Hrant Dink’in Hayaletleri
Dink’le konuşmaya, Dink’le tartışmaya, onun dertlerini anlayarak mücadelesini bir adım öteye götürmeye, onunla yoldaşımız gibi bağ kurarak, kurmak için canını verdiği güçlü bağları politika yaparak ilerletmek boynumuzun borcu. Ben Hrant Dink’i böyle anıyorum.
Benim gibi politik ölüm üzerine çalışan ve araştırma yapan pek çok beşerî ve sosyal bilimci için hayalet oldukça tanıdık bir metafordur. Bizim çalışma sahamızda hayalet metaforu sık kullanılır. Bu dünyaya geri gelenler, katledilmesine rağmen izleri, sesi, soluğu bu dünyada dolaşanlar, katilleri hesap vermediği için bu dünyaya musallat olanlar. Hayalet metaforu faşizmin bir biçimiyle bizden çaldıklarının, pek çok farklı şekilde bizimle aynı dünyada olmaya devam etmelerine, bu dünyadaki bitmeyen seyahatlerine referans verir. Eskiden sevdiğim bu metaforu artık eskisi kadar sevmiyorum. Bunun iki sebebi var. Birincisi, başka kavramlarda olduğu gibi, akademinin unvanlar ve sektörel gerekliliklere boğulmuş dünyası tarafından el konulunca, hayalet metaforu da devrimcilerin elindeki köktenci soluğunu kaybediyor. İkincisi de tüm bu metaforlar, bize içinde bulunduğumuz dünyanın çok sert, kaba, gözümüzü bir dakika bile daha ince şeylere çevirmeden bakmamızı gerektiren gerçeğini bir biçimiyle seyreltiyor.
Hayaletlerden değil de kırılan mezar taşlarından konuşsak diye düşünüyorum, cezaevlerinde kural haline gelen çıplak aramalardan, eylemlerde polisin kırdığı kemiklerden gelen sesten, Rojava’ya yapılan saldırılarda hayatını kaybedenlerin akan kanından. Hayalet metaforu yerine somut ve kaba şeylere bakmalıyız diye düşünüyorum. Her tür karşıtlığı aşma iddiasındaki akademinin sözel radikalizmi yerine burada bu karşıtlığı, ikiliği korumak gerekir: gerçeğin somut ve kaba tezahürlerine karşı metaforun kaçıp sığındığımız dünyası ikiliği. Politik olarak yeteri kadar güçlü olmadığımız için her şeyi metaforla, şiirsel söyleyişlerle, kötülük gibi kavramlarla konuşuyoruz bana kalırsa. Neyse uzatmayayım, metaforları artık çok sevmiyorum, hayalet metaforu dahil. Ama bu yazıda anlatmaya çalışacağım gibi, Hrant Dink söz konusu olunca bu metaforu kullanmakta beis yok bence, çünkü Dink’in hayaletleri gerçeğin somut ve kaba tezahürleriyle çok ilişkili.
Önce olgulardan söz edelim. Daha önce hakkında dava açılsa da Dink’in katledilmesine giden süreç, kendisi doğrudan dava konusu olmamasına rağmen, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu söyleyen “Sabiha Hatun'un sırrı” haberiyle başlıyor. Haberin 6 Şubat 2004’te Hrant Dink imzasıyla Agos’ta çıkmasının ardından, önce 21 Şubat’ta Hürriyet gazetesi “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığıyla manşet atıyor, 22 Şubat 2024’te ise Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği “bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir” ifadesi geçen bir bildiri yayımlıyor. Hrant Dink’in katledilmesine giden ve pek çok davayla, davalarda Kemal Kerinçsiz başta irili ufaklı faşist grupların boy gösterdiği, hakaretlerle, küfürlerle, tehditlerle hedef gösterildiği süreç işte böyle başlıyor.
