Ahmet Nesin
29 Şubat’ta Hulusi Akar mı İlker Başbuğ mu başkan olacak!..
Bizim ülkemizde ‘Bela geliyorum demez’ ama ‘Darbe geliyorum der.’ Türkiye’de darbenin geleceğini darbeye karşı gazeteci ve aydınların tartışmasıyla öğrenirsiniz, o kadar karşılardır ki, mutlaka birini savunarak diğer darbeyi kötülerler. Onlar çok yamandırlar, darbeye karşı olduklarından darbenin başbakan yardımcısı Turgut Özal’ı başbakan seçerler, 27 Mayıs’a karşı olduklarından diktatörlüğüne ramak kalmış Adnan Menderes’i demokrasi havarisi yaparlar ve de 12 Mart’a "Muhtıra" adını verip "3’e 3" diye bağırıp, Deniz Gezmiş’ler için kalemini kıran hâkim Ali Elverdi’yi demokrasi adına milletvekili yaparlar.
Yine sabah akşam darbe yazmaya ve konuşmaya başladılar, hem de sertleşerek, hem de 15 Temmuz darbe girişimini halkın durdurduğu palavrasını atarak, Erdoğan’ın darbe gecesinden haberi olduğunu saklayarak.
Başta Hürriyet Gazetesi yazarımsısı Abdülkadir Selvi olmak üzere "Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesinden haberi yoktu" diyen bütün yazar ve aydın bozuntularına tek soru soracağım ve tek demagojisiz yanıt istiyorum: Darbeden haberi olmayan Recep Tayyip Erdoğan Emasya Protokol’ünü neden imzaladı ve 14 Temmuz 2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlattı?
Başta Abdülkadir Selvi’nin adını anmamın tabi ki bir nedeni var, Selvi önceki günkü yazısında Erdoğan’ı öyle bir anlatmış ki, Almanya’da benim ödüm hazrola geçti, generaller ne durumdadır acep. Selvi yazısında "O dönem başbakan olan Erdoğan’ın bunun üzerine Genelkurmay Başkanı’nı aradığı ve sert bir dille uyardığı biliniyor. Ancak Erdoğan’ın Genelkurmay başkanlarına yönelik sert çıkışları sadece bu değil. Birkaç anekdotu paylaşmak istiyorum. 27 Nisan e-muhtırası verildiğinde telefonuna çıkmayan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, AK Parti’nin açıklama yapacağı duyurulunca 28 Nisan günü Erdoğan’ın telefonuna geri dönüş yapıyor. Erdoğan’ın ilk sözü "Paşa, bu ülkeyi sen mi yöneteceksin, yoksa ben mi?" oluyor. Bir MGK toplantısında ise Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur hükümeti itham eden bir konuşma yapıyor. Başbakan’ın uyarmasına rağmen Eruygur aynı tonda konuşmasını sürdürünce, Erdoğan masaya vurup "Kes ulan!" diye bağırıyor. Balyoz darbe planı yargılamasında 102 asker tutuklanınca Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, soluğu Dolmabahçe’de Erdoğan’ın yanında alıyor. Erdoğan da gelişmeden dolayı rahatsız ancak Koşaner o denli sert bir üslupla konuşuyor ki, Başbakan bundan rahatsız oluyor. Başbakan’ın bunu hissettirmesine rağmen Koşaner aynı tonda konuşmasını sürdürünce Erdoğan, "Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın? Bizi cemselere doldurup Selimiye Kışlası’na mı götüreceksin" diye uyarıyor." diye yazmış.
Kimse bana Abdülkadir’in bu bilgilere yeni ulaştığını ve yıllar sonra yayımladığını söyleyemez. Yeni darbe söylentilerine karşı darbe yapacakları korkutmaya çalışmış bence o kıt aklıyla. Ne de olsa komutanların karşısında "Kes ulan" diyecek biri var, silah da neymiş, eli ayağı birbirine dolaşır askerin.
