Zor karar: Erdoğan’ın mı yoksa devletin mi bekası?

Kendisi yıllardır ‘terör örgütü’ olarak suçladığı Kürt Hareketi ile ‘uzlaşı’ peşindeyken, CHP ve DEM arasındaki Kent Uzlaşısı siyasetini kriminalize eden bu adımları, süreci yürüten devlet için büyük risktir.

Bir süredir devam eden, “yüzyıllık sorunun çözümü”, “kırk yıllık terörün/savaşın sonu” ve “yeni Ortadoğu yapılanmasına hazırlık” gibi amaçlara hizmet etmesi öngörülen (adı konulamamış) süreç, Erdoğan’ın bariz İmamoğlu korkusu nedeniyle son günlerde attığı tekinsiz adımlardan dolayı, büyük bir kazaya uğrama riskiyle karşı karşıyadır…

Kendisi yıllardır ‘terör örgütü’ olarak suçladığı Kürt Hareketi ile ‘uzlaşı’ peşindeyken, CHP ve DEM arasındaki Kent Uzlaşısı siyasetini kriminalize eden bu adımları, süreci yürüten devlet için büyük risktir.

Biliyorum, birçok kişi devletin artık Erdoğan’dan ibaret olduğunu, hatta Erdoğan’dan bağımsız/öte bir müesses nizam olmadığını/kalmadığını düşünüyor. Ancak en azından modern tarihte (en totaliter rejimlerde bile) devlet ve müesses nizam asla tamamen ortadan kalkmamıştır; kalkmaz.

Biraz tarih bilenler şunu iyi bilirler ki hiçbir Ulu Hakan, Kurtarıcı, Kurucu, Duçe, Yüce Önder, Führer veya Reis ve rejimi, her şeye rağmen devletle ve müesses nizamla tam olarak örtüşmemiştir.

Bugün bu tartışmaya ne teorik ne de tarihsel düzlemde girmem mümkün değil. Dünya ve Türkiye örnekleri üzerinden “şahıs kültü, rejim, devlet ve müesses nizam arasındaki ilişki” meselesine Tarih Tersleri’nde daha sonra yer verme olanağımız olacaktır. Ancak “19 Mart Darbesi” sonrası başlayan, içinde bulunduğumuz bu olağanüstü günlerde, şimdilik burada detaylı tartışamadığım tarihsel arka plan ve teorik analize dayalı olarak aktüel durumla ilgili söylemek istediğim bir şey var.

***

Uzun bir süredir kişi kültü ve tek adam rejimi üzerinden kendi bekasıyla devletin bekasını özdeşleştirme/endeksleme/örtüştürme konusunda oldukça başarılı olan Erdoğan’ın son zamanlarda İmamoğlu korkusundan dolayı attığı adımlar, söz konusu sürece zarar verdiği ölçüde devlet ve müesses nizam için bu örtüşmeyi “yeniden değerlendirme” tavrına yol açacaktır.

Örtüşmenin geçerli olmadığı durumda iki bekadan hangisine karar verileceğini tahmin edebiliriz, ama “alternatif yol haritaları” konusu, tartışmaya açık çetrefil bir konudur.

Müesses nizam için olası yeniden değerlendirme ve alternatif arayışının nedeni, -ekonomik, sosyal ve küresel krizin büyüdüğü böyle bir dönemde ve barış sürecinde elzem olan “keskin kutuplaşmalardan ve çatışmalardan uzaklaşma” gerekliliğinin yanı sıra- asıl olarak ülkede “barış/huzur” ve bölgede “Kürt-Türk-Arap ittifakı” planlarının riske sokulması ihtimalidir.

Kısaca bu risk, şu şekilde özetlenebilir: Bu gidişata en çok sevinecek aktör İran olacaktır!

Buna en çok sinirlenecek olan ise İran merkezli bölge planları için Erdoğan ve Bahçeli önderliğindeki iktidar bloku tarafından başlat(tır)ılan sürece büyük önem ve destek verdiği söylenen (Trump olmasa da) ABD ile İsrail devleti ve müesses nizamı olacaktır…

Barış ve Kürt-Türk ittifakı sürecinin akamete uğramasına aslında en çok üzüleceklerin, maalesef bölge halkları olacağı akla geldiğinde, doğrusu, “ülke, bölge ve dünya güçlerinin de onların planlarının da canı cehenneme!” diyesi geliyor insanın, ama hayat kimseye böyle bir nihilizm lüksü sunmuyor şu anda...

****

Sonuç olarak, Erdoğan’ın kendi iktidarının bekasını devletin bekasıyla örtüştürmeye devam edip edemeyeceği bilinmiyor. Ancak, Erdoğan’ın, son yerel seçimlerin belirleyeni olan geniş halk yığınlarını nasıl ‘ikna edeceği’ veya zapturapt altına alacağını önümüzdeki birkaç günde göreceğiz.

Diğer yandan, artık bu süreçte, CHP başta olmak üzere tüm muhalefet partileri ile partiler üstü öfkeli kitlelerin de (yaptıkları ve yapmadıklarıyla) en az Erdoğan kadar belirleyici olduğu bir momentumla da karşı karşıyayız şu anda.