Bu süreçte, insanı okurken kahreden pek çok şey oluyor, Agos’un önünde Ülkü Ocaklarının düzenlediği eylemlerden mahkemelerdeki hakaretlere ve küfürlere ancak bir noktanın özellikle altını çizmek istiyorum. Agos’un 21 Temmuz 2006 tarihli sayısında yayımlanan “301’e karşı 1 Oy” başlıklı haber nedeniyle Hrant Dink, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arat Dink ve İmtiyaz Sahibi Sarkis Seropyan hakkında dava açılıyor. Haberde, Dink Reuters ajansına verdiği demeçten yapılan “Elbette bu bir soykırımdır diyorum. Çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor ve adını koyuyor. Dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu olanlarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz” alıntının, TCK 301 maddesi uyarınca "Türklüğü aşağıladığı" iddia ediliyor. Bu dava, Hrant Dink katledilmeden hakkında açılan son dava oluyor. [1]
Demek ki şunu söyleyebiliriz: Hrant Dink’in katledilmesine giden süreç, uğradığı faşist saldırılar, yargı yoluyla maruz kaldığı ve karşısında bir milim bile geri adım atmadığı hukuki şiddet ve hedef gösterilmesiyle birlikte sonuç olarak Dink’in öldürülmesi, her unsuruyla ve tamamen, Ermeni Soykırımı’yla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bir adım ileriye gidelim, Dink cinayeti Ermeni Soykırımı’nın devletin tüm klikleri, Türkiye’nin tüm farklı faşizmleri, geniş toplumsal kesimleri nezdinde olmuş bitmiş bir vaka olmadığını, inkarda, bugün’de ve şimdi’de nasıl gürültülü ve güçlü biçimde devam ettiğini gösteren, kusursuz bir örnektir. Hrant Dink’in bugün dolaşmaya devam eden hayaletinin bize söylediği ilk ve en temel sert gerçek budur bence.
Buradan Hrant Dink’i anmanın politik anlamlarına geçebiliriz. Hayaletler derken de bunu kastediyorum aslında, Hrant Dink dahil katledilmiş birini anarken aynı zamanda belirli bir politik tahayyül, çizgi ve öneri söylüyoruz. Onu anarken neleri öne çıkaracağımız, hangi kavramlara başvuracağımız, nasıl bir anlatı kuracağımız, bunların hepsi politik tercihler yapmak demektir. Hrant Dink’i bugün’de yeniden kurgularken Ermeni Soykırımı’nı dile getirmek ya da getirmemek bir tercihtir; onun faillerinin hesabını sorma iradesini öne çıkarmak ya da çıkarmamak bir tercihtir; tıpkı onun anısının depolitize edilerek, sosyalist bir Ermeni olduğu unutturularak, içi boşaltılmış bir imgeye çevrilmesinin de politik bir tercih olduğu gibi. Ben, Hrant Dink’in hem kendisinin hem de bugün’de dolaşan hayaletlerinin söylediği sert gerçeklerin izini sürmekten yanayım.
Buradaki birinci risk bence Hrant Dink’i sadece bir mağdur olarak konumlandıran anma biçimleridir. Hrant Dink elbette bir Ermeni olarak, sosyalist bir Ermeni olarak, örgütlenmiş sosyalist bir Ermeni olarak, kurumlar kurmuş ve o kurumlarda sorumluluk üstlenmiş bir Ermeni olarak, elbette ve defalarca mağdur edilmiş biridir. Ancak Dink’in özelliği, ki bu özellik katledilmesinin de en temel nedenlerinden biridir, Hrant Dink’in bu mağduriyete ve kendisine biçilen kadere itiraz etmiş olmasıdır. Hrant Dink’in en önemli özelliği, kendi konumunu köklü bir biçimde değiştirme iradesini göstererek bunu yapmış olmasıdır. 