında verdiği mücadelede üç önemli tarihsel arka planı ve dayanağı vardı:
1. 1990’larda toplumun farklı kesimlerinde yükselen radikal demokrasi mücadelesinin kazandırdığı ivme sonucu ortaya çıkan güçlü siyasi söylem ve kitlesel demokratik hareketlerin zorlayıcı rolü
-a Bu bağlamda Kürtler ve Aleviler başta olmak baskı altındaki toplulukların kitlesel güçlü örgütleri aracılığıyla kolektif kimlik düzleminde hak mücadelesi bağlamında etkili olması
-b Toplumsal cinsiyet düzleminde 1980lerde güçlenmeye başlayan ve 1990larda kitleselleşen kadın mücadelesi ve dirayetli LGBTQ+ direnci
2. Sovyetlerin dağılması üzerine ulus-devlet ötesi özgürlükler, azınlık hakları ve sosyoekonomik refah (liberal demokrasi) bağlamında umut kapısı Avrupa Birliği üyeliği umudu
3. En önemlisi, başından beri merkez-taşra (havas-avam) düzleminde öteki olan Müslümanların 1990lardan itibaren baş örtüsü yasağına ve genelde Jakoben laikçi politikalara karşı dirayetli kadın mücadelesi aracılığıyla şehre taşınarak daha cesurca dışa vurdukları memnuniyetsizlikleri ve 90’ların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan nihayet iktidar olma umudu.
Dönemin ruhuna uygun olarak sınıf düzleminde giderek yükselen hak mücadelesinin belirleyici olmaktan uzak olması neo-liberalizmin başarı hanesine yazılabilir. Bu başarının etkisi, emek sömürüsü sorgulaması ve devrimci sendikacılık bir yana sarı sendikaların bile kan kaybettiği süreç günümüze kadar etkisini artırarak sürdürmektedir.
Sonuç olarak, Milli Görüş geleneğinin reformist dönüştürücü İslam-Türkçü popülist söylemi sayesinde iktidara gelen AKP, 2000’lerde merkez sağa yerleşerek DP ve ardıllarından devraldığı tüccar popülist söylem sayesinde de çok başarılı bir müesses nizam partisine dönüşmüştür. Bu süreçte yaşanan vahim dönüşüm sonucunda AKP’nin müesses nizamın popülist (ve Türkçülüğü baskın) Türk-İslam sentezine mahkum olması, trajik bir öykü olarak yazılmayı beklemektedir.
Bu dönemde gündeme gelen ve halen yürürlükte olup iktidar bloku tarafından tepe tepe kullanılan demokrasi yandaşlığı ve karşıtlığı senaryolarının tarihi ise birkaç on yıl sonra ancak yazılabilir görünmektedir.
Ancak şimdilik kısaca şu notu düşmek mümkündür sanırım: Bir zamanların devrimci/dönüştürücü İslami popülist söylem ve politikalarını bir yana bırakan AKP, bugün MHP ortaklığıyla birlikte yoğurduğu ve en banal tüccar popülizm aracına dönüştürdüğü İslam-Türk sentezini ‘yerli ve milli’ retoriğiyle ülkede hakim kıldı. Bir yandan da 12 Eylül darbecilerinin yarattığı Türk-İslam senteziyle yoğrulmuş Türkiye’nin nimetlerinden yararlanmaktadır. Aynı zamanda, küresel neoliberal popülist otoriterleşme eğilimine paralel olarak bu sentezi toplumda daha çok derinleştirme ve yaygınlaştırma konusunda (mevcut muhalif partilerin katkısıyla) yeni doruklara koşmaktadır.
******
Büyük alt üst oluşlarla devam etmekte olan bu sürecin durmadan değişen demokrasi yandaşları ve karşıtları senaryolarını ancak başlıklarıyla burada sıralamak, gelecekte yazılacak tarih için not düşmek anlamına gelebilir.
AKP önderliğinde kısa 21. yüzyıl Türkiye tarihine baktığımızda, çevreden merkeze gelerek yerleşme süreci yaşayan AKP’nin senaryosuna göre demokrasi mücadelesinde on yılda karşıtlar/düşmanlar ve yandaşlar/müttefikler senaryolarının hızlı dönüştüğünü görürüz.
Demokrasi şafağı olarak kabul edebileceğimiz 2002 sonrası ikinci on yılda tablo kaba hatlarıyla şu şekildedir.
