Ezberlerin ve Kamplaşmanın Ötesinde 1961 Anayasası ve Revizyonları
1961 Anayasası uzun yıllar, vesayetçi özelliklerine rağmen onu yüceltenler ile içeriğindeki demokratik özelliklerini görmezden gelenler arasında keskinleşen bir kamplaşmaya dönüşerek sağlıklı bir şekilde tartışılamamıştır.
Osmanlı ve Türkiye Anayasaları ve revizyonları tarihinde en çok kamplaşma konusu olan anayasa 1961 Anayasası olmuştur. Doğrusu, yapılış süreci ve içeriğiyle bu anayasanın gerçekten en kafa karıştırıcı niteliğe sahip olan anayasa olduğunu söylemek mümkündür.
Tarih Tersleri’nin şu andaki konusu genel anlamda anaysalar tarihi olmayıp onun bir parçası olan “anayasa revizyonları” tarihi olduğu için 1961 Anayasasının çok ilginç ve çetrefil ‘kamplaşma’ meselesini ve ‘kafa karıştırıcı’ özelliğini burada tartışamayacağım.
Ancak, asıl konumuz olan 1961 Anayasası revizyonları tarihine girmeden önce 1961 Anayasasıyla ilgili bazı noktalara kısaca dikkat çekmek mümkündür.
Öncelikle anayasanın (toplumun farklı kesimlerinin katılımının çok sınırlı olduğu) yapılış sürecine yakından ve eleştirel bir gözle baktığımızda, sivil elitlerin bu süreçteki rolü ve tavrı 1961 Anayasası konusundaki ‘askeri anayasa’ ezberini bozacak nitelikte gerçekler ortaya çıkaracaktır.
Kendilerini “İkinci Cumhuriyetin Kurucuları” olarak gören darbeciler ve onların (eğitimli orta sınıflardan oluşan) sivil destekçileri, yeni anayasa yapımına akademi başta olmak üzere sivil elitler ile ordunun işbirliğinin ülkeye demokrasi getireceği inancıyla/iddiasıyla girişmişlerdir. Bu süreçte, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar’ın başını çektiği sivil hukukçular, yönetimin “Kurucu Meclis” çatısı altında bir an önce sivillere teslim edilmesi yerine “İhtilal Komitesi” eliyle bir süre daha ordunun elinde kalması konusunda adeta darbeci askerlerden daha istekli görünmüşlerdir.
Bu ihtiyacın, Demokrat Parti yönetimindeki sivil yönetimin özellikle son yıllarında (1924 Anayasasından aldıkları güçle!) kuvvetler ayrımını bir yana bırakarak, giderek açık bir şekilde diktatörlük inşasına girişmesi gerçekliğinden kaynaklandığını unutmamak gerekiyor. Nitekim, darbe sürecinde kurulun sivil-askeri ittifak için sivil yürütmenin kolunu kanadını kırmanın demokrasi için en önemli koşul olarak görülmesi, yani demokrasinin en önemli koşulunun sivil yönetimin gücünün sınırlanması olduğu algısı, ancak bu bağlamda anlaşılabilir.
Sonraki yıllarda demokratlığı sadece askeri vesayet karşıtlığına indirgeyen muhafazakâr demokratların, özellikle Müslüman/İslamcı demokratların tarih okumalarında eleştirelliği neredeyse sadece darbe karşıtlığına indirgemesi veya bununla sınırlı tutması daha anlaşılır hale gelecektir.
Diğer yandan, bu konudaki haklı hassasiyetin sadece veya daha ziyade muhafazakâr/Müslüman/sağ demokratlar tarafından dile getirilmesi de bu konudaki duyarsızlıkta ısrarcı olan seküler/sol çevrelerin sorunudur/ayıbıdır.
1961 Anayasası uzun yıllar, vesayetçi özelliklerine rağmen onu yüceltenler ile içeriğindeki demokratik özelliklerini görmezden gelenler arasında keskinleşen bir kamplaşmaya dönüşerek sağlıklı bir şekilde tartışılamamıştır.
Bu kamplaşmanın üstüne çıkarak olumlu ve olumsuz yönleriyle 1961 Anayasasının eleştirel analizini yapabilmek, sadece az sayıda özgürlükçü sol veya liberal çevre için mümkün olmuştur. (Bu konuda isim, kurum veya yayın adı anmak, her halükârda bazılarını ihmal etmek veya unutmak anlamına gelecektir, ama yine de akademiden Bülent Tanör ve Ergun Özbudun ile akademi dışından Ayşe Hür ve Taha Akyol’un makale ve kitaplarını, aklıma ilk gelen örnekler olarak anmak isterim.)