1996 yılında kurucularından biri olduğu Ermenice-Türkçe haftalık gazetenin Agos’un isminin anlamının “tohum açmak veya fidan dikmek için açılan oyuk” olması gibi Dink, fidanların yeşermesi için oyuklar açtı, kurumlar kurdu. Devletin ve toplumun kahir ekseriyetinin Ermenilere çok farklı şiddet mekanizmalarıyla mecbur kıldığı sessizliği kırdı, devletin elinde bir rehin olma konumuna kafa tuttu ve bu konumunu köklü bir biçimde değiştirdi. Onu sadece bir mağdur olarak anmak, Dink’in çok muazzam ve çok meşakkatli mücadelesine haksızlık yapmak olur. Buradaki ikinci risk bence Hrant Dink’i ve onun temsil ettiği birikimi Türkleştirmek olacaktır. Bu Türkleştirme hamlesinin pek çok boyutu var bana kalırsa. Birinci boyutu, Hrant Dink’in hem mücadelesinin hem de katledilmesinin Ereni Soykırımı’yla olan sıkı ilişkisini silikleştirme eğiliminde görebiliriz. Hrant Dink olgusal kısımda ifade etmeye çalıştığım gibi Ermeni Soykırımı’nı ele alma konusunda geride durmuş biri değil. Dink’in bunu, farklı toplumsal kesimlerin diyaloğu için ilk koşul yapmaması, soykırım inkarına karşı çıkmayı birinci gündem maddesi haline getirmemesi bizi bu konuda yanıltmamalı. Ne söylerse söylesin, kendisi hangi şekilde ifade ederse etsin, Dink’in her konuşması devlet nezdinde Ermeni Soykırımı’nı konuşmak anlamıma gelir. Üstelik, kurumunu ayakta tutma çabası içinde ya da farklı gerekçelerle, kendi politik çizgisi de bunu gerektirdiği için Dink’in bunu birinci sırada gündem etmemesi, bizi bu konuda rahatlatmamalı diye düşünüyorum.
Burada “biz” derken de özellikle, Ermeni olmayan çok geniş bir biz’i kastediyorum. Dink’in kendi politik çizgisi nedeniyle ya da başka nedenlerle yaptığı politik sıralama, bugün Dink hakkında konuşan ve Ermeni olmayan bizlere, soykırımın muazzam tahribatıyla ve bugün inkarda nasıl sürdüğüyle ilgili net tutum almak konusunda rahatlatamaz. Türkiye’de sadece çok geniş toplumsal kesimler nezdinde değil okumuş yazmış kesimler arasında da epey yaygın olan “sürekli Ermeni Soykırımı’ndan sözeden kötü Ermeni diasporasına karşı bunu mesele etmeyen bizden Hrant Dink” mitinin, Dink’in mücadelesini ve bugün’deki hayaletlerini Türkleştirme iradesinin bir boyutu bana kalırsa. Dink’in kendisinin ne söylediği açık ama o ne söylemiş olursa olsun Dink’i böyle bir yere yerleştirmek, bugünün siyasi tartışmaları açısından yanlış geliyor bana. Türkiye’nin çok güçlü soykırım inkârı mekanizmalarıyla karşı karşıya gelmekten kaçınmak, “üşengeç, gevşek bir bilinçle suçu savuşturmaya çalışmak” [2)] için o inkarın failleri tarafından katledilmiş birinin vesile etmekten kaçınmak gerekir. Dink’i Ermeni Soykırımı’na itiraz ederken, Ermenice konuşurken, faşizmin karşısında geri adım atmayışını anlatırken duymak şart.
Hrant Dink’i anarken düşülebilecek üçüncü risk ise depolitize etme riskidir. Hrant Dink, Halil Ergün’ün yaptığı nefis anma konuşmasında söylediği gibi “yetim bir halkın yetim çocuğudur” [3] elbette ama o yetimliği devrimciliğe, mücadele etmeye, direngenliğe çevirmiş biridir de. Yetimliğin bir gücü varsa eğer o gücü politik mücadelede büyüten biri. Önce devrimci hareket içinde örgütlenen, sonra da başkalarıyla birlikte Agos’u kuran ve vareden biri. Hayatı boyunca solcu ve Ermeni olmanın gereklerini yerine getirmeye çalışmış biri. Kamuya çıkarak, kamuyu dönüştürmenin derdine düşerek, onu bazen kavrayıcı ve yumuşak ifadelerle bazen daha farklı bir dille, ama hep ciddiye alarak politika yapmış biri. Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşmasının önemine inanmış bir hafıza militanı. Sadece geçmişle ilgili olarak değil, bugünün meselelerine dair de, içinde yaşadığı toplumun temel bir parçası olmayı da onu değiştirip dönüştürmeyi de hep politika yaparak gözüne kestirmiş biri.
