Özgür Sevgi Göral

Özgür Sevgi Göral

Adına Cengiz derler

Geçen sene babamla ilgili yazdığım twit’e kadar, kamusal alanda onunla ilgili neredeyse hiç konuşmadım, tek bir satır yazmadım. Neden böyle yapıyorum diye çok dertlendim. Herkes babasını adıyla anarken ben onu neden yalnız bırakmıştım?

Çocukluğumdan 20’li yaşlarımın ortalarına kadar, hep aynı rüyayı gördüm. Annem ve ablamla yeşillikler içinde oturuyoruz ve karşıdan, yanında tanımadığım biriyle, babam bize doğru geliyor. Aynı son çekilen fotoğraflarındaki gibi, gözleri pırıl pırıl, gülümsüyor. Hiç değişmemiş, hiç yaşlanmamış. Anneme bakıyorum, “Evet, babanız yurtdışına çıktı ama biz size söylemedik, yaşıyor babanız” diyor. Dönüp tekrar babama bakıyorum, gülümsüyor, bize doğru yürüyor ama asla yanımıza varamıyor.

3 Temmuz 1979’da, Bursa’da, evine gelmek üzere olan babam Mehmet Cengiz Göral’ı faşistler katletti. Katil, evimizin çok yakınında, babama arkadan üç el ateş etti, babam evimize varamadan can verdi. Avukat Mehmet Cengiz Göral 1977-1980 arasındaki anti-faşist mücadele sürecinde katledilen binlerce insandan sadece biri. Onun hikayesini hep kolektif bir hikâyenin parçası olarak gördüm. Bu hikâye, belirli bir sosyalizm fikrinin, Anadolu’da kök salması için mücadele edenlerin ortak hikâyesi. Babamın kişisel hikayesinde ise, dönüm noktası 10 Temmuz 1975’te devrimci öğrenci Ahmet Vatan Kırkbulak’ın katledilmesiyle başlar.

Kırkbulak’ın faşistlerce öldürülmesi, Bursa devrimci, sol, sosyalist kamuoyunu derinden sarsar, 16 Temmuz 1975’te Bursa’da binlerce insanın katılımıyla “Ahmet Vatan Kırkbulak’ı anma ve faşizmi protesto etme” yürüyüşü düzenlenir. Kırkbulak’ın öldürülmesiyle ilgili olarak Bursa Ülkü Ocakları eski başkanı Efendi Barutçu ve Mahmut Metin Kaplan yakalanır. Babam Kırkbulak ailesinin avukatı olur. Dosyayı aldığı andan itibaren, önce çekilmesi için para teklif edilir sonra da tehdit edilir. Telefonlar, notlar durmaz ve davada kalırsa öldürüleceğini söyleyen tehditlerin ardı arkası kesilmez. Dava sonucunda sanıklar sırasıyla 36 yıl ve 18 yıl ceza aldıktan sonra, Nisan 1979’da ise, babam Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılarak bilgilendirilir: “Sağ eylemciler tarafından öldürülmek istiyorsunuz, bilesiniz”. Devletin katledilecek sosyalistleri emniyete çağırarak katledileceklerini söyleme geleneği epey köklü.

babam.jpg

Babamın takip ettiği bu dava hem somut sebep olması hem de sadece bugün değil 1979’da da Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nın sosyalistleri katletme, başka bir ülke ihtimalini boğma ve kendi katillerini koruma refleksini göstermesi açısından önemli. Öte yandan, 1977-1980 arasında Komandolar olarak bilinen Ülkü Ocakları tetikçileriyle katledilen devrimcilerin, sosyalistlerin kimi ortak özellikleri var. Katledilmelerinde esasen bu özelliklerin belirleyici olduğuna inanıyorum. Birinci olarak, bu dönemde katledilenler örgütlü bir tavrı temsil ediyorlar. Babam o dönemde Cumhuriyet Halk Partisi içinde ve CHP’nin 11 Aralık 1977 yerel seçimlerinde Bursa belediyesini kazanmasında büyük emeği olanlardan. CHP içinde daha sol bir çizgiyi savunuyor: “Bursa artık bir kaplıcalar ve emekliler kenti olma özelliğini kaybetmiştir. Bursa artık bir işçi kentidir. İşçiler de kullanacağı oyların bilincindedir.”

