Ümit Kardaş
Abesle iştigal eden kim!
Türkiye’nin yaşadığı tarihsel süreç merkezde sürekli yaşananın bir güçler savaşı olduğunu gösteriyor. Bu nedenle rejimi, hukukun kurgu olarak dahi yer almadığı bir "gücü gücü yetene rejimi" olarak nitelemek uygun olur.
12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren de insanlar askerî mahkemelerde yargılanırken ve sistematik işkence sonucu bir kısmı ölürken meydanlarda hukuka olan bağlılıklarından, yargının bağımsız olduğundan söz ediyordu.
Bugün de iktidar temsilcileri Türkiye’nin özgürlükler ülkesi olduğunu, hukukun işlediğini, hâkimlerinin bağımsız ve tarafsız olduğunu söylemekteler.
AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta, 12 Ocak 2019’da AK Parti Afyonkarahisar İl Başkanlığı'nı ziyaretinde yaptığı konuşmada şunları söylemiş.
"İnsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar. Bu çok algı ve yanlış söylemlerle birlikte aleyhimize kullanabilecek bir alan olarak görülebiliyor. Aslında bunların hiçbiri doğru değil. Türkiye insan hakları noktasında pek çok Avrupa ülkesinin ve ABD'nin kendisini özgürlük ve insan hakları noktasında ileri olarak niteleyen pek çok ülkenin standartlarının üzerindedir şu an... O yüzden Türkiye'de insan hakları ihlali olduğunu söylemek artık abesle iştigaldir. Sonuçta hukuk ve kanunlar herkes için geçerlidir. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuka aykırı kim iş yapıyor ve ülkeye zarar veriyorsa ve terör örgütleri ile işbirliği içerisinde kanuna aykırı iş yapıyorsa elbette hesabı sorulacaktır."
Bu sözleri söyleyen politikacı insan haklarından sorumlu olmasının yanı sıra başörtüsü yasağı nedeniyle öğrenci iken mağdur edilmiş ve bu uğurda hukuk mücadelesi vermiş bir insan. Demek ki güce yakın olunduğunda hakikatten ve empati yapmaktan uzaklaşmak kaçınılmaz hale geliyor.
Oysa Türkiye hak ve özgürlüklerin kullanımı ve hukuk güvenliğinin sağlanması bakımından bir çöküşü yaşamakta. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve hak temelli çeşitli örgütlerin verileri esas alınarak hazırlanan ve 2002-2018 dönemini kapsayan "AKP İktidarının Hak İhlalleri Karnesi" isimli rapor 09/12/2018 tarihinde açıklandı.
Rapora göre, 2002-2018 yılları arasında 47 bin 910 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi. Yaşam hakkı ihlallerinin 22 bin 224’ünü iş cinayetleri, 14 bin 960’ını kadın cinayetleri, 4 bin 3’ünü ise çocuğun yaşam hakkı ihlalleri oluşturdu.
Rapora göre, 2002-2018 yılları arasında 21 bin 325 kişiye işkence ve kötü muamelede bulunuldu. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında 988 olan işkence ve kötü muamele sayısı bu yıldan itibaren düşüş gösterse de 2014 yılı ile birlikte yeniden büyük oranda artış yaşandı.
2014 yılında bin 39, 2015 yılında 5 bin 671, 2016 yılında 5 bin 606, 2017 yılında 2 bin 278 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı ifade edildi. Rapora göre, 2018 yılının şimdiye kadarki döneminde ise 2 bin 214 kişi işkence ve kötü muamele gördü.
Hemen her alanda hak ihlallerinin Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine çıktığı Türkiye’de, 2017 yıl sonu verilerine göre Cumhuriyet Başsavcılıklarında soruşturma evresinde şüpheli olarak hakkında işlem yapılan kişi sayısı 11 milyon 985 bin 118’e ulaştı.
Bu rakam 2006 yılında 2 milyon 943 bin 33’tü. 2006-2017 yılları arasında Cumhuriyet Başsavcılıklarınca haklarında soruşturma dosyası açılan yurttaşların sayısı yüzde 307 oranında artarken, geçtiğimiz yıl Türkiye’de haftada 230 bin 483, dakikada 23 kişi hakkında şüpheli sıfatıyla işlem yapıldığı ortaya çıktı.
İfade özgürlüğünün genişletilmesi amacıyla TCK 301’de değişiklik yapılmasına rağmen, sanık olan kişi sayısında yüzde 43 artış yaşandı. Özellikle muhalif düşünceyi bastırmak için her fırsatta devreye sokulan 301’nci madde gereğince sanık olanların sayısı 2006’da 526 iken, 2017’de 754’e ulaştı. 2006-2017 yılları arasında m. 301 nedeniyle sanık olan toplam kişi sayısı ise 4 bin 21 olarak kayıtlara geçti.
2003-2006 yılları arasında Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle sanık olan kişi sayısı 109 iken, bu rakamın 2007-2014 yılları arasında önce 895’e, 2015-2017 yılları arasında ise 12 bin 168’e yükseldiği görülmekte.
2003-2006 yılları arasında Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle sanık sandalyesine oturan 15 yaşından küçük sadece 1 çocuk bulunurken bu rakam 2007-2014 yılları arasında önce 8’e, 2015-2017 yılları arasında ise 113’e yükseliyor. 2003-2006 yılları arasında hakaret gerekçesiyle hakkında mahkûmiyet kararı verilen kişi sayısı 31 iken, bu sayı 2007-2014 yılları arasında 243’e, 2015-2017 yılları arasında ise 3 bin 221’e yükseliyor,
Rapora göre, iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin sayısı 2002’den 2017’ye kadar 13 kattan fazla arttı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 146 iş cinayeti yaşanırken bu sayı 2003’te 811, 2007’de bin 44, 2010’da bin 454, 2017’de ise 2 bin 6 oldu. 2018’in şimdiye kadarki döneminde ise en az bin 797 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
2011- 2018 yılları arasında da 4 bin 3 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. 2011 yılında 815, 2012 yılında 606, 2013 yılında 633, 2014 yılında 627, 2015 yılında 875, 2016 yılında 242, 2017 yılında 138 ve 2018 yılının başından şimdiye kadar 67 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. Çocukların yaşam hakkı ihlallerinde en büyük neden ihmaller oldu. 435 çocuk iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirirken 2011-2018 yılları arasında 2 bin 311 çocuk ihmaller sonucu hayata gözlerini yumdu.