O nedenle, politik çizgisini beğenelim beğenmeyelim, bütünüyle katılalım ya da pek çok noktada ayrışalım, fark etmez; ama böyle birini “iyi bir insan, Ermeni olması önemli olmayan bir insan, azıcık bir şeyler söylemeye çalışmış ama ona bile izin verilmemiş” bir insan olarak anmak bana göre son derece yanlıştır. Canını verdiği mücadeleyi depolitize etmek, onu tüm mücadelesinden soyutlayarak hatırlamak Dink’ten çok onu hatırlayanın politik konumuna dair şeyler söyler. Masis Kürkçügil, Hrant Dink katledildikten hemen sonra yazdığı nefis yazıda, Dink’in içi boş anmaları nasıl eleştirdiğini anlatır. Hrant Dink Sovyet devriminin komünist şairi Çarents’in nasıl anıldığını tartışırken şu ifadeleri kullanıyor: “(…) bu evrensel, enternasyonalist ozanı bugün sadece bu ulusalcı yönüyle, kendi şoven ulusalcı söylemlerine malzeme yapanların kurnazlığına ne denir?” [4]
Hrant Dink şüphesiz çok iyi bir insandı, çok iyi bir arkadaştı, sevgi doluydu. Ama bu nedenle katledilmedi. Onu nasıl andığımız, yani Hrant Dink’in hayaletlerini nasıl yorumladığımız sadece Dink’le ilgili bir politik tartışma değil, onu ananların politik konumlarıyla, tahayyülleriyle ve mücadeledeki öncelikleriyle ilişkili. Hrant Dink’in yazdıklarıyla tartışarak, onun düşüncelerini bugün yeniden ele alarak ve katıldığımız veya katılmadığımız yönleriyle eleştirel bir ilişki kurarak, onu katledenlerin korunmasının ve cinayetin sonrasının Türkiye için gösterdiği politik gerçekleri dönüştürmeye çalışarak anmak politik bir seçim. Hrant Dink’i sadece bir duduk sesine, romantikleştirilmiş ve zamanda dondurulmuş bir imgeye, insaniyet, sevgi, hoşgörü timsaline dönüştürmek, hakkında konuşmayı şiirsel söz söyleme yarışına çevirmek, şüphesiz çok sevgi dolu, çok etkileyici ve çok kapsayıcı varoluşuyla verdiği politik mücadeleyi silikleştirecektir. Bu mücadele, bugün bizim yeniden ele alarak, tartışarak ve eleştirerek sürdürücüsü olma sorumluluğunda olduğumuz politik bir mücadeledir.
Bu yazıyı yazarken sanatçı Memed Erdener'in tasarladığı ve Sebat Apartmanı’nın duvarlarına yapılan yansıtmaya sık sık baktım. 19 Ocaklarda bir süredir İstanbul’da değilim, yine de o duvara yansıyan yüz, Hrant Dink’in bu dünyada dolaşan hayaletleri benimle. Bundan üç yıl önce, yürüttüğüm bir araştırma projesi kapsamında Hrant Dink külliyatını yeniden incelerken bir şeyi çok etkileyici bulmuştum. Hrant Dink çok iyi bir hatip. Aynı zamanda çok iyi bir yazar da ancak çok etkileyici bir konuşmacı. Bu bence sadece güzel konuşma yapma becerisinden kaynaklanmıyor, Hrant Dink’in çok temel bir özelliğinden kaynaklanıyor. Dink gerçekten güçlü bağlar kurmak için konuşuyor. Hem inandığını anlatıyor ama hem de çok büyük bir açıklıkla, içtenlikle, bazen insanı yadırgatan bir kendini açma haliyle konuşuyor. Çok küçük bir gruba ya da kalabalık bir kitleye konuşsun, fark etmez, konuşurken salonu avucunun içine alıyor. Knuşması çok güçlü bir duygusal yoğunluk yaratıyor. Sadece konuştuğuna inananların, örgütlenmenin çekirdeğinden yetişmiş olanların yapabileceği bir bağ kurma çabasıyla konuşuyor. [5] Konuşmalarını dinlerseniz siz de hemen fark edersiniz.
