Koray Düzgören
Adalet SUR’dan söz etmektir!
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kurban Bayramı mesajında, "öncelikle cezaevinde rehin tutulan, tutuklu veya hükümlülerin ve onların yakınlarının" bayramını kutladı.
Ardından, "Operasyonlarla büyük bir yıkıma uğrayan Sur, Cizre, Şırnak, Yüksekova, Silopi, Nusaybin başta olmak üzere tüm Kürt şehirlerine selam" gönderdi. Demirtaş mesajında, "El ele vererek, özlemini duyduğumuz adaleti, özgürlüğü, eşitliği ve barışı sağlayalım" dedi.
Adalet derken tabii aklımıza hemen CHP’nin Çanakkale’de topladığı Adalet Kurultayı geldi.
Kurultay’da birçok konu ve sorun dile getirildi ama Kürtlere yönelik adaletsizliklere değinilmedi. Daha doğrusu CHP, yine iktidarın şantajına boyun eğdi. HDP’yi Kongre’ye çağırmadığı gibi, ‘teröre destek vermediği’ gerekçesinin arkasına sığınıp kapanış bildirisinde ne Kürt sorunundan ne tutuklu HDP milletveklillerinden ne de yerle bir edilen ve edilmekte olan Kürt şehirlerinden söz etti.
Ama Kılıçdaroğlu, sonuç bildirisini okuduğu konuşmasında Arakan'daki katliamı kınamayı unutmadı. "Arakan'da katledilen Müslümanlar var. Emin olun içimiz sızlıyor. İnsanlar inançları nedeniyle katlediliyorlarsa, hep birlikle o katliamı lanetlemeliyiz. Binlerce kilometre ötede yapılan bu katliamı da buradan şiddetle lanetliyorum" dedi.
Türkiye’de bu konuda o kadar çok örnek, değinilecek o kadar çok katliam, cinayet ve şiddet olayı varken bunları anmadı bile.
CHP TOPLUMUN GAZINI MI ALIYOR?
Ben de Kurultay’ın bitmesinden sonra bu konuya ilişkin yazmak ve bu meseleye değinmek istiyordum. Sur’dan, yıkılan diğer Kürt şehirlerinden, mahallelerinden
ve Kürtlere yönelik uygulamalardan söz etmeden "Adalet"ten söz etmenin pek anlamlı olmadığını düşünüyorum. CHP, bu Kongre ile yine durumu kurtarmak, toplumun gazını almak ve birşeyler yapıyor görünmek peşinde.
Artı Gerçek’te bu konuda epey yazı çıktı.
T24’te Nurcan Baysal’ın tanıklıklara dayanan yazısı ise çok çarpıcıydı.
Şöyle diyordu Baysal:
"En son Cizre’ye gittiğimde Eskişehir’den gelmiş, oğlunun kemiklerini arayan bir anneyle karşılaşmıştım. Oğlundan neredeyse 1 yıldır haber alamıyordu. Cizre’deki sokağa çıkma yasağı sırasında "Cizre ile dayanışmaya gittiğini" duymuştu. Bu kadar! Şimdi oğlundan varsa kalan bir parça kemiği arıyordu.
Dün gördüğüm küçük bir haber tüm bunları tekrar hatırlattı bana. Haberde Nusaybin’de yasak sırasında ölen 83 kişiden, 28’inin cenazesinin DNA eşleşmelerinin yapıldığını, ancak savcılık ailelerinin adreslerini kaybettiği için cenazelerin ailelere teslim edilemediği yazıyordu. 83 kişiden bu güne kadar sadece 35 kişinin cenazesi kimsesizler mezarlığından alınıp ailelerine verilmişti. Geri kalan cenazeler farklı şehirlerin kimsesizler mezarlığında yatıyor."
Bu yakıcı gerçeklerin konuşulamadığı bir adalet kurultayı olabilir mi? Adaletsizlik nedir ki?
(…)Bölgede tanıdığım birçok aile, 2 yıldır ellerinde çocuklarından kalan bir parça saç teli, şehir şehir morgları arşınlamaktalar. Ama nedense koca devlet, 2 yıldır bu ailelere bir dönüş bile yapmıyor. Evladının bir parça kemiğini, gidip sarılıp dertleşeceğin bir parça toprağı çok görüyor."