Peki bu darbe söylentisi nasıl çıktı ortaya ve ben neden 29 Şubat gibi bir tarih verdim. Açık söyleyeyim, 29 Şubat sadece bir cinslik, cinslik benim değil, onların, ilginç olmak için böyle bir günü seçebilirler, hem de 28 Şubat’ı 29 Şubat’a bağlayan gece olur. Bu darbe söylentisi yeni değil esasında, kafanızdan geçici süre olarak bilhassa ordudaki Fethullah Gülen ekibini çıkartırsanız daha iyi anlar ve yorum yapabilirsiniz.
Askeriyede dindar tartışması pek olmadı ama dinci tartışması hep yaşandı. Bu tartışma dindarla dinci karıştırıldığında ciddi sorun olmaya başladı. Ama askeriyedeki esas tartışma hiçbir zaman tam olarak bu olmadı, bilhassa 12 Eylül darbesi sonrası askeriyede üst komutanlar NATO ve Avrasya (Şanghay 5’lisi) olarak ayrılmaya başladılar. Ergenekon ve Balyoz olayı tam olarak Fethullah Gülen kavgası olarak gösterilse de yine NATO ve Avrasya kavgasıydı. Gülen ekibi bu kavgada var olmadı mı, tabi ki var oldu ama NATO’cuların yanında yer aldı. İsteyerek yada kullanılarak, bişey fark etmez, Gülen ekibi hep NATO’cu tavır aldı.
Ergenekon sonuçta beraat edince ülkeyi ve Erdoğan’ı da yönetmeye başladı. Burada ikinci hesaplaşma başladı. Bu hesaplaşma Erdoğan ile Ergenekoncuları yanyana getirdi. Neydi onların ortak aklı, ortamı bir darbeye doğru sürüklemek ve 2 kısımdan da hesap sormak. Erdoğan artık Gülen ekibiyle kavgalıydı, Ergenekon da NATO’cularla.
Ergenekon da tek başına NATO’culara karşı darbe yapamazdı, hem denedi ve başaramadı, hem de NATO üyesi bir ülkede bunu halka anlatamazdı, bunun farkına vardı. Siyaseti arkasına alması gerekiyordu, bu Doğu Perinçek gibi biriyle olmazdı, karizmatik Erdoğan en uygun piyondu.
Erdoğan da tek başına Gülen ekibini temizleyemezdi, ona çok sağlam bir gerekçe lazımdı ve sonuçta 15 Temmuz’a gelindi. 15 Temmuz değişik bir darbe gecesidir esasında, Avrasya-NATO kapışmasıdır ve bütün suçu Gülen ekibine atmak en kolay çözümdür, NATO’cu yada Ergenekon’cuyu tek başına terörizmle suçlayıp atamayacaklarından (Denendi ve olmadı) Gülen’i terörist ilan etmek ve herkesi aynı çatı altında toplayıp atmak yada temizlik yapmak en kolayıydı.
Ancak Türkiye’nin son siyasi tavırları, NATO’nun rahatsızlığı, Rusya-ABD ve Türkiye ilişkileri işleri biraz değiştirdi. Şimdi kıpırdanma yeniden başladı. 15 Temmuz’da Hulusi Akar’ın ikircikli davranmasındaki en önemli neden kendisinin NATO’cu olması ve arkasından gelen komutanlarla uyuşmamasıdır. Yoksa darbe önleyen bir genelkurmay başkanı emekli edilip bakan yapılamazdı. Akar 15 Temmuz’da geri planda hep darbenin olabilirliğini hesapladı ve anında bütün hava-deniz ve kara silahlarını durdurmadı. Pazarlık gözaltına alındığında başladı.
Bu 10-15 gün içerisinde çok şey olabilir:
- NATO – Avrasya anlaşıp Erdoğan devre dışı kalabilir,
- Avrasya başarıp Erdoğan’ı devre dışı bırakabilir ve İlker Başbuğ geçici lider olabilir,
- NATO tek başına hâkim olup Erdoğan’ı devre dışı bırakır ve Ali Babacan ekonominin başına geçer. (Parti neden bitürlü kurulmuyor sanıyorsunuz)
- Her iki durumda da Kurucu Meclis kurulup anayasa yeniden yazılır.
- Son olarak da her iki durumda da bize ekmek yine yok, zaten darbeden gelen ekmeği de hiç mi hiç sevmeyiz.