Hak ve özgürlüklerin kullanımı ve güvenceye kavuşturulması bakımından tablonun vahameti ortada.
Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Aralık 2017 itibarıyla dünya çapında 262 gazetecinin hapiste olduğunu açıkladı. Komitenin her yıl açıkladığı rapora göre, en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu üç ülke, sırasıyla Türkiye, Çin ve Mısır. Türkiye’de 141 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu durumda.
Cezaevlerinde 44.000 terör suçlusu tutuklu bulunmakta. Toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 260.000’i bulmuş durumda. Cezaevleri insan deposu haline gelirken buralarda hak ihlalleri çoğalarak devam ediyor.
İktidar yeni cezaevleri yapımını müjde olarak vermekte. Oysa bir ülkede cezaevi sayısını arttırmada bir ihtiyaç ortaya çıkmışsa bu, o ülkenin hiçbir sorununu uzlaşmayla çözemediğini, medeniyet kaybına uğradığını ve her alanda gerilediğini gösterir.
Freedom House’un 2018 yılı çalışmasında Türkiye "özgür olmayan ülkeler" kategorisine alındı. Türkiye’nin özgür olmayan ülkeler kategorisine alınmasında, siyasi haklar ve bireysel özgürlüklerde yaşanan gerileme gerekçe olarak gösterildi. Raporda, Türkiye, son 10 yılda 34 puan kaybederek, özgürlüklerin en çok gerilediği ülke oldu.
Ayrıca internetin sansürlenmesi, web sitelerinin kapatılması, internet ortamında ifade özgürlüğünün engellenmesi, bölgesel internet kesintileri ve bunların denetlenemez olması yaşanan gerçekler.
Dünyanın yüzlerce dilde konuşan en büyük çevrimiçi ansiklopedisi olan Wikipedia’ya erişim iki içerik yüzünden ülkemizde 29 Nisan 2017’de engellendi ve bu yasak halen devam ediyor.
Kanun Hükmündeki Kararnameler (KHK) ile aralarında televizyon, radyo ve süreli yayınların bulunduğu 140 basın-yayın kuruluşu ve 30 yayınevi kapatıldı ve kamudan 18 Kasım 2018 tarihi itibarıyla toplam 131.922 kişi yargısal denetim olmadan ihraç edildi.
2017 sonu itibarıyla 118 kamu üniversitesinden 5822 akademisyenin ihraç edildi, bu kişilerden 141’i göreve iade edildi.
OHAL Komisyonu, uygulamalarıyla haksızlıkları giderme amacına hizmet etmediği gibi yargısal denetimin önünü tıkamakta. Bu komisyonun varlık nedeni ortadan kalkmış durumda.
Türkiye, muhalif görüşteki akademisyenden milletvekiline, sanatçıdan, gazeteci ve yazarına kadar hemen herkesin terör propagandası yaptığı veya terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle sorgulanıp, tutuklanabildiği ve yargılandığı bir dönemden geçmekte.
Yargı yazar, gazeteci, akademisyen ve sanatçılara yönelik uygulamalarıyla; ifade özgürlüğünü güvenceye alacağı yerde bu özgürlüğü tırpanlayarak ülkeyi demokrasiden uzaklaştırdı. Böylece demokrasi krizi yargı kriziyle iç içe girdi.
Dünya Adalet Projesi tarafından açıklanan 2017 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Türkiye 113 ülke arasında 101. sırada yer aldı. Ceza adaleti konusunda ise ne yazık ki Senegal, Zambiya, Kazakistan, Mısır ve İran gibi ülkelerin aşağısında yer almakta. Bu veriler bütün yargı birikiminin yok edildiği anlamına geliyor.
Türkiye yetkilerin anormal bir şekilde toplandığı merkez (iç bölge) yani devlet ele geçirilecek bir yer olarak görüldü. İster seçimle gelinsin ister darbeyle bu hiç değişmedi.
Merkezi ele geçiren çevre bir süre sonra yine hukuksuz ve denetimsiz bir güçle muhaliflerini ezdi. Merkez geleneksel olarak Bizans entrikalarının döndüğü bir yer oldu. Bu gelenekte hukukun yeşermesi, hukukun devlete sızması, hâkim bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması mümkün olamazdı.
Türk modernleşmesi çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü içermediğinden, çevreden gelen muhafazakâr temsilciler de kravat takıp, AVM ve şekilsiz gökdelen dikmeyi becerdiler ama tıpkı modernleşmeciler gibi hukuk ve demokrasi kültürü ve geleneğine sahip olmadıklarından ne demokrasiyi ne de hukuk devletini inşa edebildiler.
Hâkim ve savcılar, hak ve özgürlükleri koruyan bir hukuk güvenliği ve geleneği oluşturamadılar aksine gücün isteğine uyarak özgürlükleri kullanılamaz hale getiren bir pratiği gücün hukuku haline getirdiler.
Gelinen bu safhada insan hakları ihlallerini gündeme getirmek abesle iştigal olabilir mi? Hakikat en yüksek insani değerlerden biri. Hakikate yaklaşabilirsek empati de yapabiliriz.