Demek ki hayaletleri bu dünyada, yaşarken yaptığı şeyleri yapmaya devam etmek için dolaşıyor: inandığı şeyleri anlatmak için, cehennemi cennete çevirmek için, politika yapmak için, Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmek için. Kapsayıcılığı, gerçekten sevgi dolu tarzı, insanları kucaklayarak dönüştürme çabası, hepsi en nihayetinde bir bağ kurma çabası. Örgütlerle, yazılarıyla, [6] konuşmalarla, muhabbetle, bazen tartışmayla, ama faşizmlerin karşısında boyun eğmeden, politikayı bir gençlik heyecanı olarak görmeden, hep mücadele etmeye devam ederek var olan birinin başka örgütlerle, kurumlarla, gruplarla, insanlarla, bu dünyayla bağ kurma çabası. O çaba o kadar güçlü ki katledilişiyle de sonrasında da bizimle bağ kurmaya, kurduğu bağları güçlendirmeye devam etti. Dink’in politik mücadelesi benim için, en çok da bu bağ kurma çabası demek.
Bir de başka bir politik sözleşme ihtimali. Nasıl Ermeni Soykırımı çok başka bir beynelmilel işçi sınıfının komünist ufkunu sınırlandırdıysa Hrant Dink’in katledilmesi de başka bir barış ve bir arada yaşam sözleşmesinin hayal edilme ihtimalinin faşistlerce bir kez daha katledilmesi anlamına geldi. Büyük büyük sözler etmek istemem, bir gün Ermeni Soykırımı inkarını geriletebilirsek ve soykırımla büyük ölçüde imha edilmiş o enternasyonalist komünizm ufkunu biraz olsun yeşertebilirsek onu layıkıyla anabileceğimize inanıyorum. O güne kadar hem yaşamıyla hem de katledilmesiyle bize Ermeni Soykırımı’nın inkarına ve inkarda devam etmesine, faşizmin kıyıcılığına, inkarda oluşturulabilecek çatlaklara, örgütlerin ve kurumların önemine, bağlar kurmanın gücüne dair çok şey öğreten, Ermeni, sosyalist, yetim bir devrimcinin anısı önünde minnetle, saygıyla eğiliyorum. Dink’le konuşmaya, Dink’le tartışmaya, onun dertlerini anlayarak mücadelesini bir adım öteye götürmeye, onunla yoldaşımız gibi bağ kurarak, kurmak için canını verdiği güçlü bağları politika yaparak ilerletmek boynumuzun borcu. Ben Hrant Dink’i böyle anıyorum.
1 - Hrant Dink’in katledilmesine giden süreç Hrant Dink Vakfı’nın online sitesinde ayrıntılı biçimde anlatılıyor: https://hrantdink.org/tr/hrant-dink/3564-hrant-dink-kimdir
2 - Theodor W. Adorno, Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri ve Geçmişin İşlenmesi Ne Demektir?, çev. Şeyda Öztürk, Tarhan Onur, Metis Yayınları, 2020, s. 61.
3 - Halil Ergün’ün 19 Ocak 2009’da yaptığı konuşmanın tam metni için bkz. https://bianet.org/yazi/halil-ergun-un-dink-anmasindaki-konusmasi-112021
4 - Masis Kürkçügil, Hrant’a Merhaba!, http://imdatfreni.org/hranta-merhaba-masis-kurkcugil/
5 - Ümit Kıvanç’ın Hafıza Yetersiz filminde bu konuşmaların bir bölümünü bulabilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=f_HXJj3GF4o
6 - Hrant Dink’in yazıları için: https://hrantdink.org/tr/hrant-dink/749-hrant-dink-yazilari