Öte yandan, babamın örgütlülüğü sadece bununla sınırlı değil; dönemin pek çok devrimci örgütüyle ilişkileri ve bağları var, sendikaların, antifaşist öğrencilerin avukatlığını yapıyor. Bursa Eğitim Enstitüsü’nde yaşanan antifaşist direnişten üniversitedeki mücadeleye, hepsinde sosyalistlerin, antifaşistlerin yanında saf tutuyor. Bunu yaparken de Baro, sendikalar, her hafta köşe yazısı yazdığı Gemlik Körfez gazetesi gibi farklı yapılar aracılığıyla belirli fikirleri yayma imkânı buluyor. Dolayısıyla, 1977-1980 arasında antifaşist direnişte katledilen sosyalistlerin pek çoğu gibi, örgütlü mücadelenin bir parçası olma ve farklı örgütlerle bağlar kurarak sol/sosyalist yapılar arasında bu bağları genişletme rolünü oynayanlardan biri. İkincisi, yine bu dönemin antifaşist mücadelesinde katledilenlerin bir başka ortak özelliği, belirli bir sosyalizm fikrinin ve ufkunun “yerelleşmesini” sağlamak. Farklı devrimci örgütler, sendikalar, meslek örgütleri, partiler ve taban örgütlerinde mücadele eden bu insanlar, genellikle politika yaptıkları şehrin “yerlisi” kabul edilen ailelerden gelme insanlar.

Ülkü Ocakları etrafında örgütlenen faşizmin sivil tetikçilerinin ve dönemin Milliyetçi Hareket Partisi mensuplarının ifade ettiği “Komünistler Moskova’ya” sloganının aksine, yerleşik halleriyle sosyalizmin, komünizmin, ya da bir tür solculuk fikrinin yerli köklerini gösteren, o şehirlerin evlatları. Onların, üstelik örgütlü ilişkiler kurarak ilerlemesi, tıpkı binaları ayakta tutan kolonların ve kirişlerin gücü gibi, bu şehirlere belirli bir sosyalizm ufkunu yayanlara güçlü bir destek sağlıyor. Bu insanların 1977-980 arasında faşistler tarafından katledilmesi, en genel anlamıyla sol politika açısından, o şehirlerde kendilerini ayakta tutan güçlü kolonların ve kirişlerin yıkılması anlamına da geliyor. Babamın ve onun gibi binlerce insanın bu dönemde katledilmesi aynı zamanda, Bursa’nın 1980 darbesi sonrası dönüşümüne, tüm bu şehirlerin sol tarafından “kaybedilmesi” hikayesine dair de çok şey söylüyor.

Hayatımdaki çok fazla şey babamla ilgili. İsmim (kız da olsa oğlan da olsa ismi Özgür olsun istedi), ikinci ismim (Sevgi Soysal 76 Kasım’da yaşamını kaybedince Yılmaz önerdi, ikinci ismi de Sevgi olsa dedi, Cengiz’le ben de hemen olur dedik), okuduğum bölüm (babası gibi hukuk okudu, avukatlık yapmadı ama hukukçu o da), konuşma şeklim (aynı babası, heyecanlı konuşur hep), yaptığım araştırmalar (kayıplar hakkında yazarken kendi çocukluğunu da hatırlıyor musun Özgür?), politikayla kurduğum ilişki (babasına çekmiş, politikaya meraklı).