Elbette askeri darbe veya ihtilal sonrası hazırlanmış her anayasa özellikle hazırlanış süreci bağlamında sivillikten ve dolayısıyla demokratlıktan uzaktır. Ancak aynı tespitin anayasanın içeriği için her zaman geçerli olacağını söylemek doğru olmayabilir. En azından içeriğinin (hazırlatanlar, hazırlayanlar ve hazırlanma koşulları unutulmadan) eleştirel analizi yapılmadan bir anayasanın ne kadar demokratik olduğunun söylenmesi doğru olmayacaktır.
Daha da önemlisi, herhangi bir anayasanın veya anayasal revizyonun siviller tarafından yapılmış olması onun “demokratlık” garantisi olarak görülemez. Çünkü sivillik bu konuda elzem, ama yeterli koşul değildir.
Ara bir not olarak bu durumu 1982 Anayasası revizyonları açısından incelediğimizde, yine tam bir “darbe anayasası” olan 1982 Anayasasının, özellikle günümüzde devam eden sivil diktatörlük inşası sürecinde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi planlanan anayasa revizyonları sonunda “sivil” müdahaleler aracılığıyla bugün aldığı hal düşünülecek olursa, anayasalara yapılan “sivil” müdahalelerin demokratlığın garantisi olamayacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Son olarak 1960 Anayasanın demokratik özelliğiyle ilgili şunu söylemek isterim: 1960’lı ve 1970’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefetin ve farklı kesimleriyle sivil toplumun gelişiminin ve mücadelenin getirdiği kazanımları veya yol açtığı demokratik gelişmeleri, adeta 1960 Anayasanın sonucu veya nihai amacı olarak görmek yanlıştır. Bu yanlış, hem genel olarak tarihe teleolojik bakış hatasından (çarpıklıktan), biraz da anayasalara yüklenen (fetiş boyutunda) abartılı anlamdan kaynaklanmaktadır.
*****
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinin ürün olan 1961 Anayasasının haklı bir tanımlamayla ‘darbe anayasası’ olarak nitelendirilmesi tartışılmaz doğrudur. Ancak bunun Türkiye’de sivil yönetime ilk “ordu müdahalesi” olarak görülmesindeki sorunları bir yana bırakarak şu ayırıma dikkat çekmek istiyorum. Daha kuruluşunda askerin “kendi eseri” olarak gördüğü (ve büyük oranda öyle olan!) Cumhuriyet’in ilk on beş yılında Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak liderliğinde ordu ile sivil yönetiminin iç içeliği nedeniyle bu dönemde darbe meselesinin farklı bir şekilde ele alınması gerektiği açıktır. Ayrıca ordunun ‘Milli Şef’ olarak gördüğü İsmet İnönü’nün sahip olduğu ‘Kurtuluş Savaşı Komutanı’ imajı ve devletin yönetimindeki etkili rolü, 1939’da yönetimi devralmasından muhalefete geçtiği 1950’lere kadar devam etmiştir. Bu rol ve imaj, 1950’ler boyunca Demokrat parti yönetiminin üzerinde ordu tehdidi ve vesayetinin eksik olmamasına yol açmıştır. Bu gerçeklikler bağlamında dönemin ordu ve hükümet ilişkilerinin eleştirel bir analizi, ‘askerin siyasete müdahalesi’ bağlamında ezber bozucu sonuçlar ortaya koyacaktır.
*****
Osmanlı-Türkiye anayasa tarihinde dördüncü anayasa olarak karşımıza çıkan 1961 Anayasasının öncekilerden temel farklarına baktığımızda, öncelikle bazı niceliksel farkları şöyle bir genel tabloda göstermek mümkündür:
Daha önce bu köşede detaylı anlattığım üzere, daha ziyade “ek anayasa” veya “paralel anayasa” olarak görmemiz gereken 24 maddelik 1921 anayasası dışarıda tutulacak olursa, anayasalar tarihinde dikkat çeken özelliklerden biri, her yeni anayasada madde sayısının artmasına dayalı olarak ortaya çıkan niceliksel büyümenin aşırı olmadığıdır. Hatta Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçilirken madde sayısında düşüş olduğunu görürüz.
Diğer yandan, anayasaların en başında verilen ve daha ziyade anayasanın konjonktürünü, amacını ve genel olarak ruhunu ortaya koyma niyetiyle kaleme alınan Başlangıç bölümü, ilk olarak 1961 Anayasasında görülmektedir. Sonraki 1982 Anayasasında da karşımıza çıkacak bu bağımsız bölüm (156 sözcük), 1961 Anayasasında oldukça uzundur (354 sözcük).