a- Demokrasi karşıtları/düşmanları olarak sunulanlar:
i- Anti demokratik elitist müesses nizam
1- Kemalist bürokrasi, yargı ve ordu
2- Sağ ve sol Kemalist sivil siyaset aktörleri (medya, sermaye grupları, partiler, STK ve bireyler)
b- Demokrasi yandaşları/dostları (müttefikler) olarak sunulanlar:
i- Demokrat Batı
1- En büyük motivasyon kaynağı olarak AB üyeliği
2- Kısmen ABD
ii- Batıcı liberaller
iii- Batı tarafından dünyaya model/örnek olarak sunulan ‘ılımlı’ İslamcılar/ihvancılar
iv- Gülenciler
Bu karşıt-yandaş senaryosunda üçüncü yol mücadelesi veren kimi bağımsız aktörlerin de bazı AKP yandaşları tarafından bu ilk on yılda zaman zaman demokrasi yandaşları/dostları olarak sunuldukları da görülmektedir. Çoğu zaman oportünistçe bir yaklaşımla ve ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışıyla geliştirilen bu söylemde özellikle iki çevreyle ilgili (özdeşleştirilme ve hatta açıktan ittifak imajından hep kaçınılarak) utangaçça da olsa demokrasi mücadelesinde müttefiklik iması karşımıza çıkabilmektedir:
i- Toplumsal cinsiyet düzleminde hak/eşitlik mücadelesi aktivistleri (feministler ve LGBTQ+ aktivistleri)
ii- Azınlık hakları savunucuları (Kürt ve Alevi hareketi başta olmak üzere dil, kültür, inanç aktivistleri ile çoğulculuk veya özerklik savunucuları)
Demokrasi şafağının hızla geceye evirildiği 2015 ve sonrası yıllara baktığımızda ise tablonun radikal olarak değiştiğini; muktedirlerin senaryosunda dost ve düşmanların bir anda yer değiştirdiğini görürüz. Yukarıda ilk on yılın demokrasi yandaşları olarak sunulanların çoğu sonraki süreçte (zamana ve koşullara bağlı olarak kullanılmak üzere) demokrasi karşıtı nefret figürü olma konusunda bir birbirleriyle yarıştırılır. Bu arada yandaş-karşıt senaryolarında İttihatçıları ve ilk dönem Kemalistlerini geçen AKP, demokrasinin en büyük karşıtları olarak gördüğü elitist müesses nizam aktörleriyle (sermaye, bürokrasi, yargı ve ordu) ve milliyetçi Kemalistlerle kurduğu ittifak nedeniyle demosun yerli ve milli temsilcileri olarak iktidar blokunu ve ona yamanmaya çalışan irili ufaklı grupları demokrasinin tek yandaşları olarak sunmaktadır.
Buna mukabil, başlangıçta utangaçça ittifak sinyalleri verilen bağımsız siyasi çevreler ise bugün iktidar bloku tarafından sürekli yürütülen şeytanlaştırılma kampanyalarında başı çekmektedir. Müesses nizamı sorgulamayan ‘muhalifler’ ise (çoğu zaman beka edebiyatıyla birlikte yürütülen) bu kampanyaya sessiz kalarak ve hatta bazen gönüllü olarak katılarak istemeseler de AKP-MHP iktidarının bekasına hizmet etmektedirler.
*****
Diğer tüm dönemlerde olduğu gibi, demokrasi yandaşları ve karşıtları acımasız iktidar savaşının muzafferleri tarafından yazılan senaryolara göre belirlenirken, senaryoların el çabukluğuyla değiştirilmesi sıkça mümkün olmaktadır.
Diyebiliriz ki yandaşlarıyla ve karşıtlarıyla bize heyecanlı demokrasi hikayesi olarak sunulan senaryolar, esasen acımasızca kinci ve oportünistçe tutarsız aktörler arasındaki iktidar savaşlarından ibarettir. Erk savaşçıları için demokrasi değil, kendilerine yandaş ve karşıt olmak önemlidir.
Bu bağlamda, dünün düşmanının bugün en büyük dost olması veya dünün yandaşının bugün en büyük düşman olması, aktörlerin demokrasi konusundaki konumlanmaları tarafından değil, iktidar karşısındaki konumları tarafından belirlenir.
Geniş kitleler, yani demos için ise söz konusu olan başka bir şeydir: İktidar savaşında muhalefet tarafından kullanılan demokratik söylem ve araçlar bir dönem cazip geldi. Bu nedenle iktidar değişimine ve dolayısıyla demokrasi şafaklarına destek veren demos, kısa süre sonra iktidar tarafından özgürlükler veya insan hakları/güvenlik benzeri ikilemlere veya popülist yerli ve millici söylemlerin fanatizmine mahkum edilmektedir.
İttihatçılardan ve Kemalist senaryolardan çok şey öğrenerek bugün onları çok daha başarılı şekilde kullanan AKP’nin, iktidara gelmeyi değil ama koruyabilmeyi kendisine borçlu hissettiği milliyetçi Kemalist erk çevreleriyle ittifakında kontrolü ne kadar elinde tuttuğu, gelecekte tarihçiler tarafından en çok tartışılacak konulardan biri olacaktır.
*****
Genelde Osmanlı ve Türkiye tarihinde demokrasi şafakları ile ilgili önemli gözlem ve tespitlerden biri olan yandaş-karşıt senaryolarının üretimi konusunda kısaca şöyle bir sonuca varmak mümkündür: Türkiye demokrasi tarihinde yandaş-karşıt senaryolarının ötesinde bir anlatı için bize sunulan çerçevenin ötesini görmek gerekiyor.
Ancak o zaman demokrasi şafaklarının bir başka temel özelliği olan tasfiye süreçlerini doğru anlayabiliriz.
Devrimin çocuklarını yemesi misali karşımıza çıkan demokrasi şafaklarında yaşanan tasfiye süreçlerini ise sonraki yazıda ele alacağım.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])