Çok uzun yıllar, geçen sene babamla ilgili yazdığım twit’e kadar, kamusal alanda onunla ilgili neredeyse hiç konuşmadım, onunla ilgili tek bir satır yazmadım. Bunun üzerine çok düşündüm, neden böyle yapıyorum diye çok dertlendim. Herkes babasını adıyla anarken ben onu neden yalnız bırakmıştım? Neden onun çocuğu olarak konuşmaktan, onu anmaktan kaçınmıştım? Bu düşüncelerle boğuşurken, uzun zaman önce, çok sevdiğim biri, bana bir insanı anmanın çeşitli ve birbirinden farklı yolları olduğunu hatırlattı. Ben babamı, başka politik ölümlerle uğraşarak, onu Türkiye faşizminin katlettiği başkalarıyla birlikte düşünerek hayatımda var ettim. Anmak kadar, belki ondan önemlisi anlamak, onun mücadelesine ve o soydan başka politik mücadelelere bağlanmak meseleydi benim için.

babam2.jpg

O yüzden, sadece babamın tekil hikayesini düşünmek yerine, onu Cizre’de, Dargeçit’te zorla kaybedilenlerle, Vedat Aydın’la, Mehmet Sincar’la, Mehmet Zeki Tekiner’le birlikte düşündüm. Belki, sadece Mehmet Cengiz Göral’ın kızı olma fikrinden biraz da korktum. Şimdi, 47 yaşımda, neden bugüne kadar suskun kaldığımı anlasam da artık korkmuyorum. Ben dediğim şeyin soyut bir “kendi” olmaktan ibaret olmadığını, o ben’in çok fazla bağla, insanla, ilişkiyle, örgütle, kitapla, yazıyla, fikirle kurulduğunu biliyorum. Sadece onun kızı değilim ama, en nihayetinde babamın kızıyım da.

Babamın katledilmesi bende en çok zaman hakkında düşünme isteği yarattı. Bazen (şimdiki zamanın tarihi de denen yakın tarih üzerine çalışsam da) tarihçi olmamda, bunun en önemli etken olduğunu düşünürüm. Zamanın geçişi ne anlama gelir? Politikanın zamanı, felaketin zamanı, öfkenin zamanı, yasın zamanı, isyanın zamanı, hayattan çok genç yaşta koparılanların, bizden çalınanların yaşayamadığı ömürlerinin kederli toplamının zamanı, hesabını soramamanın insana sürekli yumruklarını sıktıran ve geçmek bilmeyen zamanı, özlemenin hiç bitmeyen zamanı. Babamla ilgili temel dertlerim de zamanın akışıyla değişti.

Eskiden, 20’li yaşlarımda örneğin, babamı öldürmek suçuyla yargılanan Mustafa Karaca’nın ve ona yardım eden İlhami Karaçin’in ne kadar ceza aldığı önemli bir meseleydi benim için. Şimdi o kadar da önemli bir mesele değil. Bunu katillerin kişisel sorumluluğunu azaltmak için söylemiyorum elbette ama, zamanın bu çevriminde, failler artık birinci meselem değil. Faşizmin, hedef aldıklarını arkadan vuracak bir tetikçiyi, biri olmazsa bir başkasını, eninde sonunda bulacağını biliyorum artık. Bugün benim için, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Ülkü Ocakları’nın siyasi etkisinin ve gücünün azalması, farklı faşist hareketlerin zayıflaması, babamın faillerinin yargılanmasından ve ceza almasından önemli örneğin. Zamanın akışı, insanın adalet derken neyi kastettiğinde de köklü değişikliklere yol açıyor.

Zaman hakkında düşünmek demek bir de, o hiç tanıyamadığım, heyecanlı, “konuşmayı şehvetle seven, dünyaya meraklı, gözlerinin içi gülen” avukatın bu dünyadan koparıldığında ne kadar genç olduğunu düşünmek demek. Tüm bunları yaparken, politika yaparken, Bursa’nın faşistlerine kafa tutarken, daktilosunun başına oturup haftalık gazete yazısını, şiirlerini yazarken ne kadar gençti. Öldürüldüğünde sadece 32 yaşındaydı. Hayatımın bu döneminde en çok, onun canına kıydıklarında ne kadar genç olduğunu düşünüyorum. Babamdan 15 yıl fazla yaşamak garip bir suçluluk duygusu veriyor. Öldürülmesinden çok kısa bir süre önce, ablamla bana bir şiir yazmış, ismi Yavrularım, şöyle bitiyor:

“Sizler de

Emeğe saygılı ve dürüst,

Faşizme düşman olursanız,

ve insanları severseniz yavrularım.