1921 Anayasasında “Medde-i Münferide” ve 1924 Anayasasında “Muvakkat Madde” olarak anılan ve her ikisinde de sadece birer adet bulunan geçici maddelerin sayısı, “Geçici Hükümler” başlığıyla 1961 Anayasasında 11’e fırlamıştır.
*****
Niteliksel bağlamda yapılacak bir karşılaştırma, esasında bu anayasanın asıl kafa karıştırıcı ve kamplara ayrıştırıcı özelliğini ortaya çıkaracaktır, ama yazının asıl konusu bu olmadığından şu anda bunun detaylarına değinmeyeceğim.
Ancak bu bağlamda kısaca şunları söylemek mümkündür: 1961 Anayasası genel olarak “özgürlük kural, sınırlama ise istisna” ilkesine dayandığı için önceki anayasalara göre daha liberal niteliğe sahiptir. Nitekim 1971 Muhtırası sonrasında gerçekleştirilen (gelecek hafta ele alacağım) revizyonlar, tam da anayasanın bu özelliğini tersine çevirmek üzere yapılmıştır.
Elbette 1961 Anayasasının anti-demokratik özelliği sadece onu hazırlatanların ve hazırlayanların askerlerden oluşmasından kaynaklanmaz. 1950’li yılların sonunda güçlenen ‘yürütme diktatörlüğü’ne bir tepki olarak yürütmenin birçok yönden yargı ve yasamanın (sadece denetimi değil) kontrolü ve vesayeti altına sokulmasından da kaynaklanır. İki kameralı bir parlamento kurularak Millet Meclisinin Senatonun denetimine sokulması da aynı tepkinin sonucudur.
Anayasa metninden veya içeriğinden ziyade uygulamasından ve genel olarak yeni rejimin yapısından kaynaklanan ordu vesayeti de elbette dönemin anti-demokratik niteliğine katkı sunan unsurlardandır.
*****
Anayasanın kabulünden sekiz yıl sonra başlayan 1961 Anayasası revizyonlarında genel duruma baktığımızda, bazı kaynaklarda 1974 revizyonunun, bazılarında ise 1980 revizyonunun dikkate alınmadığını ve bu nedenle toplam revizyon sayısının yedi olarak verildiğini görüyoruz. Ancak doğru ve tam tablo şöyledir:
Yapılan revizyonların sayıları açısından dönemleri karşılaştıracak olursak, yapılan sekiz revizyonun yedisinin, iki darbe arasındaki 20 yıllık dönemde ve bir revizyonun da 12 Eylül darbesi sonrasında gerçekleştirildiğini görürüz.
Bu yedi revizyonun üçü Anayasanın kabulünden sonraki on yıl içerisinde gerçekleştirilirken, ikisi de 12 Mart döneminde, esasen Muhtıra yılı olan 1971 yılı içerisinde gerçekleştirilmiştir. Muhtıra ile 12 Eylül Askeri Darbesi arasındaki sekiz yılda da sadece iki kez anaysa revizyonu yapılmıştır.
*****
Gerçekleştirilen bu revizyonlara daha yakından, maddeler bağlamında baktığımızda ise bazı revizyonların diğerlerine göre çok daha fazla sayıda madde değişikliği içerdiğini görürüz:
Darbe yılında gerçekleştirilen 20 Eylül 1971 tarihli revizyon, tüm bu süreçte yapılan toplam 59 maddenin 44’ünü kapsamaktadır. Değişiklik yapılan bu maddelerden 35’i ana madde ve dokuzu geçici maddedir.
Bundan kısa süre sonra 20 Mart 1973 tarihinde ise beşi ana madde ve ikisi geçici madde olmak üzere toplam yedi maddede daha değişiklik gerçekleştirildiğini görmekteyiz.
Diğer yandan, tüm süreç boyunca değişiklik yapılan toplam 59 maddenin 46’sı anayasanın ana maddeleri arasında yer alırken 13’ü ise geçici maddelerden oluşmaktadır.
*****
Gelecek hafta nitel analiz ve içerik değerlendirmesi bağlamında 1961 Anayasası revizyonlarına baktığımızda, 12 Mart 1971 Muhtıra döneminde yapılan revizyonların, (bir süredir muktedirlerce ‘fazla geniş’ bulunmaya başlanan) 1961 Anayasanın görece özgürlükçü özünü ve ruhunu radikal bir şekilde törpülendiğini açıkça göreceğiz.