KÜRT SORUNUNDA ADALET YOK
Kurultay programına baktığımızda ‘sağlıkta adalet, geçimde adalet, inançta adalet, hayvansal üretimde adalet, bilgi ve iletişimde adalet, tüketiciye adalet, eğitime erişimde adalet, kültür ve sanatta adalet, ihale, teşvik ve izinlerde adalet’ e kadar herşey düşünülmüş.
"Ama Kürt sorununda adalet yok!" diyor Baysal, "CHP, Kürtlerin yaşadığı adaletsizliklere gözünü kapayarak, Kürt illerine sırtını dönen bir bakış açısıyla bu ülkede adalete ulaşılabileceğini sanıyor."
CHP ve Kılıçdaroğlu, sırf Kürt lafını ağzına almamak, faşizme karşı Kürtlerle birarada, yanyana durmamak adına ‘Kollektif demokratik güç’ kavramından söz ediyor. Bildirinin son bölümünde şu cümleler yer alıyor:
"Adalet yürüyüşü ile korkunun yerini cesaret, çaresizliğin yerini umut almıştır. Bu Kurultay ise buna bir kollektif demokratik güç mahiyeti kazandırmıştır.
Katılımcılar, tek adam rejimi karşısında çaresiz ve yalnız olmadıklarını hissetmişlerdir.
Bugün güçlünün hüküm sürdüğü, güçsüzün süründüğü bir düzen vardır. Bu düzen değişmelidir. Bu düzeni adalet ve huzur talebi ekseninde oluşacak kolektif demokratik güç değiştirecektir."
Bu güç nedir, kimlerden oluşuyor belli değil.
ÖNCE SUR’DAKİ CİNAYETLERE BAKMALI
Adaletin gerçekleşmesini istiyorsak eğer, önce Sur’da ve diğer Kürt şehir ve mahallelerinde işlenen cinayetlere bakmak gerekiyor.
Faşizme karşı çıkmanın yolu ise, ne olduğu belirsiz ‘Kollektif terör’ saçmalığını çağrıştıran "Kollektif Demokratik Güç" kavramından medet ummak değil.
CHP, yerleşen faşizme karşı başta Kürtler olmak üzere bütün demokrasi güçleriyle birarada durmak zorunda.
Bunu ısrarla, defalarca, üzerine basa basa söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz.
Çünkü demokrasilerde, nasıl ki iktidarlar toplumun her kesimine karşı sorumluysa kadar muhalefetin de benzer bir sorumluluğu var. "Bana oy vermeyenden banane anlayışı" iktidarı ne kadar otoriter kılıyorsa aynı tehlike muhalefet için de söz konusu.
Demokratik muhalefet, kendisi gibi düşünmeyenin de muhaliflik hakkını sonuna kadar savunmaktır. Hem parti içinde hem de parti dışında muhalifliğe saygı, iktidar partisi kadar muhalefet partisinin de sonuna kadar savunması gereken demokratik bir değerdir. Tek adam rejimleri parti içi muhalifliğe saygı ile yıkılır, her kesimin hatta iktidar partisine oy verenlerin bile muhaliflik hakkına saygı ile gelişir. Demokratik muhalefeti yapamayan partiler ise sonunda iktidarın payandası olurlar. Toplumsal ve demokratik muhalefet kültürünün gelişmesiyle de yokolur giderler. CHP, bugünkü yönetimiyle toplumun demokratik muhalefet beklentisinin fersah fersah gerisine düşmüş bir parti görünümünde.
Faşizm, dünyanın heryerinde iktidarın eylemleri kadar muhalefetin eylemsizliği ile kök salmıştır. Dolayısıyla CHP’ye muhaliflik görevini hatırlatmak başta gazeteciler, aydınlar siyasiler olmak üzere her muhalifin toplumsal sorumluluğudur.
CHP eğer gerçekten faşizme karşıysa, Kürtlerden söz etmekten korkmayı bırakmalıdır. Kürtlerle ve diğer demokratik muhalefet güçleriyle yanyana durmaktan başka bir yolun olmadığını anlamalıdır.