Ben her zaman mutlu olurum.”

Özellikle canımın sıkkın olduğu zamanlarda, kafamın içinde onunla konuşurken, ara ara, biraz endişeli, biraz da ümitle sorarım: Acaba şimdi mutlu musun baba?

Mezarından uzakta yaşıyor olmak bazen beni kederlendirse de seni bizden aldıklarını zannedenler çok yanılıyor. Sen bizde yaşıyorsun. Dünyanın neresine gidersem gideyim, arkadaşlarının, aynı zamanda antifaşist bir gösteriye dönüşen cenaze törenin için bastırdıkları siyah beyaz, her zamanki gibi gözlerinin içinin güldüğü fotoğrafın, hep benimle. Dünyanın neresinde yaşarsam yaşayayım, o fotoğraf kütüphanemin en güzel, en görebildiğim köşesinde durur. Çok genç, çok devrimci, çok yakışıklı, 32 yaşında Gürcü bir avukat, bütün inanmışlığıyla, yaşama sevinciyle, coşkusuyla bana gülümser. Hayata belirli bir açıklık duygusuyla bakmamı sağlar. Sen bizi hiç bırakmadın; yazdığım her yazıda, gittiğim her eylemde, yaptığım her araştırmada, torunun İlksev Hayal’in tıpkı senin gibi, heyecanla, hararetle, ellerini sallayarak konuşmasında, annemin senden bahsederken gözlerinin hep sevgiyle parlamasında, bütün arkadaşlarının seni anarken hissettikleri bağlılıktasın.

Buradayım baba. Mezarının başında, sadece öfke ve kederle değil, aynı zamanda umut ve inançla duruyorum. Aradan 45 yıl geçmiş, fark etmez, aradan geçen zamanın hiçbir önemi yok. Bazen bir insanın yokluğu, en az varlığı kadar kuvvetlidir; insana umut, cesaret ve yası politikaya çevirme gücü, başka bir alemin, daha güzel bir sosyalizm ufkunun mümkün olduğuna dair kuvvet verir. Sen bana hep bu kuvveti verdin. Bizi hiçbir şey ayıramaz, aradan ne kadar zaman geçtiği, benim dünyanın neresinde olduğum hiç fark etmez. Hep yanındayım, hep yanımdasın, hep seninleyim, hep benimlesin. Daima.


Özgür Sevgil Göral kimdir?

Göral, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde erken cumhuriyet döneminde çocuk sorunu ve çocuk suçluluğu üzerine yüksek lisansını tamamladı. 2017 yılında, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'de (EHESS) Kürt Çatışması Bağlamında Zorla Kaybetme ve Zorunlu Göç: Kayıp, Yas ve Sınırda Siyaset başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Aynı zamanda Türkiye'nin farklı üniversitelerinde çeşitli dersler verdi. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi'nin (Hafıza Merkezi) kurucuları arasında yer aldı ve 2018'e kadar burada çalışmalar yürüttü. 2018’den sonra Paris 8 Üniversitesi'nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalıştı ve doktora sonrası araştırmasını Türkiye ve Fransa'nın kolonyal hafıza rejimleri üzerine yaptı. Sciences PO Paris ve INALCO'da öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra, 2022-2023 yıllarında Cambridge Üniversitesi'nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Kasım 2023'ten itibaren, Türkiye’deki politik ve toplumsal hareketler hakkındaki araştırma projesini EHESS’te yürütmektedir. Zorla kaybetmeler, devlet şiddeti, hafıza çalışmalar, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve hukuk antropolojisi üzerine çeşitli kitap ve makaleleri yayınladı. Yaramız Derindir: Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi kitabının yazarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgür Sevgi Göral Arşivi